Hayatta hiçbir şey tesadüf değil derler. Bence de doğru derler. Son örneğini kendim yaşadım. İki yıl önce Karacasu'da bir resim çalıştayı düzenlemiştim. Katılımcı ressam arkadaşlarımla birlikte Nacıpınar Yaylası'nda resim yaparken Karacasulu olan Fatih Portakal bizi ziyarete gelmişti. Bir saat kadar oturduk, hep birlikte sohbet ettik. Bana “Başka belediyelerde de çalıştay yapmak ister misin?” diye sordu. Benim olumlu yanıtım üzerine ilk aradığı İstanbul Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu idi. “Genç dinamik çalışkan ve sanatla ilgilenmekten mutlu olan bir başkan” diye de ekledi...
Bir ay kadar sonra Beylikdüzü Belediyesi Kültür sanat başkan danışmanı Erhan Bayladı beni aradı. Kendisi de sanat adamı. Yazar, şair, fotoğraf sanatçısı, besteleri ve basılmış kitapları var... Belediyelerine bir resim çalıştayı koordinatörlüğü yapmamı istiyorlardı. Aslında yüzlerce km. Uzakta... hiç tanımadığınız, görmediğiniz insanlarla böyle büyük bir projeye kalkışmak cesaret ister. Risktir çünkü... Ancak aracı kişi Türkiye'de pek çok kişi tarafından sevilen ve izlenen Fatih Portakal... “Peki” dedim ve sonrasında pek çok kez konuşarak projeyi olgunlaştırdık. Devreye Kültür ve sosyal işler müdürü Fidan Gül ve Figen Şaş girdiler... pek çok kere yazıştık... konuştuk... Önceleri on ülkeden yirmi üç sanatçı arkadaşımı davet ettim. Ama kimileri zaman darlığı ve bir takım engeller nedeni ile gelemedi. En son altı ülke Kosova, Gürcistan, Rusya-Ural, Kazakistan, Nahçıvan ve Türkiye'den 17 sanatçı ile çıktık yola...
Mustafa Ali Kasap, Bahar Soğukkuyu Dinçakman ve ben İzmir'den katılıyorduk. Hava yolu ile gelenler için toplanma noktamız İstanbul Atatürk havalimanında buluştuk. Sohbet ederken ilk kez birbirini gören Mine Sarmış Çaylak ile Mustafaali akraba çıkmaz mı? Bu kez sohbetleri akrabaları üzerine yoğunlaşmıştı. “Onu tanıyor musun? Bunu tanıyor musun?” Derken Mustafaali Bahar'a “Dur Zeynel'i arıyacağız” deyince “Bahar'lada mı akraba çıktın. Bir benimle akraba çıkmadın” diye takıldım. “Sen üzülme. Senle de akraba çıkarız. Gerekirse Adem'e kadar ineriz” dedi. Az sonra Mersin'den Olga Eren, Nevin Aytekin ile geldi Olga'nın “Benim dışımda ünlülerden kim var burada?” demesine gülüştük. Kosova'dan Ethem Baymak, Gürcistan'dan Lela Geleishivili, Levan Slagedze, Rusya-Ural'dan benim kanka Svetlena Parisheva da geldi. Bizi bekleyen Figen hanım ile belediyenin tahsis ettiği otobüse bindik ve otelimize gittik...
Asiye Aytan, Adnan Turan, Yurdagül Işıl, Zehra Sengir, Sena Sengir ise otobüsle gelmişlerdi. Murad Nurlu Babayev ile Habib Allahverdiyev ise sanat aşkına ta Nahçıvan'dan 30 saate yakın bir otobüs yolculuğu ile bir gün önce gelmişlerdi.
Otelde buluştuk, sarıldık... sevindik...
Akşam yemeğini otelde yedik. Benim kankanın gözleri yorgunluktan ufalmış. Kolay değil. Çok uzaklardan geldi. Haaa bu arada kankam Svetlena Rusya-Ural'dan... Tam altı yıldır arkadaşız. O Türkçe, ben Rusça bilmiyoruz ama Tarzanca ile ve yürekten anlaşıyoruz. Olga'ya “Gitsin, yatsın” dedim. Kanka “Tamam” dedi. Ben de “Tamam” dedim. Elimle güle güle işareti yaptım. Hâlâ yüzüme bakıp “Tamam” diyor. Biz anlaşamayınca duruma Olga el koydu. Meğer benimkinin uyumaya niyeti yokmuş. Hamama gitmek istermiş. O “Hamam” dedikçe ben “Tamam” anlıyormuşum. “Hamam-Tamam” “Tamam-Hamam”der dururmuşuz... Sonunda anlaştık ve otelin alt katındaki havuz ve hamama gitti...
Şükür herkes odasına yerleşti de ben de biraz rahatlamıştım. Odama çıktım, eşyamı bıraktım. Restorana ineceğim, asansör çağırmam gerek. Köşeyi döndüm, ışıklı düğmeye bastım. Zil çaldı... şaştım. Meğer kapılarda zil varmış ve ben asansör düğmesi diye dalgınlıkla başkasının oda kapısını çalmışım. Çok utandım, kapı açılmadan yaramaz çocuklar gibi hemen kaçtım...
Sabah Beylikdüzü Belediyesi Kültür Merkezi'ne gittik. Çalışacağımız atölye büyük, geniş, aydınlık... Bir duvarı boydan boya cam. Camı çok güzel resimlerle yazılarla süslemişler. “Hoşgeldiniz-Welcome” demişler. Dört bir yanına renkli balonlar, katılımcı ülke bayrakları... kapı kollarına bile çiçekler takmışlar. Öyle özenmişler... Bütün resim malzememiz eksiksiz tamam gelmiş. Hazır... Çalışırken dinleyeceğimiz klasik müziğe kadar düşünülmüş. Yan odada çay kahve makinamız... Dokuz gün boyunca burada neşe içinde, keyifle çalıştık. Dışarısı soğuktu ama içerisi gerek sanayi tipi taktıkları klimadan, gerekse halkla ilişkilerden Volkan Dalman ve Nihat Altıntaş'ın sıcak davranışı ve biz katılımcı sanatçılar artık kardeş gibi olduğumuz için sevgi ve sohbetimizden içerisi sımsıcaktı.
Programda belli günler resim çalışacak, birkaç gün de İstanbul'u gezecektik. Google amcaya sorduk. Yanıtına göre havanın güneşli olduğu gün geziyi planladık. Hoş dokuz gün boyunca hava da bize kıyak çekmiş soğuk-kar yapmamıştı. Sabah güler yüzü ile kaptan şoförümüz otelimizin kapısındaydı. Neşe içinde otobüsünüze doluştuk.
İstanbul Modern'i gezmeden olmazdı. Bütün bir gün gezseniz gene de tam içimize sinecek şekilde bitiremezsiniz orayı. Muhteşem sergiler, enstelasyon, film gösterileri... Harika bir sanat merkezi...
İstanbul turunda tuttukları profesyonel bir rehber bize eşlik edecekti. Yola çıktık, rehberimiz anlatmaya başladı. E5 karayolu Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan en önemli tarihi ipek yolu üzerinde imiş. Anadolu'nun adının geldiği Anatolia ise köprü demekmiş. Yani Avrupa ile Asya arasındaki köprü... Anadolu.
Marmara denizinin adı nereden geliyormuş biliyor musunuz? Mermerden... Dünyanın ikinci en kaliteli mermeri Marmara denizinden çıkartılırmış ve mermer zamanla marmara olmuş. Zeytin burnu'ndan geçiyoruz... ama ne acı ki zeytin yok!.. İskana açılması ile bitmiş. Yalnızca sembolik bir zeytin ağacı heykeli dikmişler... Deniz üzerinde büyük tankerler görüyoruz... uzak denizlere giden gemilere yakıt ikmali yapılıyormuş. Petrol istasyonu gibi...
Kazlıçeşme'den Üsküdar'a denizaltından geçiş tünel inşaatını gördük. Fatih'in şehri fethetmesi için gemileri karadan yüzdürdüğü yerleri, surları gördük. Rehberimiz arkeolog olduğundan arada bir tarihi öykülere de yer veriyordu. Birini sizinle paylaşayım. Sigara, haşhaş, içki ve falı yasaklatan IV. Murat tebdili-i kıyafet ile halkın arasında pek gezermiş. Bir gece, tedbil-i kıyafet İstanbul’a indiğinde karşıya geçmeye karar verip bir sandal kiralamış. Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyormuş elbet. Bir ara, sandalın yanından sarkan bir ipi çekmiş. İpin ucunda bir testi! Sultan, “Ne var o testinin içinde?’’ diye sormuş . Sandalcı ”Ne olacak mey işte’’ diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da 4. Murat’ın alkole arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de, ”Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur, korkmuyor musun?’’ diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da “Yahu denizin ortasında hünkar nerden görecek, nerden bilecek’’ demiş.
Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan yine kabul etmiş ama yasağı yine hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, “Denizin ortasında kim görecek, kim bilecek’’ demiş. Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkara “Ver beş akçe de falına bakayım’’ demiş. Fal IV.Murat’ın en kızdığı şeymiş, ama “Hadi biraz daha sabredeyim’’ diye düşünüp, ‘”Bak bari’’ demiş.
Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı durumu görünce IV. Murat’ın ayaklarına kapanıp, ”Affet beni Hünkarım’’ diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. Padişah dayanamayıp “Sana bir soru soracağım. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynun vurula’’ demiş ve “ Dönüşte İstanbul’a hangi kapıdan gireceğim?’’ diye sormuş. Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş, ‘’ Hünkarım şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affınıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bir kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?’’ demiş. Hünkar başını ”Olur’’anlamıyla sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş.
Padişah kağıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, “Hemen boynunu vur bu kafirin’’ emrini vermiş ve eklemiş ”Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul’a oradan gireceğim’’ Kapı hemen açılmış padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. Murat bir ara sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kağıda şunları yazmışmış: “Hünkarım Osmanlı cihanına yeni kapınız hayırlı olsun’’ O gün bugündür de işte o kapı, ‘Yenikapı’’ olarak anılıyormuş...
Sultanahmet camisine pencerelerinde kullanılan mavi kristal ve turkuaz renklerden ötürü yabancılar “mavi cami” diyorlarmış. Çinilerle ve sedef motiflerle süslü cami Mimar Sinan’ın kalfası Sedefkâr Mehmet Ağa’nın onun yapı anlayışı içinde inşa ettiği bir şaheser. Sultan I.Ahmet genç yaşta, henüz 14 yaşında iken padişah olmuş ve 14 yıl saltanat sürdükten sonra 28 yaşında ölmüş. Caminin mimarlık harikası büyük kubbeleri var. Sinan “Koca cami beş yıl, kubbe on yıl” dermiş. Kubbe yapmak o denli zormuş...
Biz dairede oturuyoruz diyoruz ya hani... oysa evler dikdörtgen. Türkler Orta Asya'da çadırda yaşadıkları için ve çadır daire şeklinde olduğundan böyle söyleniyormuş rivayete göre...
Gezi programında Hipodrom da yazıyordu. Arladaşlar merak ettiler. At yarışlarına mı bizi götürecekler diye. Meğer Hipodrom toplanma yeri demekmiş ve Dikilitaş'ın yani bomba patlatılan yerin adı imiş. O arada Figen özçekim yaptı. Etraftan bakınan turistlere “Selfi beş dolar, selfi beş dolar” diye bağırdı. Şakacı şey...
Gezme sırası Aya Sofya'ya gelmişti. Aya sofya “Kutsal bilgelik” demekmiş ve dünyanın yedi harikasından biri imiş. Burada da kubbe var. Meğer kubbe yalnız bizde değil her dinde varmış ve dünyayı sembolize ediyornuş.
Galata Kulesi ilk Cenevizliler zamanında tahtadan deniz feneri olarak, sonra taştan yangın gözetleme kulesi olarak yapılmış. Karaköy ermeni ortodoks halkın yoğun olarak oturduğu yermiş ve evler siyah bazald taştan yapılmış. O yüzden adı Karaköy olmuş. Deniz doldurularak yapıldığından da Dolmabahçe sarayı demişler.
Bize özel tutulmuş gemi ile muhteşem bir boğaz turu yaptık. Akşam olmuş, gün batmaya yönelmiş ortalık harika bir renk almıştı. Rehberimiz kaptan köşkünde mikrofonla anlatımını sürdürüyordu... “Sağ ratafta Beylerbeyi... sol tarafta...” Ama biz ortamın güzelliğinden etkilenmiş koro halinde şarkı söylemeye başlamıştık...
Lokantadayız Levan iskender istemiş, eşi Lela tavuk kanat... garsonlar sipariş listesinde Levan adını Levent okuyunca bizim değil diye sipariş başka masaya gitti ve yemeği gecikti Levan'ın. Yeni Türkçe öğrenmeye başlayan Lela yemeğini yedikçe kocasının beklemesinden rahatsızlık duydu ve “buyrun buyrun” dedi. Ben gülmekten kırıldım “Lela senin koca Türk değil, Gürcü” dedim o da güldü...
Atölyemize giderken karayollarının arasında çukurda kalmış harika bir taşköprü dikkatimi çekti. Bir Mimar Sinan eseri olan köprü çevresinde dev gibi betonarme yapılar ve trafik sıkışıklığı içinde pek sıkışmış mahzun göründü gözüme. Hüzünlendim. Onu hayalimde canlandırdığım gibi çevresi yemyeşil ağaçlık ve altından şırıl şırıl bir dere akarken resmettim ve Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'na hediye ettim. Onun duvarını süsleyecek artık. Muhteşem Yüzyıl dizisi pek çok ülkede olduğu gibi Gürcistan'da da gösterime girmiş ve Levan pek severek izliyormuş. Ben kapıdan gireken “Destuuur Hülya sultan geliyooor” dedi gülüştük...
İstanbul'a gelinir de hiç Kumkapı'ya gidilmez mi? Bir akşam da oraya götürdüler. istanbul sokaklarını söyledik, fasıl yaptık, oynadık. Çok eğlendik.
Svetlena acı yiyemiyor. Sipariş gelen köftesi acılı imiş. Bahar “İsterse değiştirebiliriz” dedi. Svetlena'ya anlatmaya çalıştım... anlamadı. Bu kez “acı...acı biber...” diye yüksek sesle söyleyince Bahar “Bağırma Hülya abla, duyuyor” dedi. Biz bu yanlışı hep yapıyoruz. Karşımızdaki yabancı yalnızca Türkçe bilmiyor. Oysa biz kulağı duymuyor gibi bağıra bağıra konuşuyoruz...
Bir yandan gezdik, diğer yandan keyifle resimlerimizi yaptık ve çalıştayın sonuna gelmiştik. Tam altmışiki adet çok güzel resimler yapmıştık. Kültür merkezi sergi salonuna resimleri astık. Kalabalık bir izleyici eşliğinde kokteyl ile sergi açılışı oldu. Oradan sahne salonuna geçtik. Önce yurdun dörtbir yanından nefis halk oyunları gösterilerini izledik. Ben bir açılış konuşması yaptım. Sonra belediye başkanı Ekrem İmamoğlu'nun sanatın önemine değindiği güzel konuşmasını dinledikten sonra plaket ve katılım belgeleri sunumuna sıra gelmişti. Plaketlerimiz bile özel tasarım idi. Burada da ince, şık bir davranış sergilemişlerdi...
Çok güzel ağırlandık. Ardımızda güzel dostluklar, harika resimler ve çok hoş anılar bırakarak döndük. Sanata ve sanatçıya verdikleri destekten ötürü başta CHP'li Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere bizden güleryüzünü saklamayan her konuda destek olan ve emekleri geçen sırası ile Belediye başkan danışmanı Erhan Bayladı, Kültür ve sosyal işler müdürü Fidan Gül, sevgili Figen Şaş, Volkan Dalman ve Nihat Altıntaş'a ve katılımcı sanatçı arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum...
Hülya SEZGİN / hulyasezgin@hotmail.com