Seçim sonuçlarının açıklandığı anda içim sevinçle doluverdi. Kurtulmuştuk, oh Türkiye kurtulmuştu… Tablo o kadar belirgin olarak ortaya çıkmıştı ki, 13 yıldır karabasan gibi Türkiye’nin üzerine çökmüş olan karabulut dağılıvermişti.
İçim huzur dolu olarak kaç saat geçirebildim? Pek az… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir çift laf etti, dünyam karardı. Seçim sonuçlarına niye sevinmiştim. Çünkü iktidar partisinin karşısında yer alan üç parti yüzde altmış çoğunluğu elde etmişti. Bu partiler seçim süreci boyunca iktidarı eleştirdiğine göre, hükümetin kurulması yarım günlük iş olarak görünmüştü. Ancak Bahçeli öyle bir laf etti ki, yüzde altmış çoğunluğu elde eden partilerin hükümet kurabilme kapıları kapanıverdi.
MHP li sevdiğim pek çok yakınım var. Hatta bir yazımda bu partiye oy vermemekle birlikte muhabbetim olduğunu da açıkça bildirdim. Benim bayrağıma sahip çıkan parti, birileri Türk adını ağızlarına almıyorken Türk milliyetçiliği ilkesini benimsemiş parti. Ülkemizin bütünlüğüne önem veren parti…
Ancak, “Parti ehil ellerde değil” demeye kalkışsam kimi bilir nerelerde kimler kükrer. Kafası yanında olmayanlar, gerçeği görme yetisinden yoksun olanlar, körü körüne boyun eğmiş fanatikler… Parti yönetimini elinde tutanların keramet sahibi olduğuna inananlar… Ve benzer nitelikleri taşıyan kişiler…
Oysa zaman düşünme zamanı… Ülke elden giderken, Millet yok edilmeye götürülürken keyfi kararlar, aceleyle kestirip atmalar akıl işi değil.
Şuradan başlayalım. Hangi siyasi parti olursa olsun, bir genel başkanı var. Sonra partinin yönetim katmanları var. İllere, ilçelere kadar “Parti yöneticisiyiz” diyebilen binlerce kişi var. Parti olarak bir konuda karar verilmesi gerekince, hiç kimseye danışmadan, kimsenin haberi olmadan, hatta enine boyuna düşünmeye vakit bile ayırmadan “Karar şudur” diyerek kestirip atmaya parti genel başkanı yetkili midir?
O partide Profesörler var. O partide ülkeler arası kurumların kurduğu örgütlerde yıllarca başkanlık etmiş değerli insanlar var. Yılların politikacıları var. Onların kesinlikle haberi olmadan, görüşleri alınmadan Türkiye’nin geleceğini etkileyecek bir karar… Benim kanım donuyor. Ne diyeceğimi de bilemiyorum.
Bir de parti yöneticileri ve milletvekilleri açısından olaya bakmaya kalkışıyorum ve bu kez de insanlığımdan utanıyorum. Genel başkan “Şöyle olacak” diyor, seksen kişilik milletvekilinden, ve binlerce kişilik parti yöneticilerinden bir tek kişi “İyi ama” diyemiyor, demiyor. Nesiniz kardeşim siz? Parti dışında normal yaşantınızda da böyle misiniz? Yeryüzünde hiçbir kimsenin akıllıca bulmayacağı bir öneri size getirildiğinde “Peki efendim” demenin onur kırıcı bir eğilme olduğunu bilemiyor musunuz?
Şimdi benim adım Ekmelettin olacak, Benim adım Hacaloğlu olacak. Ve Partimin başında oturan kişi bana haber gönderecek. “Oy pusulasına hani bir tek kere mühür basmanın dışında hiçbir işaret koymayacaksın ya, işte o kuralı çiğne. İki yere mühür bas” diyecek, ben de kuzu kuzu onun dediğini tutacağım… Olacak iş mi? Benim dağlar gibiliğim nerede kalır? Tarih benim hakkımda ne der?
Elli iki ülkenin kralları, emirleri, başbakanları benim önümde adeta eğilecekler, ama ben bahçeli bahçesiz biri önünde elime tutuşturulan oy pusulasını doldurmayı başaramamış aptal bir adam rolü oynayacağım.
Ya da Hacaloğlu’yum ben. Öyle eserler yazmışım ki, o genel başkan bırakınız o kitapları yazmayı, onları okuyup anlamaktan uzak biri olduğunu gösteriyor. Tarih bilgisi neredeyse sıfıra yakın çünkü. Ben Hacaloğlu iken işte bu nitelikte genel başkanım bana “Oy pusulasını boz da ver” diyecek, ben “Baş üstüne” çekeceğim…”Ne uğruna?” diye soracak biri çıkarsa ne diyebilirim?
İnanın, böyle düşünürken bile benim öfkem tepeme çıkıyor.
Yazık oldu, Türkiye Cumhuriyetine, yazık.