Çocukluğumda Erzurum lu çaya çok düşkün aıle dostlarımızın üç düğmeli ocaklarında ne zaman gitsem çaydanlık kaynar ve bana hemen canım arkadaşım Meral hiç sormadan çay doldururdu..Sokağa bakan demir parmaklıklı balkonlarında oturur geleni geçeni seyreder ,çaya bisküvilerimizi batıra batıra yere düşürmeden tek bir hamleyle yumuşayan bisküvileri ağzımıza atardık..Evin annesi Şükran teyze damaklıklı takma dişleriyle çayını kıtlama içerdi..Yanılıp bir kez çayıma atma gafletinde bulundum..Karıştır karıştır erimedi çay soğudu meret erimediydiŞükran teyze dişlerinden olsa gerek yan yan gülümseyerek kızım çaya atılmaz o şeker, biz özellikle Erzurumdan getiririrız bu kıtlama şekeri..Ankara da bulmak zor..Kıtlama şekersiz içmeyiz çayı derdi..Ne garip çay içerken izlemeye bayılırdım Şükran teyzemi .Hiç görmediğim bişeydi çocukluk yıllarımda..Adı gibi kırtlardı bu sert Erzurum şekerini..Çıkan ses takma dişlerinde daha bir volüm kazanırdı sanki..Kırt..Kırrrrt..Çok serttiler..Onları ufak parçalara çekiçle vurarak ayırır en küçüğünü ağzına atar onunla tüm çayı içerdi..Büyük olanlarını sanırım dişleri kırılmasın diye yandan yandan kırt kırt koparır ağzının içinde tutar ne hikmetse onunla iki bardağı götürürdü.. Öyle özenirdim ki anlatamam .Nasıl yaptığına bakar aynısını uygulamaya çalışırdım çocuk kafasıyla. Kırt ,kırrrt ,kııııırt ..Ağzıma çayı doldurur gargara yapar gibi damağımda gezdirir o taş gibi Erzurum şekerini eritmeye çalışırdım. Çaya şeker atmaya alışmış bir çocuk olarak beceremezdim tabii.Şükran teyze her defasında bana gülerdi. Yandan yandan bisküvilere bakar tamam şu şekeri eriteyim sıra sana da gelecek bakışımı yakalardı sanırsam sa...Evimizde önce toz şeker, daha sonra küp şeker kullanırdık..Onlara giderken kendim için bir avuç kesme şeker götürür çaktırmadan cebimden çıkarır atardım paşa çayıma..Sonradan anladılar ki bu kız Erzurum şekerinden anlamıyor masanın bir yanına kristal camdan şekerlıkte sanırım benim için kesme şeker koymaya başladılar..Yıllar sonra Kayseri de bir çekimdi sanırım Şeker Fabrikasında TV çekimimiz oldu..Üreticiler kasalarının arkasında pancarları istifleyip getiriyorlardı yol boyu..İçeri girdiğimizde pancarların işlendiği küp şeker olduğu fabrikalarda bembeyaz olmuş işçilerin hoşgeldiniz karşılamasıyla pancarların nasıl şeker olduğunu gözlemlemiş ve görüntü almıştık..Üretici de mutluydu çalışan da..İstihdam vardı..Şimdi Sudan da toprak kiralayıp kanola pamuk üretiyoruz Sudanlı işçilerle. Türkiye de satılmadık arazi kalmadı. Yerlerine fabrika kurmak yerine ya Avm dikiyorlar ya da gökdelenler Rezıdanslar yükseliyor. Kanser vakaları arttı. Şeker Fabrikaları satıldığında nişasta bazlı obez ve kansere yol açan fruktoz şekerlerle ölüme bir el sallayacağız buradayız diye..Çocuklarımız diyabet hastası oldu .Yedikleri her hazır gıda da fruktoz var..Alışkanlık yapıp yavaş yavaş öldürüyor nişasta bazlı şekerler. Bu yüzden adım başı özel hastahaneler ve hastalar çoğaldı kanser gibi..Hatta hasta garantili hastahanelerimiz bile var..Yerli ve Milli anlayış kendi fabrikalarını nasıl peşkeş çeker anlamış değilim. Buna karşı duranları nasıl vatan haini gibi siyasete malzeme yapmak gibi gösterir aklım almıyor..Dışa bağımlı bir ülke nasıl bağımsız olabilir..?KENDİ İŞÇİSİYLE REKABET EDEN BİR HÜKÜMET OLUR MU..?DUALARLA KURDELASI KESİLEN FABRİKALAR HANGİ DUAYLA SATILIR...?ŞEKER VATANDIR..VATAN SATILAMAZ..