Bilindiği gibi Ortadoğu’da kan gövdeyi götürmeye başladı. Şimdi bütün dünya Yemen örneği üzerinden İran’ın yayılan etkisini konuşuyor. Bugün köşemizde konu ile ilgili olarak 9 Ağustos 2013 Turan Sesi sitesinde yayımlanan bir yazımızı tekrar yayımlıyoruz. Keşke dememek için biraz düşünmek yetecektir. Ama aklını kiraya verenler için sağlıklı düşünmek ne kadar geçerli olabilir ki?
***
Ortadoğu dengelerin devamlı değiştiği, buna bağlı olarak aktörlerinde rollerini değiştirdikleri hem kilit hem de kaypak bir coğrafyadır. Bu coğrafyada yaşayabilmek ve var olabilmek için çok düşünmek her ihtimali değerlendirerek adımları hesaplı atmak gerekir.
Şimdi Suriye’de kilitlenen stratejik oyunun bizim açımızdan olumsuz geliştiği, hatta hastalığın kangren halini aldığını söyleyebiliriz. İş neşter gerektirecek şartlara doğru hızla sürüklenmektedir. Uluslararası ilişkilerde neşterden kastedilenin silah kullanmak olduğu aşikardır.
Bahsettiğimiz çıkmazın nasıl bir çıkmaz olduğunu açıklamaya çalışacağız, ancak okuyucularımızın bizi tek yönlü değerlendirmemesi, söylemlerimizin başka yönlere çekilmemesi için öncelikle konumumuzu belirleyelim. Biz hükümetin tutarsız dış politikasını hiçbir zaman savunmadık. Ancak bu durum bizi bazı teşhisleri yaparken çift yönlü düşünmekten ve eğriyi doğruyu hesaplamaktan alıkoymaz, koymamalıdır.
Türkiye’nin sıfır sorundan herkesle sorunlu hale gelen dış politikasının hatalı olduğu gören gözler tarafından çırılçıplak halde ayan ve beyandır.
Ülkemiz Anadolu yarımadasında Karadeniz kıyısından başlayarak Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan (Nahçivan), İran, Irak ve Suriye ile komşu vaziyettedir. Bu ülkelerin hepsinin birbirinden farklı ilişkileri ve çıkarları söz konusudur. Bu çıkarlar bizim aleyhimizde bir noktada ittifak haline gelmedikçe fazla sorunda yoktur.
Son on yıl içinde özellikle ABD’nin Irak’a yaptığı müdahale dengeleri yerinden oynatmış ve bir zaman sonra aleyhimize bir yapılanmaya zemin hazırlamıştır. O tarihe kadar Rusya’nın Ermenistan, İran ve Suriye ile bir ittifakı söz konu iken buna karşın Gürcistan, Azerbaycan ve Irak Rusya’nın Ortadoğu’ya doğrudan inmesine fırsat vermeyecek şekilde farklı konumlarda dizilmişlerdi. Irak’ta Saddam Hüseyin Rusya ile ilişkilerini sürdürürken tam bir ittifaka kapalıydı. Çünkü doğusunda ve batısında Rusya ile müttefik Şia yönetimleri söz konusuydu.
Son körfez savaşından sonra Irak’ta Kürt, Suni ve Şii olmak üzere üç bölümün ayrılmaya çalışılması İran ve Suriye yönetimlerinin Şia ekseninde buluşmalarını önlemeye yetmedi. Çünkü Irak’ta taşlar yerinden oynamış ve Şii çoğunluk daha egemen bir konuma gelmişti. Şu anda Irak zihni olarak üçe bölünmüş olsa bile İktidarda Şii egemenliği olduğu için fiili olarak ikiye bölünmüş durumdadır. Karşımıza Hazar Denizi ve Hint Okyanusundan Akdeniz’e kadar bir Şii egemenliğini belirmiştir.
İran kendi yapamadığını ABD’nin elinden gerçekleştirmiş ve bizi Ardahan’ın Aralık ilçesinden Hatay’ın Yayladağı ilçesine kadar kuşatmıştır.
Öte yandan İran’ın Rusya ile olan ittifakını da dikkate alırsak geriye kalan Gürcistan hariç Rusya’nın Suriye’nin Lazkiye limanında ki askeri üssüne kara bağlantısı ile indiğini tespit edebiliriz.
Rusya’nın Gürcistan ile savaşmasını bir de bu çerçeveden düşünürsek taşlar yerine oturmaktadır. Son seçimde Gürcistan’da Rus karşıtlığı eski itibarını kaybederken Rusya’nın bu ülke de tam egemen olduğunu düşünürsek Rusya’nın da İran ile birlikte sessiz sedasız Akdeniz’e yani sıcak denizlere ineceği gerçeği ile karşılaşırız.
Evet! Etrafımız sarılmıştır. Hem İran öncülüğünde Şii üçgeni tarafından hem de Rusya tarafından sarılmış vaziyetteyiz. Haritaya bakarsak hem tek olumlu komşumuz olarak kalan Azerbaycan’ın bizim ile sınır olan Nahçivan ile arasında Ermenistan’ın olduğunu hem de Karabağ Ermeni işgalinde bulunduğundan dolayı Azerbaycan’ın bizden fiziken uzakta kaldığını görürüz.
Türkiye çepeçevre sarılmış İran kanalı ile hem Rusya hem de örtülü olarak Çin Ortadoğu’nun sıcak denizlerine inmiştir.
Bu manzara ile karşılaşmamızı sağlayan en büyük aktör ne yazık ki, hükümetimiz olarak görünmektedir. Hükümetin Suriye ile ilgili gayretkeşliğinin bir sebebi de işte burada, etrafımızın sarılmakta olduğunda yatmaktadır. Ancak uygulamalar yaramaz bir çocuğun kendisine emanet edilen evi dağıttıktan sonra alelacele toplamasına benzemektedir. Tabi bulduğunu oraya buraya sokuşturarak, kırıp dökerek yapılan toplama işlemi her zaman kötü sonuçlar verir.
Çok şey hükümetin dış politika hamlelerinin yanlışlığında yatmaktadır. Çünkü Türkiye’nin yumuşak güç olarak hassas dengelere dayanan dış politikası ile oynanarak karşılaştığımız sonuca sebep olunmuştur.
Türk Hükümeti Irak’ta baştan beri yanlış politika takip etmiş ve geleneksel Türk dış politika çizgisinin dışına çıkmıştır. Barzani’nin desteklenip güçlendirilmesi Irak’ta Suni bloğunu yarmış, Türkmenlere gereken destek verilmemiş şimdiye kadar takip edilen dış politikaya “Monşer” lakabı takılarak kaş yapıyım derken göz çıkarılmıştır.
Evet! Türk dış politikası bazı alanlarda “Monşer” sıfatını hak eden uygulamalar yapmıştır. Ama bu uygulamaların önüne geçeyim derken Türk dış politikasını dinamitlemek gerekmezdi. Bu sayede Türkiye blok olarak kendi yanında tutması gerektiği halde hem Türkmen, Hem Suni kesimin tam ittifakını sağlayamamış, ayrıca Şii kesim içerisinde bulunan İran karşıtı oluşumları da değerlendirememiştir.
ABD ise gelip karıştırıp gitmiş ve bizi ateş çemberinin içinde bırakmıştır. Şimdi kendisi uzaktan kuklaları oynatarak seyircileri oyalamakta bir yandan da bölüp parçalama oyununa devam etmektedir. Bu sayede kendi eli bile yanmazken bizi ateşe atmıştır.
Denklemi kurmaya devam edelim. Bu yeni kurulan denge ne anlama gelmektedir? ABD bile bile buna neden müsaade etmiştir?
Bu sayede İslam dünyasını bölmeyi başarmış durumdadır. Irak işgalinden beri Suni ve Şii camilerinde arka arkaya bombaların patlaması başka nasıl izah edilebilir. Onbir senelik bir iktidar bu yaşananlara engel olamamış ve bilakis hataları ile ortaya çıkan garabete izin vermiş ise suçlu kimdir?
Demek oluyor ki birileri mezhep kökenli çatışmamızı istemektedir. O halde düşmanın istediğinin tersi bizim çıkarımıza olandır. Peki Ümmetçilik adı altında mezhepçilik yapılıp benzine ateşle gitmenin ne alemi vardır?
Türkiye’nin Irak’ta aktif olmasına müsaade etmeyen o sıralar Irak’ı işgal altında tutan ABD’den başkası değildir. ABD süreci bilerek hazırlayıp ve cehenneme döndürdüğü Ortadoğu’dan apar topar çekilmiş, taşları yerinden oynatıp birbirine çarparak dağılmasını seyretmeye başlamıştır. Artık düşman kardeşler birbirini vurabilir. Karşısında bir birlik olmadığı içinde hem İsrail’in hem de kendi çıkarlarının korunacağı ortam her zaman devam edebilecektir. Biz ise bu sürecin başını okuyamamış ve çuval hadisesinde çuvala girerek bütün insiyatifi teslim etmişizdir.
ABD bir yandan Irak’ta Türkiye’nin etkin rol oynamasına izin vermezken öte yandan Türkiye’nin terör örgütü ile pazarlık masasına oturmasının ortamını sağlamıştır.
Şimdi kendimize Ortadoğu’yu bu denli karıştırıp etrafımızın düşman ile sarılmasını sağlayan bir ülkenin terör örgütü ile görüşmemiz şeklindeki telkininin ne derece bizim iyiliğimize olduğu sorusunu sormamız gerekmektedir.
Son tahlil de iş Suriye’de kilitlenmiş ve ateş bizim kucağımıza düşmüştür. İşte bu sebeple ABD Suriye’de ateşin yanmasını herhangi bir sebeple sönmesine tercih etmektedir. Suriye’de eğer Başer Esad kazanırsa İran kazanacak, muhalifler kazanır ise Türkiye kazanmayacaktır.
Irak’ta olanlardan bize ne düştüyse Suriye’de olacaklardan da bize benzerleri düşecektir. Aklı olan bu durumu net bir şekilde görebilir.
El bombası elimize verilmiş pimi de çekilmiştir.