Tek tanrılı dinlerin üzerinden uzun zaman geçti. Bu aidiyetler halen sürse de, farkında olmadan dâhil olduğumuz yeni bir “din” var. Henüz adı konmadı ancak kendi ritüellerine, prensiplerine ve kurallarına sahip.
Birazdan yazacaklarımı sadece alışkanlık ya bağımlılık olarak nitelemek doğru olmaz çünkü hayatımızın tamamını kaplıyor. Ait olmazsak kendimizi eksik sayıyoruz, Hatta ait olmazsak “dışlanacağımızı ve eksik olacağımızı” düşünüyoruz.
Genelde “küresel kapitalizm” olarak adlandırılan bir sistemin içindeyiz fakat mevcut durum kendi kurallarını yarattı ve küresel kapitalizmin ötesine geçti. Küresel kapitalizm bir sınır koymuştu. Sınırları belliydi. Kazanç üzerine kurulmuş bir sistemdi ancak bir sosyal yaşam ya da bireysel hayat planı ortaya koymamıştı. Bu yeni “şey” sosyal ve bireysel kurallar ortaya koydu. Bize bir yaşam planı sundu. Ölüm sonrasına dair bir şey sunmasa/önermese de bu hayata dair önemli söylemleri var. Unutmamak gerekir ki her inanç ölüm ötesine dair bir önermede bulunmaz.
Sosyolojiden ve tarihten öğrendiğimiz kadarıyla uygarlıklar kendi tapınaklarını özellikle görkemli inşa ederler. Katedraller, camiler ve diğer tapınaklar özellikle görkemli inşa edilmiş, İnce işçilikler, değerli metal ve mineraller kullanılır. İç ve dış süslemeleri yıllarca sürer ve ortaya çarpıcı mimari eserler konur. Bunlar aynı zamanda inşa edenlerin erk sembolüdür. Girip çıkmanın, içinde bulunmanın, ibadet etmenin kuralları vardır.
Çağımızın tapınakları avm ve plazalardır. Girip çıkmanın kuralları vardır. İbadet de alışveriştir. Tapınaklar inançların sosyal uyum, birliktelik ve benzeri davranışları yinelemeleri için vardır. Görkemli alışveriş merkezlerinde de benzeri şeyler yaşanır. Marka yerlerde çay kahveler içilir, alışveriş yapılır, ya da hiçbir şey almadan buraları terk edenler olur. İslam inancında Hac, Kâbe’nin tavaf edilmesini, yani çevresinde dönülmesini gerektirir. Avm’lerde de benzeri bir mantık vardır. Yürüyen merdivenlerle yukarı çıkmak ya da aşağı inmek için merkezin çevresinde dolanmanız gerekir. Merkez bu şekilde planlanmıştır. Her mağazanın önünden geçer, her vitrini görürsünüz.
Uzun zamandır reklamlarda “size özel”, “ayrıcalıklı” diye başlayan cümleler duyarsınız. Genelde emlak, otomotiv ve mücevher reklamlarının metinleri bu cümlelerle doludur. Üst gelir grubu için hazırlanır ve kendilerini iyi hissettirmeye yöneliktir. Bu insanlar aslında yalnızdır. “Size özel” cümlesi zaten sizi değil sosyal çevreden, ailenizden bile koparır. Paranız varsa kendinizi farklı bir sanmanıza odaklanır. Rezidans hayatı sizi evinize kilitler. En fazla girişte sizi sahte bir sırıtmayla karşılayan ve çift vardiya çalışan asgari ücretli ama kurumsal üniforma giyen kadın ve erkekleri tanırsınız. “Ben ayrıcalıklıyım” duygusu devamında yalnızlığa ya da sınırlı bir toplumsal kitleyle birlikteliğe kilitler ve “rehin alır”!
Sıradan olmayı kabullenmek en büyük özgürlüktür. Esnaf lokantasında yemek yersiniz. Sıradan bir dairede ya da evde oturur, çok daha geniş bir kitleyle dostluklar kurarsınız. Kimse sıradan aracınıza hasetle bakmaz. “Özel” hisseden ailelerin çocukları beş kişilik sınıflarda sıkıntılı bir eğitim süreci yaşarken sıradan ailelerin çocukları daha kalabalık sınıflarda eğitim görseler de keyifli arkadaşlıkları daha çok kurar, yaşlarına uygun şekilde terleyene kadar top oynar, daha fazla sosyalleşerek geleceğe farkında olmadan yatırım yaparlar.
Ben sıradan olmayı tercih ediyorum. “Bana özel” ya da “ayrıcalıklı” bir hayatı seçersem biliyorum ki bu adı konmamış dinin/inancın üyesi olacağım ve yalnız kalacağım. Sosyal olmayı tercih ediyorum.