Sivil toplum: Devletin etkisi dışında kalan ve politik toplum dediğimiz bürokrasinin etki alanında olmayan kitleleri ifade eden bir kavramdır. Aslında sivil toplum milletin kendisidir.
Doğu toplumları için sivilleşme hep öcü olarak takdim edilmiştir. Zira başat güçler, sivil toplumu; meşru düzenin eleştirisini yapan, politik toplumun (yönetimin)egemenliğini sarsan söylem ve eylemleriyle tehdit olarak görmüşlerdir. Düzenin savunucuları, sivil toplum örgütlerini sürekli emperyal güçlerin yerli maşaları olarak takdim ederek sivil toplum örgütlerini kurumsallaşmadan yok olmaları için her türlü tedbiri almışlardır. Meşru düzenin sahiplerinin bu korkularında haklılık payları da yok değildir. Kafkaslarda, Balkanlarda ve en son Ortadoğu’da başlayan demokratikleşme, sivilleşme hareketlerinin tabandan değil başka iklimlerden pompalanan emperyal oyunlar olduğunu dökülen kan ve gözyaşlarıyla da öğrendik.
Burada bir yandan egemen güçlerin antidemokratik yöntemlerle halka ölümü gösterip sıtmaya mecbur etme mantığını yürütmelerinin klasik şark kurnazlığını görmekteyiz. AKP iktidarlarının bütün uygulamaları bu minvalde uygulanagelmiştir. MHP’nin KAMUSEN üzerindeki baskıları tehditleri ve saldırıları da sivil toplum örgütlerine başat güçlerin bakışına somut örneklerdir. Diğer yandan düşünen, sorgulayan ve kendi inisiyatifini kullanmak çabasında olan bir kitlenin canhıraş bir şekilde mensubu olduğu kurumda söz sahibi olmak, kendini yönetebilmek için verdiği mücadeleye de şahit olmaktayız.
Sivil toplum; dünya da son dönemlerde en çok dile getirilen ve bütün devletlerin bastırmaya çalıştığı bir güçtür desek abartmış olmayacağız.
Ülkemizde Cumhuriyetle birlikte milletin oluşturduğu en büyük organizasyon olan devlet, maalesef hiçbir zaman milli devlet olamadı. Birilerinin kontrolünde olan devlet; millet adına milletin değil politik güçlerin hak ve menfaatlerini koruyan kutsal bir güce dönüştü. Cahiliye Arap toplumlarının helvadan yaptıkları puta tapması ve acıktıklarında yemesi gibi milletin organizasyonu olan devleti kendi elimizle putlaştırarak milleti serf seviyesine indirgedik. Araçlar amaç haline gelirken amaçlar da araç haline dönüştürüldü.
Antidemokratik ve ihtilal yasalarının ürünü kanunlar antidemokratik özelliğiyle hemen gözümüzün içine sokulmakta ona göre tedbirli olmamız istenmektedir. Kaldı ki yasa veya tüzükler değişse bile uygulayıcıların antidemokratik kişilikleri ideal bir sistemi bile şark kurnazlığıyla yerle yeksan edebilmektedirler.
Sivil toplum olamıyoruz. Zihni alt yapımız buna müsait olmadığı gibi egemen güçlerin baskısı da buna izin vermemektedir. Devlet denilen mekanizmalar, her kuruluş gibi sivil toplum örgütlerini sürekli denetim altında tutmayı, içine sızmayı hatta sivil olma özelliklerini yok ederek operasyon hareketlerine dönüştürmeyi, başkalaştırmayı amaçlamaktadırlar. Sivil toplum örgütleri bir yandan toplum nezdinde karşılık bulmak için toplumu sadece referans almaya çalışırken diğer yandan içine sızmaya çalışan bu başat güçlerle mücadele içinde olmak zorunda kalmaktadır. Bu sızmalara karşı başarıl olduğu oranda sivil toplum örgütü olarak varlığını devam ettirebilmektedir.
Cahiliye Arap döneminde olduğu gibi başat güçlerin yaptıkları yapay putları kutsallaştırma ve toplumu ona inandırma çabası, çoğu zaman maalesef sivil toplum örgütlerinin kurumsallaşmadan yok olmalarıyla sonuçlanmaktadır.
Ülkemiz, böylesi bir iklimin bütün gücüyle ve acımasızca uygulandığı bir süreci ve bu sürecin belirli tipolojilerinin jakobenci duruşlarıyla geçmektedir.
Demokrasi, sivil toplum, liyakat, istişare, adalet, özgürlükler ve birey olma gibi en tabii hakların öcü gösterildiği ya da sadece dil ile ifade edilip içinin iğdiş edildiği bir süreci yaşamaktayız.
Milliyetçiliği millette rağmen bir milliyetçiliğe dönüştürerek içini boşalttık. Demokrasiyi bir insanın iradesine ipotek ettik. Partileri en büyük siyasi tarikatlara dönüştürdük. Cemaatleri, tarikatları ve aşiret liderlerini itibarlı bireyler haline getirdik. Oysa ne cemaat ne tarikat ne aşiret ne de siyasi partilerde birey yok yığın vardır.
Yığınlaştırılan bir toplumda demokrasi gelişemez, özgürlükler kullanılamaz ve medeniyetin inkişafı mümkün değildir. Böylesi bir iklimde ancak Alamut kalesinin narkozlu şakirtleri türeyebilir. Bunların bir versiyonunu 15 Temmuz darbe teşebbüsünde ibretle seyrettik, karşı çıktık, can verdik.
Sonuç itibariyle kendi iradesini kullanamayan kişi, birey olamadığı gibi üyelerinin iradesiyle hareket etmeyen sivil toplum örgütleri de o üyelerinin yapıları değil başka yapılarının toplumdaki izdüşümleridir. Bu gerçekle yüzleşmek belki sıkıcı ama zihnimize vurulmak istenen bu başat güçlerin dogmalarını kırmak içinde olmazsa olmazımız olduğu gerçeğini haykırmak zorundayız.
Belki de ya irademize sahip çıkıp yeni bir silkinişe kulaç açacağız ya da biat edip yığınlaşacağız. Birey olmadan hiçbir şey yapamayız. Eğer İslam coğrafyası bugün kan ve gözyaşı üzerine inşa edilmişse bunun tek sebebi yığınların birey olmayışlarından kaynaklanmaktadır.