İYİ Parti'nin 4. Yıl kutlamaları İstanbul’da yüksek bir katılımla coşkuyla kutlandı. Ancak tek görevi algı yönetimi yaparak muhalefete zarar vermek isteyenler yine boş durmayarak kendilerine bir malzeme buldular.
Buldukları malzeme İYİ Parti'nin "Yolumuz Ömer’in yolu" sloganı...
İYİ Parti’ye saldırmak için fırsat bekleyen kesim hemen teşhisi koydu: "İYİ Parti İslamcılığa kayıyor. AKP'ye benziyor"
Bu yorumu yapanlar AKP'li olsa gülüp geçerim, bir şey demem ama bu yorumu yapan insanlar içimizdeki muhalifler. Bir kısmı Arapçılıkla İslam’ı ayıramayan Türkçüler, bir kısmı laiklikle İslam düşmanlığını ayıramayan Atatürkçüler.
AKP'nin 20 yıldır iktidar olmasında en çok bu iki kesimin katkısı vardır. Sözde Türkçülük ve Atatürkçülük yaptıklarını söyleyip bu milletin bin yıldır inandığı dine hakaret ederek bu ülkenin muhafazakâr insanlarını AKP'ye doğru ittiler.
AKP'nin ülkeyi iyi yönetemediğini bilse de sırf dini nedenlerden dolayı muhalefete yanaşamayan milyonlarca insan var.
Çünkü milletin değerleriyle kavga ederseniz kaybetmeye mahkûmsunuz. Türkçü de olsanız, Atatürkçü de olsanız Türk milletinin inancına saygı duymak zorundasınız.
Kabul edin ya da etmeyin Türkler'in "milli dini" İslam’dır. Bu düşünce sadece benim değil Atatürk’ün, Ziya Gökalp’ın, Nihal Atsız’ın ortak düşüncesidir.
Bu 3 tarihi şahsiyet İslam’ı Türkler'den ayrı tutmamış, tam tersine İslam’ı Türk milletinin bir parçası olarak görmüşlerdir.
Örneğin Atatürk döneminde ilkokullarda okutulan "Cumhuriyet çocuğuna din dersleri" kitabında İslam "Türk milletinin milli dini" olarak anlatılmıştır. Cumhuriyet sonrası din alanında yapılan devrimlerin de amacı Arap milliyetçiliğinden kurtulmuş bir milli din yaratmaktır. İslam düşmanlığı değildir. Eğer Atatürk, din düşmanı olsaydı harf devriminden sonra Kur-an’ın tercümesini yeni alfabeyle yayımlamazdı ve bugün kimse Kur-an'ın anlamını bilmezdi.
İslam’ı Türkler'in milli dini olarak gören tarihi şahsiyetlerden biri de Türkçülük fikrinin önderlerinden Nihal Atsız’dır. 18 Ocak 1952 tarihinde Orkun dergisinin 68. Sayısında yayınlanan "Veda" başlıklı makalesinde İslam hakkındaki görüşlerini şöyle açıklamıştır:
"Milleti yapan unsurlardan birisi de din olduğuna göre Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki Türklerin dini Müslümanlıktır. Eski dinimiz olan şamanlıktan da bazı unsurlar alarak bir Türk Müslümanlığı haline gelen bu din on asırdan beri bizim milli dinimiz olmuştur."
Atatürk’ün fikirlerimin babası dediği Ziya Gökalp de "Türkçülüğün Esasları" adlı kitabında "Dini Türkçülük" fikrini şöyle tanımlamıştır:
"Dinî Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olması demektir… Kur’an-ı Kerimin ve gerek ibadet ve ayinlerden sonra okunan bütün dualarla münacatların ve hutbelerin Türkçe okunması lâzım gelir." (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, MEB Yayınları, İstanbul, 1990, s. 176-177)
Bu satırları okuyunca Atatürk’ün Türkçe ezan ve Kur-an tercümesi fikrini kimden ilham aldığı ve neyi amaçladığı açık değil midir?
Türk Milliyetçiliğinin 3 değerli tarihi şahsiyeti İslam’ı Türkler'in milli dini olarak görürken bugün milliyetçilerin bir kesiminin "Yolumuz Ömer’in yoludur" sloganını İslamcılık olarak yorumlaması cahillik ve tarihsel milliyetçi çizgiden kopuş değil de nedir?
Arapçılık ve İslam’ı birbirinden ayırmak gerekir. Arapçılık, Türk milletine kimliğini unutturmak için bir projedir. Arapların Türklerden üstün olduğuna inandırmak, Arap kültürünü İslam olarak kabul ettirmeye çalışmaktır. Osmanlı’nın son 300 yılında Araplar "kavm-i necip" yani temiz ırk olarak görülüp Türklük duygusunun gevşetildiği tarihi bir gerçektir. Türkçülük fikrinin çıkış noktası da Arapçılığa karşı çıkıştır. Ancak Türkçülük fikri ortaya çıkarken İslam ve Arapçılık ayrımı yapılmış, Atatürk dâhil hiçbir Türk milliyetçisi İslam’ı yok saymamıştır. Bunun nedeni şudur:
Tarih boyunca Türkler İslam’ı Araplara benzeyerek değil İslam’ı kendine benzeterek yaşamıştır ve kendine göre bir Türk İslam’ı yaratmıştır. Bugün Türklerin ezici çoğunluğu Müslüman olduğu halde Türklük yaşamaya devam ediyorsa bunun nedeni milli kimliğimizi İslam içinde koruduğumuz içindir. Kısacası İslam’ı eski dinimiz Şamanlıkla sentez ederek Türk İslam’ı yarattığımız içindir.
İslam düşmanlığı yaparak Türk milliyetçiliği yapılamayacağını açıkladıktan sonra Hz. Ömer konusuna gelelim.
Her toplum adalet, cesaret vb erdemleri dini ve milli şahsiyetlerle özdeşleştirir ve bu değerlerden bahsedildiğinde herkesin aklına o sembol isim gelir. İster Müslüman olun, ister olmayın Türk milleti adalet kavramını Hz. Ömer ile özdeşleştirip "Ömer adaleti" diye bir deyim üretmiştir. Sizin inancınız ya da Hz. Ömer’i sevmemeniz bu gerçeği değiştirmez. Toplumsal algılar, şahsi düşüncelerin üstündedir. Eğer toplum zihninde adaleti Hz. Ömer ile özdeşleştirmişse bunu reddetmek kendinizi kandırmaktan başka bir şey değildir.
Eğer adalet kavramını vurgulamak için Hz. Ömer’in örnek verilmesini İslamcılık olarak görüyorsanız Türk yargısı en büyük İslamcıdır. Çünkü bugün tüm adliye binalarında, mahkeme salonlarında yazan "Adalet mülkün temelidir" sözü Hz. Ömer’e aittir.
Cümlenin Arapça orijinali "El-‘adlü esâsü’l-mülk"tür. Cümlede geçen "mülk" kelimesinin anlamı "mal" değil "devlet"tir. Yani tüm adliyelerimizde yazan "Adalet mülkün temelidir" sözünün tam olarak anlamı "Adalet devletin temelidir" demektir.
Hz. Ömer'in bu sözü ne zaman ve hangi olaydan sonra söylediğini İbn-i Kesir "El-Bidâye ve’n-Nihâye" adlı eserinde (cilt 7, s. 68) şöyle anlatır:
"Adalet mülkün temelidir (esasıdır) ve baki kalmasının ve devam etmesinin sırrıdır… Beyhâkî ve İmam Şafi şunu dediler: Ömer b. Hattab, Kisra’nın bileziklerini Süraka b. Malik’e verdikten sonra şöyle dedi: “Kisra b. Hürmüz’ün bileziklerini kollarından çıkarıp Beni Müdlic kabilesinden Arab olan Süraka b. Malik’in kollarına takan Allah’a hamd olsun."
Daha sonra Hz. Ömer, Müslümanlara bir hutbe verdi. Onlara Kisra’nın mülkünün (devletinin) zulüm ve eziyetlerle yok olduğunu, halbuki mülkün (devletin) temelinin ve ayakta kalıp devam etmesinin sırrının adalet olduğunu beyan edip açıkladı. Daha sonra bütün ganimetleri paylaştırdı. Ve bu ahlakla Müslümanlar İran şehirlerini (ülkesini) fethettiler. Kisra’nın mallarına mirasçı oldular. Güneş İslam illerinde batmaz oldu.”
"Yolumuz Ömer’in yoludur" demek İslamcılıksa Hz. Ömer’in sözünü tüm adliyelere, mahkeme salonlarına yazmak da laikliğe aykırı değil midir?
Laiklikten bahsedince Atatürk’ten bahsetmemek olmaz.
Hz. Ömer’in kişiliğini öven kişilerden biri de Atatürk’tür. 1930 yılında Serbest Fırka'nın kurulduğu günlerde başta Prof. Dr. Şemsettin Günaltay ve dostlarının olduğu bir toplantıda Hz. Ömer hakkında şunları söylemiştir:
"Büyük bir devrim yaratan Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakta belirlenmek gerektir. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa vermek değil, yaratmış olduğu devrimi güvenlik altına almaktır. Bu da yerine önce devrimi kavramış en yakın bir arkadaşını geçirerek, baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. Devrimi kavramış ve ona bütün varlığı ile bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki, onun defni düşünülebilirdi. O zaman beş on akraba ile değil, bütün kendisine bağlananların katılmasıyla ve şanına yaraşır bir törenle fani naaşı ebedi istirahat yerine verilirdi… Ne Ali, ne de diğer Haşimoğulları bunu düşünmediler. Bu gerçeği o zaman ancak üç büyük insan kavramış: Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın girişimleri ve azimleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştu. Devrimin bu üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardı.” (Prof. Şemseddin Günaltay, Ülkü Dergisi, 1939. Aktr: Kemal Arıburnu, Atatürk’ten anılar, s.286)
"Yolumuz Ömer’in yoludur" sözünü İslamcılık olarak yorumlayan Türkçülerimiz ve Atatürkçülerimizin Hz. Ömer’i Hz. Peygamber kadar büyük devrimci olarak gören Atatürk hakkında ne diyeceklerini merak ediyorum. Büyük ihtimalle reddedecekler ya da yok sayacaklar ama tarihi gerçekler kimsenin keyfine göre değişmez.
Türk milleti olarak böyle basit konuları aşmamız gerekiyor. 21. Yüzyılda çağdaş devletler Mars’ta hayat ararken biz hala "Hz. Ömer’den bahsetmek İslamcılık mıdır? Değil midir?" diye tartışıyoruz. Konuşmanın tamamına bakmak yerine bir cümleye takılıyoruz. Çünkü basit polemikleri seven bir milletiz. Basit tartışmaları sevdiğimiz için de tarihimiz ve dinimizle kavgamız bitmiyor.
Biri laiklik maskesi altında İslam’a saldırıyor, diğeri İslam adı altında Cumhuriyet ve Atatürk’e saldırıyor. Enerjimizi boş konulara harcadıktan sonra "Biz neden gelişemiyoruz?" diyoruz.
Milli ve manevi değerleriyle kavga etmeyi bırakmayan bir millet gelişemez. Gelişmek istiyorsanız bu mevzuları konuşmayı bırakıp yüksek bir yere koyacaksınız ve orada kalacak, kimse tekrar indirip bu defterleri açmayacak.
Bu olgunluğu gösterirsek yolumuz açılır. Yoksa bir 100 yıl daha İslam ve laiklik çatışmasıyla devam ederiz...