Siyasal ümmetçilik çöküyor

Murat YAZAN

Kahraman ordumuz bugün önemli ve gerekli bir operasyona imza atıyor. Barış Pınarı operasyona katılan tüm askerlerimize başarı diliyor, en az kayıpla evlerine, kışlalarına dönmelerini diliyorum.

Bugün bölgeye operasyon yapılmasının arka planında yer alan stratejik ve politik hatalara ve hataların sorumlularına bu yazıda değinmeyeceğim. Bu yazıda değinmeyi tercih ettiğim konu bir kez daha karşı karşıya geldiğimiz “ümmetçilik-milliyetçilik” paradoksu. “Neden Araplar ve hatta uğruna Mavi Marmara’da şehitler verdiğimiz Filistin operasyonu kınarken Macaristan, Azerbaycan ve Pakistan bize destek verdi ?” sorularına yanıt arayacağız. Önce kavramları tanımlamaya çalışalım.

Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü’nde;

milliyetçilik, -ği

a. Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizm: Milliyetçilik, sadece bir ideoloji değil, bir yaşayış ve bir duyuş tarzıdır. -M. Kaplan.

ümmetçilik, -ği

a. Bir İslam topluluğu olarak kalmak amacını güdenlerin görüşü.

Yanlış anlamaların önüne geçmek için şunu net olarak ifade etmeliyim; bu yazıdaki “ümmetçilik ”dindarları ve inananları değil, devleti ve toplumu sadece din olgusu üzerine kurmaya çalışan anlayışı tanımlamak için kullanılmaktadır.

Ümmetçilik dünyanın eski toplumsal birleştirici kavramlarından biriyken milliyetçilik kavramın tanımlanması itibarıyla tarih sahnesinde “yeni” kabul edilebilir. Kavramın modern anlamda tanımlanması ve olgunlaşması sanayi devrimine denk gelir. Antropoloji bize kabilecilik aidiyetinden söz etse de kabilecilikteki aidiyetin “kabilenin ruhlarına mı, dinine mi yoksa kabilenin kendisine mi” ait olduğunu net olarak açıklamaz. Sanayi devrimine neden olan Protestan püriten (çileci) ahlak anlayışı karın tokluğuna yaşamak adına tasarrufu ve servet birikimini öncelemiş ve biriken hacimli sermaye sanayi devrimini doğurmuştur (Bakınız: Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu – Max Weber.)

Ümmetçiliğin önemli açmazı, dünyanın siyasi haritasında ülke sınırlarının olmasıdır. Ülkelerin işgal ettiği alanlar milletlere ve ülkelerine aittir ve o alanlar içerisinde birden fazla din bulunabilir. Adı ister ulus devlet, ister federasyon olsun her ülkenin belirlenmiş sınırları vardır ve bu sınırların korunması için askerler, görevliler, savunma politikaları ve bürokrasi aktif olarak işin içindedir. Devlet denen organizmanın temel hedefi varlığını sürdürmektir. Vatandaşlarını buna ikna etmek için ulusal kültürü, mitleri ve söylenceleri kullanır.

Ümmetçiliğin sınır kavramı yoktur. Önemli olan etnik aidiyet değil inanç aidiyetidir. Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde yaşayan bir ümmetçi için dünyanın herhangi bir yerinde aynı dine mensup şahıs “kardeşidir”. Ümmetçiler için önemli olan dinini yaşamaktır. Bu yolda başka bir ülkenin mandası altında yaşamayı önemsemezler. Bunun yakın tarihimizden hatırladığımız örneği de Kurtuluş Savaşı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü yerici ifadeler kullanan dönemin bazı mollalarıydı.

Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ulus devletler dünyanın önemli bir gerçeğidir. Çoğu gelişmiş ülkelerin devlet modelleri ulus devlet modelidir. Her millet kendisini ayrıcalıklı kabul eder ve fertlerinin büyük kısmında ister az ister çok olsun, etnosentrik (etnik kökeni merkeze alan) bir kibir söz konusudur. Çoğunun yapısı ırk veya kan aktarımına değil, kültür milliyetçiliğine dayanır. Avrupa’ya gidenler gayet iyi bilirler ki gittikleri ülke her hangisi olursa olsun gelen yabancıların gidilen ülkenin dilinde konuşmasını tercih ederler. Bu ülkelere göçmen olarak gidenler entegrasyon programlarına dahil edilirler ve bu programlarda göçmenlere ülkenin dili, tarihi, kültürü öğretilmeye çalışılır. Ancak din konusuna girilmez.

İslam özelinde bakacak olursak, Kuran’da toplumsal bir model önerir ancak bir “devlet” modeli önermez. Kavmi yöneteceklerin özelliklerini tanımlar. Kaldı ki dünya üzerinde kurulan bir İslam Devleti yoktur. Osmanlı her ne kadar böyle tanıtılmaya çalışılsa da yöneticileri özelinde bile Kuran’da yazan tarifle uyuşmaz. Kuran’da babadan oğula aktarılan bir saltanat kabul edilmez. Liyakat, işinin ehli olmak ve istişareyle göreve getirilmek kıstaslarına uymazlar.

İncil devlet konusuna neredeyse hiç girmezken Tevrat “Yahudi kavmine” hedef belirler, bazı toprakları vaat eder.

Siyaseti ümmetçilik üzerine kurmaya kalktığımızda pratikte nasıl sorunlar yaşadığımızı yakın zamanda görmüş olduk. Barış Pınarı harekâtını “din kardeşlerimiz” Arap Birliği kınarken Kafkaslar'daki Türk devletleri ve ortak kültürel geçmişe sahip olduğumuz Macaristan yanımızda durdular. Çünkü kültür ve geçmiş birliğinin farklı bağları (ortak söylenceler, mitler, masallar, yaşam tarzı ve millet bilinci) varken, din kültürün elementlerinden biridir. Macaristan Hristiyan’ken Kafkas coğrafyasındaki Türk devletleri uzun zaman Sovyetler Birliği baskısı altında yaşayıp dinden uzaklaştırılmıştı.

En yaralayıcısı Filistin olmak üzere, ortak dine sahip olduğumuz ülkelerin bizi kınamaları aramızda bir kültür birliği ve bağ olmadığının açık kanıtıdır ve anlamlıdır. Türkiye bir an önce eksenini değiştirmeli ve dünya gerçekleriyle uyuşmayan ümmetçi politikalardan vazgeçerek kültür birliğine sahip olduğu ülkelerle yakınlaşmalıdır.