Eleştiri, muhalefet, muhalefete muhalefet, demokrasinin olmazsa olmazları...
Muhalefet her türlü eleştiriyi yapmalı-yapabilmeli...
İktidar da muhalefetin siyaset tarzını eleştirebilmeli…
Keza; Medya, aydınlar, yazarlar başta olmak üzere tüm vatandaşlar iktidarı da muhalefeti de, bürokrasiyi de medyayı da eleştirebilmeli...
Eleştirinin sınırı aynı zamanda demokrasinin sınırıdır... Eleştiri özgürlüğümüz ne kadar geniş olursa demokrasimiz de o kadar gelişir…
Ama eleştiriyi yaparken dikkat etmemiz gereken bir husus var: Üslup… Ziya Paşa’nın Türkçemize kazandırdığı “Üslub-u beyan aynıyla insan” özdeyişinde ifade edildiği gibi; bir insanın üslubu aslında kendisine tutulan bir aynadır…
Eleştiriyorum diye, muhatabını aşağılayan, hakaret eden hatta küfredenler, belki şu an etrafındaki “evet efendimciler” ve anket sonuçları nedeniyle doğru yapıyorum sanabilirler ama onlara gerçek notu er geç tarih verecektir...
Bazen televizyon haberlerinde, tartışma programlarında katılımcıları dinlerken duyduğum sözlerden, sokak ağzıyla yapılan hakaretlerden çok rahatsız oluyorum... Hatta bazı filmlerde olduğu gibi haberler ve tartışma programları başlarken “18 yaşından küçüklerin izlemesi zararlıdır” işaretinin konulması gerektiğini düşünüyorum.
Toplumu kutuplaştıran, aile fertlerini bile birbirlerine düşman kılan bu siyaset anlayışı ne kadar sürdürülebilir bilemiyorum…
Siyasi parti liderlerinin aynı masa etrafında toplanıp tartışabildiği, bayram kutlamalarına her parti liderinin davet edildiği- katıldığı-, basın toplantılarına gazeteciler çağırılırken ambargo konmadığı “Eski Türkiye”yi özlüyorum.
Ve en çok da; eskiden oldukça sık rastladığımız, zeki, nükte dolu, saygılı ama eleştirinin alasını yapan siyaset üslubu ve siyasetteki hoşgörü yeniden gelsin istiyorum.
Bir kaç örnekle “Eski Türkiye” siyasetindeki nükte ve hoşgörü anlayışını hatırlayalım;
1950 seçimlerinde DP’den milletvekili adayı olan ünlü şairimiz Arif Nihat Asya’ya bazı dostları "sen CHP’nin Adana’daki siyaset devlerine karşı hangi cesaretle çıkıyorsun?" derler… O da bir nutkunda bu soruyu şu anlamlı cümleyle cevap verir; “Çünkü şimdiye kadar sizin karşınıza hep birtakım devler çıktı.. Biraz da insan görün diye huzurunuza çıkmış bulunuyorum!.."
1980 Sonrası, Yaşar Topçu Süleyman Demirel’in avukatıdır. Bir sabah yanına gelir ve “Antalya’da bir şahıs size hakaret etmiş, o tarihte başbakan olduğunuz için kamu davası açılmış, adamı da içeri atmışlar, araya 12 Eylül girdiği için geç haberimiz oldu.” deyince, Demirel, “Yaşar ne demiş adam?" diye sorar. Yaşar Topçu, “Efendim huzurunuzda tekrarından teeddüp ederim, küfür etmiş diyelim…” cevabını verince Demirel, “Türkiye ekonomik bir krizle mücadele ediyordu; adam bunalmış, kime küfredecek? Tabii ki hükûmetin başına… Bütün işlerini bırak, Antalya’ya koş, o adamı tahliye ettirmeden Ankara’ya dönme” der. Ve Yaşar Topçu, gider ve gerekeni yapar.
Genel Başkan olduğu dönemde, bir gazeteci, Erdal İnönü'ye sorar: “Bir öğretim üyesi olarak, siyasi parti liderlerine not verir misiniz?” Prof. Dr. Erdal İnönü şöyle cevaplar; “Sayın Özal için "sınıfta kalır" dememi istiyorsunuz belki. Ama o beceriklidir, merak etmeyin, sınıfta kalmaz.”
Ne dersiniz; siyasette nükte ve hoşgörü örnekleri çoğalsa, siyaset üslubu kibarlaşsa hepimiz daha mutlu olmaz mıyız?