Siyasi akımlar birbirlerini yok etmek için sürekli mücadele halindedir. Güçlü olan gücünü kaybedinceye kadar hüküm sürer. Sonra yerine yenisi gelir. Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze çok sayıda siyasi ideolojiler uygulamaya konuldu. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yaşandı bu durum. Pan İslamizm, Pan Türkizm derken Demokrasi ve Laiklik kavramları genç Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte yaşam alanımıza girdi.
Genç Cumhuriyet kendisini koruyabilmek için Türkçülere, İslamcılara, Komünistlere karşı zaman zaman sert tedbirler aldı. Hedef Türkiye Cumhuriyeti olduğu için devletin kendini savunması da doğaldı. İdeolojilerin üstüne gidildikçe, ideolojik hareketler yer altında faaliyetlerine devam ederler. Örneğin siyasal İslamcıların ve padişah yanlılarının mücadeleleri İttihat Terakki sonrası ivme kazandı. Cumhuriyetin ilanı ve hemen sonrasında gerici siyasal isyanlar başladı. Örneğin günümüzde baş tacı edilen Şeyh Sait İsyanı, Menemen İsyanı gibi. Bütün bu isyanlar Siyasal İslam’ın Türkiye Cumhuriyetine karşı yapmış oldukları başkaldırılardır.
Ordumuzun kuvvetli olması, iç disiplinin sağlam olması ve devlete bağlılık siyasal islamı gün yüzüne çıkarmadı. 1950 sonrası filizlenen 1980 lerde gürbüzleşen siyasal İslam daha sonraki yıllarda partileşme sürecine girdi. Önce ümmet kavramına dört elle sarılanlar daha sonra Türklüğü ve Türk Milletini inkar ettiler. Demokratik sisteme meydan okudular. Laiklik elden gidecek endişelerine açıkça gerekirse gider dediler. Sistem içinde tarikatlar kanalıyla girmedikleri kanal kalmadı.
O günlerin siyasi partileri çoğunluk sağlamaktan çok uzak oldukları için ülke koalisyonlarla yönetildi. Yamalı bohça dönemi dediğimiz bu dönemler istikrarı ve ekonomiyi bozdu. Ordunun yönetimlere müdahalesi siyasal İslamcılar için fırsat ve koz oldu. Cemaatler vasıtasıyla karşı propagandalar başladı ve dış güçlerin de desteği ile 2002 de Siyasal İslamcılar demokratik yolla yönetimi ele geçirdiler. İlk dönem kendilerini fazla belli etmediler. Devletin içine sızdılar. Aydınlardan başlayarak, iş adamlarına, basına daha sonra orduya karşı bir seri kumpaslar kurularak hepsini saf dışı ettiler. Emniyetin içine sızma tamamlandıktan sonra adalet yerlerde sürünmeye başladı. Biatçı parlamento sayesinde düzeni kendi çıkarları doğrultusunda dizayn ettiler. Yasama, Yargı, Yürütme tek adamın elinde toplandı. Sistemin adı ise demokrasi idi ? Nasıl bir demokrasi ise.
Özetle bunları yaşadık. Şimdi gelinen noktaya bakar mısınız. Yönetim aynı yönetim, Polis kendi polisleri. Paralele yapı adı altında bir birlerini harcıyorlar, yiyorlar. Yakında sıranın hukukçulara geleceğini söylüyorlar. Buzdağının üstte görünen kısmı böyle ya altı? Tüm etkin mihrakları, kurumları saf dışı eden iktidar kendi iktidarına alternatif olacağını düşündüğü, korktuğu emniyet birimlerini tarumar ediyor. Devletin bütün imkanları tek kişi için kullanılarak, eşitsiz ve adaletsiz bir şekilde yeni bir yapılanmaya giriliyor. Böylece diktatörlerin sahip ve yönetimi altında Türkiye’yi şanssız günler bekliyor.
İç bölünmeyi, ayrışmayı, Kürt ve Alevi sorunlarını, gelir adaletsizliğini, dış politikada ki içler acısı durumumuzu irdelemedik. Hepsini alt alta koyduğunuzda Türkiye’nin yeni bir dinamizme ve siyasal islamın olmadığı gerçek demokrasiye ihtiyaç var.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bu bakımdan önemli. Halk olarak dur demek yerine devam denilirse tek söylenecek söz: Rast gele…olur. Kanan, kandırılan kitleler sayesinde memleketin yönetimi ve geleceği de ipotek altına girmiş olur.