Soma veya Bartın ve ödev ahlakı...

Halil KONUŞKAN

2014 yılında Soma faciasını yaşadık. Facianın akabinde sorumluluk bilincinin önemini vurgulayan bir makale kaleme aldık. Daha sonra Soma faciasının yıldönümüne ithafen bu makaleyi 13 Mayıs 2017 tarihinde Haberalp sitesinde tekrar yayımladık. Aynı makaleyi bugün tekrar yayınlıyoruz.

SOMA VE ÖDEV AHLAKI

Şahit olduğu yanlışları gerekli mercilere şikayet edenlere "muhbir" gözüyle bakılmakta, bu gibi insanlar "kalleşlik" ile damgalanmaktadırlar.

Alman filozofu Immanuell Kant, varlık ve bilgi felsefesinde kabul gören ve kritisizm (eleştirel felsefe) olarak isimlendirilen görüşlerine paralel olarak ahlak felsefesi (etik) alanında da felsefe tarihine geçen "ödev ahlakı" olarak isimlendirilen düşüncenin sahibidir.

Bugün Rusya Federasyonu'na bağlı olan Kalliningrad şehri o zaman Almanya’nın Doğu Prusya topraklarının içinde kalıyordu ve Könisgberg ismiyle anılıyordu.

Kant bu şehirde ömrünü geçirmiş ama felsefi görüşleri evrensel anlamda kabul görmüştür.

Şimdi "ödev ahlakı"nı Kant’tan ilham alarak açıklayalım;

Könisberg şehrinin ortasından Vistül ırmağı geçmekte ve bu ırmak Baltık denizine dökülmektedir. Şehrin üzerindeki köprülerden birinde gezinmekte olan genç bir kızın dengesini kaybederek nehre düştüğünü varsayalım. O anda kızın nehre düştüğü yere yakın olan bir delikanlının varlığını kabul edelim. Bu delikanlı nehre atlayıp genç kızı kurtarırsa bu eylemin ahlaklı olup olmadığını düşünelim. İlk aklımıza gelen fikre göre çok kişi delikanlının nehre atlayıp genç kızı kurtarmasını takdir edilecek ahlaki eylem olarak yorumlayacaktır. Ancak Kant, bu eylemin bilakis ahlaksız bir eylem olabileceğini söylüyor.

Örneğin; Delikanlı genç kızı kurtarmak için nehre kızın ailesinin zengin olduğunu bilerek ve bu zenginlikten bir fayda umarak, kızın babasının kendisini ihya edeceğini düşünerek bu niyetle nehre atlamış ise Kant’a göre bu eylem bilakis ahlaksız bir eylemdir. Delikanlı genç kızın çok güzel olduğunu fark etmiş ve kızı kurtardıktan sonra tavlamayı düşünerek atladıysa yine bu eylem bilakis ahlaksız bir eylemdir. Delikanlı genç kızı kurtardığı takdirde bütün şehrin kendisini konuşacağını düşünmüş, gazetelerin kendisinden bahsedeceğini tahmin etmiş, ünlü bir kahraman olmayı umarak nehre atlamış ise bu eylem yine bilakis ahlaksız bir eylemdir.

Kant bahse konu olan eyleminin nasıl "ahlaklı" bir eylem olacağını da izah ediyor. Örneğin; Delikanlı genç kızın nehre düştüğünü gördüğü anda ona en yakın kişi olduğunu düşünerek, bir insan, bir vatandaşın nehre düştüğünü onu ancak kendisinin kurtarabileceğini, bunun kendisi için insani ve vatandaşlık görevi yani ödevi olduğunu düşünerek, başka hiçbir fayda ummadan salt bu düşünceyle nehre atlayıp genç kızı kurtardıysa işte bu eylem bilakis "ahlaklı" bir eylem olacaktır.

Kant "ödev ahlakı" düşüncesi ile yapılan eylemin şekli değil eylemi yapan kişinin niyetinin yani ödev bilinci ve sorumluluk duygusunun o eylemin ahlaki olup olmadığını belirlediğini dile getirmektedir.

İşte Alman toplumu, Alman devleti ve Alman eğitimi bu "ödev ahlakı" anlayışına göre dizayn edildiği için Almanlar kimsenin yaya geçidinde beklemediği yerlerde kırmızı ışığı ihlal etmemekte, toplumun çoğunluğu toplumsal ödevini yapma bilincinde bir yaşam sürmekte ve böyle davranmaktadır.

Bu sebeple Almanya’da trafik kazaları, suistimal, adam kayırma, adam sendecilik, yolsuzluk, rüşvet ve maden kazaları asgari seviyededir.

Alman toplumunda her mevkide bulunan sorumlu kişi işini çok titiz bir şekilde yapmakta, "bir şey olmaz!" dememektedir.

Bizde ise işini düzgün yapan kendisine düşman kazanmakta; "kıl herif" sözleriyle anılmakta, böyle bir kişinin "oyun bozan" olduğu bireylerin "işini bozduğu" düşünülmektedir.

Şahit olduğu yanlışları gerekli mercilere şikayet edenlere "muhbir" gözüyle bakılmakta, bu gibi insanlar "kalleşlik" ile damgalanmaktadırlar.

Ne yazık ki; bu anlayış bütün toplum katmanlarına yayılmış durumdadır. Müfettişler kağıt üzerinde teftiş yapmakta, menfaatinin olmadığı eğitim sektöründe en ince ayrıntıyı gözetirken, menfaatinin olduğu inşaat ve madencilik gibi sektörlerde problem çıkarmama anlayışı ile uygulamada bulunmaktadırlar.

Bürokrasimiz ve yönetim erkimiz bu anlayış ile çalışmakta ve işte bu sebeple her türlü kaza bizi bulmaktadır.

Sorumluluktan kaçma mekanizması da hazırdır; Kader!

Soma hadisesi gibi yaşadığımız trajedilerde yönetimin toplumsal sorumluluklarını içeren bir ödev ve görev bilinciyle hareket etmediği hakkında kuvvetli şüpheler vardır. Ama şunu da unutmayalım ki; toplum olarak toplumsal ödev ve görevlerimizi bilmemekte, toplumsal bir sorumlulukla hareket etmemekteyiz.

Kendimize soralım; Kaçımız elinde bir çöp olduğunda çöp kutusu bulana kadar elinde tutmaktadır?

Oysa "ödev ahlakı" bilincinin alasının bizim kültür kodlarımızda mevcut olduğunu unutmayalım; "Ameller niyetlere göredir" ve "Eşeğini sağlam kazığa bağla!" söylemlerinin gereği yapılsa yeterli olacaktır.

Emanuell Kant’ın "ödev ahlakı" Alman toplumu ve devleti tarafından yaşatılırken; biz de bu görüşe daha önce temas eden Harputlu Türk Filozofu Suhreved-i El Maktül’ün idam edildiğini göz önüne aldığımızda maalesef bize ancak Alman örneğini vermek düşüyor.

*   *   *

Bunca yaşananlara karşı kimse pay almadı. Bugün de Bartın faciasını yaşadık. Dün Soma'da "fıtrat" diyenler bugün Bartın'da "kader" dediler. Bu demektir ki, aynı zihniyet devam ettiği müddetçe başka mekanlarda başka facialar da tekrar yaşanacak, dün "fıtrat" ve bugün "kader" diyenler yarın da "kader-fıtrat" diyeceklerdir. Ama olan onlarca canımıza olacak.

Biz karınca misali aydınlanmaya ve aydınlatmaya devam edeceğiz. Bu mücadelemiz aydınlık karanlığa galip gelene kadar sürecektir....

Soma'da, Bartın'da ve başka madenlerde vefat edenlere rahmet, kalanlara sağlık, devletimize de "ödev bilinci" diliyoruz...