- Mutlu musunuz?
Hemen cevap vermeyin lütfen, daha sorularım var!
- Keyfiniz yerinde mi?
- Geleceğe güvenle bakabiliyor musunuz?
- Rahat geçinebiliyor, ihtiyaçlarınızı kolayca karşılayabiliyor musunuz?
- Çocuklarınızın geleceğinden emin misiniz?
Aslında soru çok ama, bunlarla yetinelim şimdilik.
Bu soruların bütününe veya çoğuna 'evet' diyebiliyorsanız mesele yok.
Ununuz tuzunuz, kuru demektir.
Kimlermiş bakalım unu kuru tuzu kuru olanlar?
Ya milletin anasına söve söve, milyar dolarlar kazanan müteahhitler veya beş-altı yerden maaş alıp ahkam kesen, imtiyazlı bürokrat takımı. Dahası da var elbet.
Bunlara diyeceğim çok şey var da şimdilik sustum!
Mesele bugüne kadar, yukarıdaki sorulara yavaştan da olsa evet ‘hamd olsun!’ diyebilen vatandaşımızla ilgili. Bunlar ayrı bir kategori.
Evet, genelde mütedeyyin insanlar, akşamları bir tas çorbaya ekmek doğrayıp şükreden benim insanım. Fakat ne oldu da sesi çıkmaya başladı!
Demek ki bıçak kemiğe dayandı.
Mızrak çuvala sığmıyor!
Hepimiz nerede yaşarsak yaşayalım, bu memleketin insanıyız. Manzarayı görüyoruz, eğer gözümüz yumuk, beyinlerimiz ipotekli değilse.
Esnaf, çiftçi, köylü, memur, emekli… Tüm gruplarda bir endişe var.
Üretmiş zarar etmiş, borçlanmış haciz gelmiş, markete gitmiş file boş dönmüş…
Ve yükselen sesler: ’Geçinemiyoruz! Evimize EKMEK götüremiyoruz!
İşte orada duralım. EKMEK!
İş geldi ekmeğe dayandı ise "durum vahim" demektir.
Türk insanı için ekmek ‘nimet'tir, kutsaldır. Yerde bir kırıntı görse, itinayla alır, yüksekçe bir yere koyar.
Bu sözcük sadece fırından çıkan somunun adı da değildir.
‘Ekmeğini eline almak’, ’ekmek parası’, ’ekmeğinin peşinde’, ’ekmeğine mani olmak’, ’ekmeğine göz dikmek', ’ekmek aslanın ağzında’…
Bu deyimlerin hepsinin ayrı ayrı anlamları var, biliyorsunuz...
Ama sonuncusu var ya , işte bunu iyi düşünmek gerekiyor!
Bununla ilgili Şems-i Tebrizi’nin sözünü başlık olarak aldım…
Televizyonlarda gördük.
Sabahın köründe yüzlerce vatandaş, yağmurun altında, Halk Ekmek büfelerinin önünde bekleşiyor.
Piyasada 2,5 lira olan ekmeği, 1,25’ e almak için.
Bir TV programında, bir TBMM üyesi: "O insanlar ekmek almak için değil, fotoğraf vermek için oradalar." diyebiliyor. Şaşırdık! Değişik illerde yüzlerce insan hangi organizasyonla fotoğraf için kuyruğa girmiş! Yazıktır günahtır. Bu kadar duyarsızlığa da, kapı kulluğuna da pes doğrusu!
Bütün bu olanlara üzülüyoruz. Allah sizi inandırsın yüreğimiz yanıyor. Ülkemizi, insanımızı seviyoruz.
Kötü giden bir durum var. Artık bunu kabullenip çare aransın istiyoruz.
Kimseye düşmanlığımız yok. Hasetimiz, garezimiz, kinimiz yok!
Ama bir şeyler ters gidiyor.
Türk Lirası her gün değer kaybediyor. Marketler her daim etiket değiştiriyor.
‘Dış güçler düşmanlık ediyor.’ diye kolaya kaçamayız.
Şimdi yeri gelmişken hatırlatalım.
2002-2008, hatta 2010’a kadar bu dış güçler uyuyor muydu?
Yatırımlar, anlaşmalar yaptılar, plaketler taktılar, övgüler sundular.
Bakınız "Dünyayı idare eden Yahudiler" diyoruz. İşte Sayın Erdoğan 2008’de Davos’ta İsrail Başbakanı'na "Ona Minüte" dedi. Dövizde uçma kaçma oldu mu? Olmadı.
Meşhur 1 Mart teskeresi 2003’te Meclis'te reddedilerek ABD’ye oturaklı bir Türk tokatı vuruldu, dolar hoplayıp zıpladı mı? Hayır!
Demek ki neymiş. Dışarıya değil de biraz aynaya bakmamız gerekiyormuş..
Artık herkes biliyor ki, ülkenin kalkınması, iyi idare edilmesi; ortak akılla, hak hukuk adalet, liyakat, meşveretle olabiliyor. Demokrasi, insan hakları, kuvvetler ayrılığı vazgeçilmezdir.
Ülkemiz, ‘Dünya akademik özgürlük endeksinde’, 2002/2008 yılları arasında 100 üzerinden 50’yi geçmişken 2021 yılında 6,4 puanla 175 ülke içinde 170.; Hukukun üstünlüğü endeksinde Sudan 116., Türkiye 117. sırada.
Bu istatistikleri ters yüz etmemiz bir vatandaşlık görevi değil mi?
Yazımı kısa bir anekdotla bitiriyorum.
‘Büyük İskender, Baş vezirini azleder. Vezir şaşkın, huzura çıkar: ‘Ne yanlışım oldu Efendim!’
İskender: ’Bu zamana kadar beni hiç eleştirmedin, yanlış yaptığımı söylemedin. Bir insanın her şeyi doğru yapması söz konusu olmayacağına göre, ya sen benim hatalarımı görecek kadar yeteneksizsin, ya da benim kötülüğümü isteyen düşmanımsın. Her iki durumda da görevde kalman uygun değildir.’ der.
Son ösz: Valla ben demiyorum, MÖ. 356-323 yıllarında yaşamış, kısacık ömründe dünyaya hükmetmiş Makedonyalı Büyük İskender diyor. Anlayın gayri…