Yoksullaştıran şartların gittikçe ağırlaşması önce beslenme sorununu gündeme taşır. Güvenlik sorunu da bunun doğal sonuçlarından sayılır.
Nitekim gıda perakendecileri geçmiş yıllara göre hırsızlık oranının yüzde 50 arttığını belirtiyorlar. Bu artış oranı ancak görünenlerle sınırlıdır. Zira hiçbir perakendeci bütün hırsızlık eylemlerini tespit edemez. İşin daha kötüsü, her yakaladıkları şüpheliyi de güvenlik güçlerine teslim edemezler. Yani caydırıcı olunamadığı bir yana; eskiden bu olaylar sigara, bal, içki, çikolata, bebek maması, jilet ve diş macunu gibi 5-6 ürün etrafında dönerken ve kontrolü daha kolayken, bugün ucuz ürün kalmadığı için bütün raflar aynı derecede ilgi çekmektedir. İşte maliyeti artıran bir gider kapısı da budur.
Peki o zaman enflasyon ile mücadele için bir şeyler yapmak gerekmez mi ?
İnanılır gibi değil ama enflasyonun yüzde 70’e tırmandığı, dolar/TL’nin son bir ayda yüzde 10’un üzerinde yükseliş gösterdiği bir ortamda Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) politika faizini yine yüzde 14’te sabit tutmuştur. Gerçi beklenmeyen bir karar değildi ama artık ümitsizliği artıran şekle dönmüştür.
Küresel ortamdaki tek haneli enflasyon, tedarik zinciri sorunları, pandemi ve Rusya - Ukrayna savaşı gibi gelişmeler bizim yaşadığımız krizin asıl sebepleri değildir. Zira artık dünyadan ayrıştığımızı istatistik ve matematik söylüyor.
Stagflasyonu yaratan en önemli sebep yanlış para ve maliye politikalarıdır. Para arzının üretimden fazla artması, faizin aynı seviyede kalması ve döviz kurlarındaki istikrarsızlık maalesef bu aşamaya getirmiştir.
Birbiri ile çelişen 2 ekonomi politikası birlikte uygulanamaz. Bir taraftan ekonomiyi canlandıracak politikalardan, diğer yandan enflasyonun hızını kesecek tedbirlerden eş zamanlı sonuç alınamaz. Nitekim dünya sıkılaşmaya giderken biz tersini uyguluyoruz. Ve toplumun büyük çoğunluğu en hayati ihtiyaçlara ulaşabilecek şartlardan her gün biraz daha uzaklaşıyor.
‘Talep düşerse fiyatlar da düşer’ yanılgısına kimse kapılmamalı. Zaten talep düşüyor ama enflasyon da yükselmeye devam ediyor. Zira bunun adı stagflasyondur; yani durgunluk içinde enflasyon…
Gündelik hayatta kullanılan ‘kıtlık’ kavramı somut bir yokluğu veya yetersizliği ifade eder. Ancak iktisadi anlamda bu kadar kestirmeden gitmek doğru olmaz. Örneğin, ülkemizde bol çeşit barındıran dükkan ve market raflarına bakarak kıtlığın bize uğramadığı sonucunu çıkartamayız.
Hint ekonomist Amartya Sen, gerçekte kıt olanın ürünler ya da üretim faktörleri değil cepteki para olduğunu, kıtlığın nedeni olarak kâr amaçlı ekonomik sistemin gelir dağılımında adaleti sağlayamaması sonucu paranın toplumdaki zenginlerin elinde toplandığını belirtmiştir. Yani aynı ülkede alt gelir grubu kıtlığı yaşarken, üst gelir grubu bolluk içinde yaşamını sürdürebilir.
Dolayısıyla Amartya Sen, gelir dağılımı bozuk ülkelerde gayrisafi milli hasıla artışının o ülkelerde yaşanan kıtlık düzeyini ve ülkede yaşayan insanların gerçek refah düzeyini yansıtamayacağını belirtip, bu iddiasını iktisadi yöntemlerle ispatlayarak 1998 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmıştır.
Kaldı ki ‘plansız üretim’ sebebiyle bizim de içerde eksik kalan tarımsal ürünlerimiz (şeker, ayçiçek yağı ve buğday gibi) vardır ve gelecekte dış satımı yasaklayan ülkeler yüzünden bu ürünleri dışardan temin etmekte de zorlanabileceğiz.
Kur artışını sürdüren sebeplere de bakalım.
- Bir sene içinde ödenmesi gereken kısa vadeli borç miktarı 180 milyar doları aşmıştır. Yani ülkeye döviz gelmesi gerekiyor. Oysa döviz gidiyor.
Yılbaşından beri 20 Mayıs ile biten hafta itibariyle hisse senedinde 2 milyar 799 milyon dolarlık, DİBS’te 1milyar 397 milyon dolarlık ve şirket borçlanma senetlerinde ise 12 milyon dolarlık net satış olmak üzere toplamda 4 milyar 208 milyon dolarlık çıkış yaşanmıştır (Kaynak: Dünya).
- Oysa kuru dizginlemek için döviz ihtiyacı var.
- Dış ticaret için de döviz talebi sürüyor.
- Devamlı değer kaybeden TL’den kaçanın da döviz talebi var.
Sonuçta; döviz arzı artırılamadığı sürece bu tırmanış devam eder. MB’nın elinde kuru baskılayacak döviz olmadığını piyasalar bildiği için kurun geri gelme ihtimali zayıftır.
Faiz kuru dizginlemek için kullanılan en etkin silahtır. Ancak bu silah kullanılmadığı için altın ve dövizin yanındaki diğer yatırım aracı da gayrimenkul olmuştur. Konut aynen gıda gibi temel ihtiyaçtır. Bir kısım mutlu azınlık bu temel ihtiyacı rant aracı olarak kullanmaktadır. Ve bu talep yüzünden alt ve orta gelir gruplarının konuta erişimi zorlaşmaktadır. Dolayısıyla konut fiyatlarının normalin üzerinde şişmesi ile kiraların da yükselmesi gıda ve beslenmeye ayrılan payı da iyice düşürmüştür.
Dünyanın en yüksek negatif reel faizi sebebiyle, imkanı olan elinde TL tutmadığı için dolarizasyona hizmet ediyor. Devamı da enflasyonu artırıcı etki oluyor.
Bazı kesimler enflasyonun tepe yaptıktan sonra Aralık ayında baz etkisiyle bu günden düşük çıkacağını söylüyorlar. Mümkündür ama neticeyi değiştirmez. Fiyatı 50 liradan 100 liraya çıkmış olan bir ürün sepeti (yüzde yüz zamlı) o seviyede birkaç ay hareketsiz kalsa bile, geliri yüzde 50 artmayan vatandaşın sıkıntısını çözer mi ?
Cevap belli olduğuna ve satınalma gücüne katkı yapmayacağına göre bununla teselli bulunmaz.