Şu yoğurdu sarımsaklasak da mı Taşköprüde saklasak?..

Hülya SEZGİN

Hani öyle bir tekerleme vardır. " Su yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak" Çocukluğumda bu tekerlemeyi söyleyebiliyorum diye kendimle gurur duyardım...

Şimdi size sarımsağın yararlarını anlatmaya niyetli değilim ama dünyaca ünlü sarımsağın da Taşköprü'de yetiştiğini anımsatmadan edemeyeceğim. Çünkü  dünyada selenyum açısından en zengin sarımsak Kastamonu Taşköprü'müzde yetişiyor.

Malumunuz ben Çankırılıyım ya... yıllardır gidemedim ya... İşte sevgili Aynur Açıkgöz "Taşköprü'de bir resim festivali düzenliyoruz ve seni de aramızda görmek istiyoruz" deyince seviniverdim. Hem ucundan azıcık memleket hasretliği giderecek, hem de o güzel yerleri görecektim. Yeni ressam arkadaşlar ve benim güzel Anadolu insanımla birlikte bir kaç gün geçirmek de cabası idi...

Önce İzmir'den Taşköprü'ye nasıl gidebilirim diye her şeyi bilen Google amcaya danıştım. Bana bir kaç seçenek sundu. En uygunu uçakla İstanbul aktarmalı olarak Kastamonu'ya gitmek idi. Günü geldiğinde Aynur'cuğum bana yazdı "Hülya'cığım Bodrum'dan Yusuf  Tarım ve İstanbul'dan Bulgar arkadaşımız Pavlina Bobotanova ile aynı uçakta olacaksınız" dedi. Ancak henüz ikisi ile de tanışmıyordum. Kastamonu havaalanına indiğimizde belediyeden görevli arkadaşımız aradı araç ile sizi bekliyorum diye. Kapının önüne çıktığımda Yusuf Tarım'ı tahmin ettim. O da beni... hemen tanıştık. Ancak ikimiz de Pavlina'yı tanımıyorduk. Nasıl tanıyacaktık?

Korktuğumuz gibi olmadı. Az sonra kapıdan çıkan kısacık kesilmiş kırmızı saçlı arkadaşımızı tahmin etmemiz zor olmadı. Taşköprü'ye doğru yollandık. Yol sonunda yabancılığımız kalmamıştı artık. Çünkü aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları taşıyanlar anlaşabilir. Bizim ortak dilimiz ise sanat...

Festivalin küratörlüğünü Taşköprü Belediyesi destekleri ile Ziver Kaplan ile birlikte yapıyordu Aynur. Ziver bey aynı zamanda Kastamonu İl kültür ve turizm müdürü. İyi de bir ressam... Aynur da öyle... O yüzden kaldığımız sürece gezdiğimiz yerleri arkeolojik geçmişi ve kültür özellikleri ile tek tek anlattı bize sağ olsun... Bilgilendirdi...

Eskiden Sümerbank tesisleri olan, ancak kapatılması ile bu günlerde kız öğrenci yurdu olarak kullanılan Taşköprü Belediye dinlenme tesislerinde konaklayacağız. Yemyeşil ağaçlar arasında tek katlı evler... Sessiz, sakin... en önemlisi de serin. İzmir 42 derece sıcaklıkta yanarken ben akşam üşüdüğüm için battaniye istedim. Mis gibi ıhlamur ağaçları altında keyifle resim yaptık. Belediye yetkilisi Lütfü Gültekin bey, sosyal tesis sorumlusu Kezban Çetinkaya, aşcıbaşı Oğuz Alkın ve yardımcısı Veysel Şenel bize harika yemekler yaptılar her gün. Görevli Turhan Aydın ile Hanife ve Hasene ablalar ise bizi evlerine gelmiş konukları gibi ağırladılar. Yetmiş yaşında bir teyze her sabah sıcak sıcak su böreği yapıp közde pişiriyor bize kahvaltıya yolluyordu. Bir de gene aynı teyzemiz bir baklava yapıyordu ki ben bu yaşımda öylesini yemedim. Her gün mübalağasız 7-8 dilim yiyordum. Ne yapayım dişimi sıkar aldığım kiloyu verebilirim ama bu güzellikleri bir daha bulamam... Benim Anadolu insanımın özünde var bu konukseverlik... insanlık...

Gerçi İzmir'e pek gerek kalmadı kilo için. Yusuf Tarım sporu çok seviyor. Her sabah erkenden evlerimizin önündeki büyükçe ağaçlık yaşam parkında tempolu yürüyüş yapıyorduk. Arada bize Bulgaristanlı Kamber Kamber, Gümülcineli Fevzi Ali abim ve Aynur ile Ziver bey de katılıyorlardı. Her sabah niyetlenen Bahar'ımız "Yürüyecek misin Bahar?" sorumu. "Iııhh.. ben biraz daha uyuyayım Hülya abla" diye yanıtlıyordu. Bahar Soğukkuyu Dinçakman Dokuz Eylül Üniversitesi'nde öğretim üyesi yrd. doç.dr. Yedi yıla yakındır tanışırız. Taa öğrenciliğinden... artık kızım gibi...

Yusuf ise Bodrum'da yaşıyor. Süper bir ressam. Kendine özgü tarzda harika kapı, pencere resmediyor. Önceden tanıştığı arkadaşları "Geçmiş olsun, elin nasıl oldu?" diye soruyorlar. Köpek ısırmış. Hayvanları çok seviyor. Şaka olsun diye mamasını önünden almaya kalkışınca hayvan dişlerini geçirivermiş. "İyi ki sol elin" diyorum. Yanıtlıyor "Ama ben solağım..." Sözümüz, sohbetimiz de tuttu... Artık o da değerli bir kardeşim, hatta kankam... Bir de Efgan Beyaz var. Çok değerli bir ressam. Zamanında lunaparkları resimlemiş. Çok zekice ince esprileri var ve beni bol bol güldürüyor...

Gene çok değerli ressamlar Filipinler'den Jonal Buenafe, Rusya'dan Cornelia Morgan, Azerbaycanlı Teymur Ağalıoğlu, Albina'dan Mustafa Arapi ve Marjana Goxhabelliu, Bulgaristan'dan Elena Petrova, Özbekistan'dan Müminbek Astar da bizimle. Bazen Tarzanca anlaşıyorum ya Pavlina'nın hoşuna gidiyor. Bir Bulgar atasözü varmış, onu söylüyor. Diyorlarmış ki "Eğer ellerim bağlı olursa nasıl yabancı dil konuşabilirim" Bir de ünlü tiyatro sanatçısı ve "Gezelim, tozalım" programı sunucusu Gafur Uzuner bizimle. Hem çekim yaptı hem de resim çalıştı. Ressam olduğunu bilmiyordum... hem de iyi bir ressam...

İlk üç gün gezdik Taşköprü'yü, Kastamonu'yu ve civar köyleri... Eski Osmanlı mimarisi ahşap kagir evler var. Şirin mi şirin... Kimisi kurtarılmış, güzellik katıyor kente... kimisi ise garip kalmış, yıkılmak üzere kıyıda köşede... Her yer yeşil... çeşitli ağaçlar ve rengarenk çiçekler.

Donalar köyü kaya mezarları, kazısı süren Pompeipolis... Tekke köyü, Tekke camii... Doğal bir göl kıyısında piknik yerinde balık tuttuk... çocukluğumdaki gibi salıncağa bindim... müthiş keyif...

Hacı Ali köyü 1200 m. yükseklikte harika bir yer. Yöresel ahşap evlerde yaşam sürüyor. Akşam yemeğini yiyeceğimiz  Kaptan konağına doğru geze geze gidiyoruz. Bir evin önünde iki teyze ve bir amca... sohbete başladık. Kapının yan tarafına asılmış bir manda kafası, kurumuş. Efgan onu görünce vuruldu. İlle de almak istiyor. Amcaya "Bunu bana satar mısın?" diye sordu. Amca celallendi. "Hiç satar mıyım... tam elli üç yıldır o orada. Rahmetli babam çakmıştı oraya... Hiç insan atasının anısını satar mı?" Teyze hemen oradan laf yetiştirdi "Sat, sat... ne işe yarıyor orda. Sat gitsin, sat gitsin..." "Amca diretti.. "Satmam!..."

Yemyeşil bir bahçe içinde, çevresine asma sarılmış kameriyede ve harika bir doğa manzarasına karşı nefis akşam yemeklerimizi yedik. Karnı doyunca Efgan'ın aklına gene manda kafası geldi... Tutturdu "İsterim de isterim..." Neyse araya aracılar koyduk falan derken amca satmaya razı oldu. Anlaştılar. Efgan çocukluğunda çok sevdiği oyuncak ayısına kavuşmuş gibi sevinçli. Sarılıyor manda kafasına. Hayaller kuruyor. Ben onun dişini fırçalarııım... temizleriiiim... atölyeme asarııım...

Sohbet pek keyifli idi. Geçmişteki aşk öyküleri, fıkralar, kahkahalar...

Bir gün de Sinop'a gittik. Kalesini, çarşısını gezdik. Sonra şimdi müze olarak kullanılan ve pek çok sinema filmi ve dizi seti olarak da kullanılan tarihi Sinop cezaevini gezdik. Gezerken insanın içi burkuluyor.  "Aldırma gönül" ve daha pek çok şarkı sözü yazarı edebiyatımızın en büyük romancı ve şairlerinden Sebahattin Ali'nin hücresini gördük. Üstünde sazı ile konsolu ve demir karyolası duruyordu. Memleket sevdalısı insanların çektiği acılara hüzünlendim... Volta atılan bahçede kocaman dut ağaçlarından dökülen bal gibi dutları görünce dayanamadık. Toplayıp toplayıp yedik...

1925 yılında Taşköprü yanmış. Ve Atatürk'ün emri ile Alman mühendislere planı yaptırılarak yeniden yapılandırılmış. O yüzden düzenli, bütün sokaklar merkeze iniyor.Tarihte iki kez büyük yangın geçirmiş. Ne yazık ki ören yerlerindeki tarihi kalıntı taşlar yeniden yapılanmada kullanılmış bilinçsizce.  Kazılarda çıkan bir taş üzerindeki yazıdan çok etkilendim. O yazı zaten şu an Belediye Başkanı Hüseyin Arslan beyin oda kapısının üzerinde de yazılı. Diyor ki "İyilik için, iyilikle gir" Başkan bizi davet ettiğinde pek çok konuyu konuştuk. Taşköprü'nün iki bin yıllık bir geleneği imiş festivaller. O zamanlar panayırlar kurulurmuş. Pek çok belediye böyle sanatsal faaliyetlere pek sıcak bakmazken Başkan beye sanata ve sanatçıya verdikleri destekten ve muhteşem ağırlamalarından ötürü hepimiz teşekkür ettik.

Ancak sarımsak hasat zamanı değilmiş. Temmuzda hasat ediliyor ve Eylül gibi satışa sunuluyormuş. Daha önceleri satılanlar Çin sarımsağı imiş. İnşallah Taşköprülüler bu değerlerine sahip çıkar ve altın yumurtlayan tavuk öyküsünde olduğu gibi erken hasada heveslenip Çin sarımsağı ekmezler. Çünkü korkarım zamanla toprak yapıları bozulur diye...

Neyse... üzülmemize gerek kalmadı. Hepimizin adreslerini tek tek aldılar. Hasat olunca o güzel şifalı sarımsaktan bize yollayacaklar. Ne büyük incelik...

Güzel bir törenle resimlerimizi halka açık olarak sergiledik. Herkes kendi görüşüne göre resmetmişti Taşköprü'yü. Ben bir ahşap ev ile Taşköprü'yü resmederken Yusuf Taşköprü pencerelerini çalışmıştı. Hepimize plaketlerimiz ve hediyelerimiz verildi...

Kezban'ımızın 4 yaşındaki oğlu Çınar da bizimle resim çalışmıştı. Maşallah çok akıllı bir çocuk. Son gün Kezban çeyizinden çıkardığı oyalı bir yemeni hediye etti bana... Çok duygulandım. Canım benim yaaa....

Ardımda güzel anılar bırakarak, dostluklar, kardeşlikler ekleyerek hüzünlü ayrıldım...

Kendimden biliyorum. Bu tür işleri yapmak kolay değil. Büyük emek ve çaba gerektiriyor. Başta beni davet eden sevgili arkadaşım Aynur Açıkgöz olmak üzere, Ziver Kaplan'a, Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan beye, çalışanlarına ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum... 

Hülya SEZGİN/ hulyasezgin@hotmail.com