Subjektif Milliyetçilik

Halil KONUŞKAN

Sosyal bilimciler ve siyaset bilimciler, milletin ne olduğu ve milliyetçiliğin öncelikle hangi kaynaklardan beslendiği üzerine çeşitli görüşler dile getirmişlerdir. Bizler, bu görüşleri okur, değerlendiririz. Aklımıza yatan yönleri onayladığımız gibi, aklımıza yatmayan yönleri de onaylamayız ve gerekirse eleştiririz.

Emanuell Kant, Hume ile aynı felsefi okulda bulunmaz. Bilgi felsefesi açısından kendi düşüncelerini  “kritisizm” başlığı ile ortaya koymuş, ama Hume’un kendisini dogmatik uykularından uyandırdığını söylemekten de çekinmemiştir.

Eleştirmenler, bir düşünceyi değerlendirirken düşünce metnin de çelişki olup olmamasına bakarlar. Eğer çelişki varsa o düşüncenin değeri de yoktur. Ayrıca eleştiri demek, illa da o düşünceye karşı çıkmak demek değildir. Düşünce metni kendi içinde tutarlıysa, bu sefer analiz etmeye başlanır. Öyle ki, karşı çıkılan bölümler olduğu gibi, onaylanan bölümler de olabilir. Yani bir düşünürün görüşlerinin bir bölümüne katılmamakla birlikte, başka bir bölümüne katılabiliriz.

Bilal’e anlatır gibi anlattık ki, Ernest Renan mevzusunda eksiksiz anlaşılalım.

Öncelikle, Ernest Renan’ın görüşleri millet kavramı ve bu kavrama dayalı olarak milliyetçilik anlayışında hangi faktörün daha çok öne çıkacağı üzerine yaptığı tercih açısından değerlidir.

Bazı milliyetçi yaklaşımlar dil, bazıları ırk, bazıları din, bazıları ise coğrafyayı öne çıkarırlar. Biz Türk milliyetçileri olarak bütün faktörleri millet oluşumuna katkısı oranında kabul ediyoruz. Ancak millet anlayışımız öncelikle soyut, subjektif yani anlam yükleme esasına dayanmaktadır. Rahmetli Alpaslan TÜRKEŞ için; kendini Türk hisseden Türk olduğuna göre; bizim için öncelikli tercih bu tercihtir.

Bundan sonra iş bu tercihi destekleyecek sosyal bilimciler aramaya kalıyor. Ziya Gökalp’ten, Erol Güngör’e, Seyid Ahmet Arvasi’ye kadar fikir ızdırabı çeken geçmişimiz de aynı çizgidedir.

Renan, dil temelinde millet ayrımı için bakın ne diyor; “Dillere atfedilen siyasi önem, onların bir ırk alâmeti sayılmalarından ileri geliyor. Bundan yanlış bir şey olamaz. Artık Almancadan başka bir dil konuşmaz olan Prusya, bundan birkaç yüzyıl önce Slavca konuşuyordu. ” Dil önceliğine göre; millet tanımı yapanlara karşı dilin değişebilirliği ve farklı ırkların farklı dilleri kullanabildiğini belirterek, dil temelli bir millet tanımının arayışlara cevap veremeyeceğini söylüyor.

Haksız mı? Kelt kökenli Gal, İskoç ve İrler hatta Man adası halkı bile kendi dillerini değil, anadil olarak İngilizce konuşmuyorlar mı? Oysa bu insanlar kendilerini İngiliz saymıyorlar.

Bizim ülkemizde, etnik kökenli bölücü zihniyetin yerel kökenli dillere dayanarak ayrı millet çıkarmaya çalışılmıyor mu? Biz yıllardır, bölge de Türkçe, Arapça ve Farsça’dan etkilenen bazı diller oluştuğunu, bunların büyük bölümünün Türkmen kökenli olduğunu yıllardır söylemiyor muyuz?

Dil önemlidir, insanları bir bilince doğru birleştiriyor. Ancak, aynı dili konuşan farklı uluslar göründüğüne göre dilin millet bilincinde öncelikli olamayacağını Renan hakikaten çarpıcı ve kısa bir cümle ile açıklıyor; “Dil birleşmeye davet eder, fakat zorlamaz.”

Renan ırk hususunda ise Normandiya halkı ile Normandiya’nın hemen karşısında ki Anglo-Normand adaları halklarının kökenleri aynı olmasına rağmen, yediyüz yıl ayrı kalmaları sonucunda hem kültürlerinde hem de mensubiyetlerinde farklılıklar oluştuğunu belirtiyor.

Fransızların Kelt, İber ve Germen köklerine dayandığını İtalya’nın tam ırk çorbası olduğuna değinen Renan ırk ile millet tanımlamanın mantıksızlığına vurgu yapıyor. Haksız mıdır?

Biz etnik adları sayarak milleti parçalayanlara inat aramızda ayrı köklerden gelen insanlar olsa bile aynı mensubiyet içinde olduğumuz için ısrarla bunu kaşımayın dile yırtınmadık mı?

Millet nedir? Bu soruyu sorduğumuzda eğer materyalist iseniz, sadece maddi bir unsur arayabilirsiniz. Bu da sizi objektif bir millet anlayışına götürür. Ancak biz Türk milleti olarak idealist dünya görüşüne sahip olduğumuzdan bu soruya “mensubiyet bilinci” olarak cevap veriyoruz. Bu da bizim subjektif millet anlayışımızdır ki, düşünce önderlerimiz de bu çizgidedirler.

Renan, bir ırkın bir milleti teşkil etmekte yeterli olmadığını, ancak bir toprak parçasının da milleti teşkil etmeye yetmeyeceğini söylüyor. Çünkü, ona göre toprak bir mücadele ve çalışma alanıdır. Alan bal gibi değişebilir. O halde millette değişecek değildir.

Şimdi, Renan’ın bu yaklaşımları ile millet gerçeğine bakmanın bizim ne kadar faydamıza olduğunu inkar etmek pek mümkün görülmüyor.

Renan “Millet tanımlamasında öncelikli olan nedir?” sorusuna; “Şu esası unutmayalım ki, insan şu veya bu dil alanına kapatılmadan, şu veya bu ırkın bir âzası olmadan, şu veya bu kültüre mensup olmadan evvel, düşünen ve mâneviyatı olan bir varlıktır.” cevabını veriyor. Bizde bu cevabı doğru buluyoruz.

Yine anlama zorluğu çekeler için ayrıntıya girelim. Dil veya ırk tanımının içine kapatılmak, sadece milleti dil veya ırk ile tanımlamak demektir. Bizim düşünce önderlerimizin bu anlayışı ısrarla red ettiklerini herhalde söylemeye gerek yoktur.

Millet; nasıl tanımlanabilir, nasıl tasvir edilebilir, en can alıcı niteleme nasıl yapılabilir? Sorularını kendimize sorduğumuzda bu hususta verilen cevaplardan biri olarak Ernest Renan’ın cevabı karşımıza çıkıyor; “Bir millet bir ruhtur, mânevi bir varlıktır.”

Evet, millet maddi bir unsur değildir, manevi bir unsurdur ve spritüalist anlamda değil, bir hissiyat anlamında ruh olarak tanımlanabilir. Bu tanım, bizlerin arayışımıza uygun bir cevap olarak karşımıza çıkıyor.

Zira, kardeşin kardeşi anlamadığı milyonlarca örneğe karşın, hiç akrabalığımız olmayan insanlarla daha iyi anlaşabiliyoruz, onlarla daha sağlıklı bir duygudaş ilişkisi kurabiliyoruz. Çünkü o kişiler ile aramızda kuru bir kan bağından öte, manevi bir bağ oluşuyor. O halde millet birlikteliği açısından bize bu manevi ruh birlikteliği daha uygun geliyor.

1999 depremi olduğunda deprem haberini alır, almaz Türkiye’nin bir ucundan kamyonete ihtiyaç malzemelerini yükleyip, önüne de Türk bayrağı asan zihin kederde ve tasa da birlik olmanın bir örneğidir. Eğer bir milletten bahsedeceksek, öncelikle bu hissiyatın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bakalım, Renan bu konuda ne söylemiş; “Biraz evvel ‘birlikte acı çekmiş olmak’ diyordum; evet müşterek ıstırap, hazdan ziyade birleştirir. Milli hâ­tıralar bahsinde, yaslar zaferlerden iyidir.”

Bir milletin inşa edilmesi süreci yüzyıllar alan bir süreçtir. Bu sürecin içinde milletin içinde ki fay hatlarını da döşeyen olaylar meydana gelir. Tarih; din temelli ayrımlar, mezhep savaşları, lokal unsurlar arasında ki hesaplaşmalar gibi onlarca mayınlı alanı gelecek nesillere taşır. Bunlar üzerinde durulursa, milli birlik zedelenir, en iyisi unutmak, affetmektir. Fay hatlarını kaşımamak, ayrılıkları değil, birlikleri betimlemek gerekir. İşte bu sebeple “Unutmayı bilmek herkes için iyidir.” diyor Renan.

Burada unutmaktan kasıt, üzerini kazımamak, devamlı gündeme getirmemek, bu fay hatlarının hatıraları ile gelecek nesillere bilgi aktarımını sınırlı tutmak anlaşılıyor. Milletlerin geçmişinde unutulan yüzlerce olay var. Milletler büyük bir ferasetle bazı kötü hatıraların aktarımını durduruyor. Çünkü bu aktarım devam ederse, milli birlik zedelenmiş olacak. Arapların Türkler üzerinde uyguladığı Talukan katliamını bu hususa örnek olarak vermek istiyoruz. Anadolu’da halk kültürü derlemesi yapanlar, Dedem Korkut hikayelerinden, Oğuz Kaan destanına kadar çeşitli derlemeler yaptılar. Yani milletin hafızası çok eskileri sözlü olarak gelecek nesillere aktarmış. Peki aynı şiddette Talukan katliamının aktarımı diye yapılmamış? Unutmak için… Çünkü millet biliyor ki, bu katliam hatırlanırsa yeni girdiğimiz İslam dini hakkında olumsuz düşünceler ortaya çıkabilir. Bu fay hattından Arap zulmü birilerinin dilinde din ile özdeşleştirilebilir.

Bizim içinde iyi değil mi? Celali isyanlarını “hak mezhep” yanılgısına dayanılarak yapılan Alevi Türkmen kıyımlarını işte bu anlamda unutmak, faydamıza değil mi?

Biz de Avrupa’nın geçtiği hanedandan arınma sürecinden geçerek cumhuriyeti kurduk. Gerçi Osmanlı da tam feodalite yoktu, ancak yarı-feodalite vardı. Avrupa büyük kavgalar vererek feodalitenin beslediği hanedanlıklardan tek tek kurtuldu. Topraklar ve insanların hanedanın malı olduğu anlayışının yerine “millet hakkı”ndan bahsetmiştir. Millet hakkı anlayışı modern devletin, cumhuriyet ve demokrasinin hatta hukuk, ahlak ve dinin dahi güvencesidir. Şimdi bu söze doğru demeyelim mi; “…hanedan hakkından başka millet hakkı vardır.”

Evet! Ernest Renan Türk milleti hakkında olumlu düşüncelere sahip değildir. İtalyanlar ile Türkleri kıyaslarken İtalyanların millet olduklarını Türklerin ise Anadolu dışında bir millet bilincine sahip olmadıklarını söylemiştir.

Diğer metinlerine de baktığımızda, Türkiye seyahati ile ilgili değerlendirmelerinde Türklerden haz etmediği anlaşılmaktadır. Ancak, Renan’ın bu düşüncesi kendisini bağlamaktadır. İlim Çin’de bile olsa gidip almakla yükümlü olan bir mirasın çocukları olarak, biz de Renan’ın Türk karşıtlığını kendisine havale ederek, görüşlerinden almakla yükümlü olduklarımızı alacağız.

Vesselam!