Hz. Muhammed’in sözleri ve davranışlarına sünnet diyoruz. Genel anlayışta davranışlarına sünnet, sözlerine de hadis denilmektedir. Sünnet: Peygamberimizin eylemleri, Kur’an-ın hayata aktarılmasıdır. Kısaca sünnet, Kur’an-ın uygulamalı bir tefsiridir. Kur’an-a uymayan sünnet, sünnet değil; insanların kendi düşüncelerinin mahsulü olan davranış şekilleridir ki, İslam’la Kur’an’la ilgisi yoktur. Genelde tarikat ve cemaatlerin birbirlerinden farklı görünmek için kendilerince seçtikleri ritüellerdir. İslam’a uygun olanları olduğu gibi olmayanları da vardır.
Şunu baştan belirtmekte fayda görüyorum. Daha önceki bir yazımda, Peygamberimizin üç ana görevi olduğunu (Tebliğ, Tefsir, Örneklilik) belirtmiştim. İşte: Örneklilik, Peygamber’in sünnetidir. Sünnet, Kur’an’dan ayrı bir kaynak değildir. Ayrı bir kaynak gibi göstermek yanlıştır. Bu yanlışlık "Kur’an bize yeter" diyenleri doğurmuştur. Kur’an ana kaynaktır. İnsanlığın anayasasıdır. Tefsire ve uygulamaya muhtaç ayetleri vardır. 23 yılda bölüm, bölüm gelmesi Peygamberimize tefsir etme ve uygulama fırsatı vermiştir. Mesela: Kur’an da ibadetlerin yapılması ile ilgili emirler vardır. Yapılma şekilleri, miktarları belirtilmemiştir. İşte bunları, Peygamberin sünnet dediğimiz uygulamaları ve gösterimleriyle öğreniyoruz. Peygamberimiz için yapılan "Yaşayan Kur’an ve Yürüyen Kur’an gibi nitelendirmeler örnekliliğinden ileri gelmektedir.
Ayrıca, İslami İlimler Hadis İlminden doğmuştur. Hadis çalışmaları zamanla Siyer, Tefsir, Fıkıh, Kelam, Tasavvuf ilimlerinin kaynağı olmuştur. Bugünkü konumuzun dışında geniş boyutlu ayrıca incelenmesi gerekir ki, bir makalenin değil, kitapların konusudur.
Bu yazımızda Kavli Sünnet:(Peygamberin sözleri) dışında Fiili Sünnet: Peygamberimizin Fiilleri ve Davranışları üzerinde duracağız. Bunlar, devamlılık arz eden; hayat tarzı, hal, tavır, karakter, uygulama, kurallardır. Bir fiilin sünnet olması için yapılan davranış ve uygulamaların bilinçli, adet niteliğinde, sürekli olması gerekir. Ara sıra ve şuursuz yapılan davranışlar sünnet değildir. Mesela: Peygamberimiz bazen mecburen taş ile ot ile taharetlenmiştir. Bu uygulama sünnet olarak nitelendirilemez. Diş temizliğini misvak ile yapmıştır. Misvak ile temizlik sünnet değildir. Sünnet olan dişlerin temizlenmesi işlemidir.
Sünnetlerin bağlayıcılığı ve yaptırım gücü kişilere ve ortamlara göre değişebilir. Peygamberimizin devlet başkanı olarak yaptıkları herkesi değil, idarecileri ilgilendirir. Savaş halinde istenen hile uygulaması, barış halinde iken istenmez.
Müslüman, Peygamber'i örnek almak ve O’na itaat etmekle sorumludur. Bu konuda ayetler açıktır. Nisa, 80: "Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.’’
Ahzap, 36: "Allah ve Peygamberi bir karar verdiği zaman, iman etmiş erkek ve kadının aykırı hareket etme seçeneği yoktur.’’
Ahzap, 21: "Allah’a ve ahiret Gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikredenler için, Allah’ın elçisinde güzel örnekler vardır.’’ Ayrıca Al-i İmran/31, Nisa/ 13-59-69, Nur/ 52-63, Ahzap/71‘e bakınız.
Din bazı alanlarda düzenleme getirmemişse, bu alanlar insanlara bırakılmıştır. İnsanlar aklını kullanarak dine ters düşmemek şartıyla bu alanları uzlaşı ile düzenler. Fıkıhta mübah kavramı insani düşüncenin mahsulleridir. Bazen bu insani düşünce mahsulü uygulamalar, tarikat, cemaat, dini gruplar tarafından dinin aslı gibi verilmekte; indirilen din yerine, kişilerin görüşleri din olarak sunulmaktadır. Ki yanlışlık buradan başlamaktadır. Kur’an ve açıklaması olan Peygamber sünneti yerine, kişilerin kendi çıkarımları sünnet olarak algılanmaktadır.
Bu konuda rastladığım en iyi yorumu, Pakistanlı İslam Düşüncesi Profesörü Fazlurrahman yapmıştır. Fazlurrahman’a göre sünnet, ‘’Örnek Davranış’’ demektir. Sünnetin asli anlamında diğer insanlar tarafından fiilen uyulma değil, ahlaki bakımdan bağlayıcılık özelliği mevcuttur. Sünnet içeriği açısından mutlak (ideal) sünnet ve yaşayan sünnet şeklinde ikiye ayrılır. Mutlak sünnet bizzat Hz. Peygamber’in söz ve davranışları, yaşayan sünnet ise İslam toplumunun mutlak sünnet çerçevesinde uygulama alanına çıkardıklarıdır. Fazlurrahman’a göre, klasik alimlerin kastettiği manası ile sünnetin muhtevasının, her zaman ve her yerde geçerli olma vasfı yoktur. Aynı şey bir anlamda Kur’an için de geçerlidir. Mutlaklık Kur’an-ın özel durumlarına değil, sadece genel ilkelerine aittir. Özetle sünnet, farklı bölgelere göre değişiklik arzetmiş olsa da, ilk dönem Müslüman nesillerin, Allah Resul’ünün göstermiş olduğu örneği, ellerindeki yeni malzemeler ve yeni ihtiyaçlar doğrultusunda yorumlamak suretiyle yaklaşmaya çalıştıkları bir ideal, tedrici ve sürekli devam eden bir yorumdur.
Mesela: Sünnet olan giyinmektir. Mutlak sünnet, Peygamberimizin o şartlarda giydiğidir. Yaşayan sünnet, insanların yaşadıkları bölge şartlarına göre ve yenileşen giyim malzemelerini giymeleridir. Bir Eskimo’dan çöl şartlarının giyimini istemek sünnet olmaz. Tam tersi kış şartlarında giymesi sünnet olur.
Sünnet olan dişleri temizlemektir. Mutlak sünnet, misvaktır. Yaşayan sünnet ise, diş fırçası ve macunu ile dişlerin temizlenmesidir.
Sünnet olan yazmaktır. Mutlak sünnet, Peygamberimizin şartlarında deriye, toprak tabletlere, tahtaya elle yazmaktır. Yaşayan sünnet ise, Deftere, kitaplara, tabletlere, bilgisayara teknolojinin en yenisini kullanarak yazmaktır. Örnekleri her saha da (yeme içme, seyahat, spor, infak, yardım, savaş vs.) verebiliriz.
Sünnette genel ve diretilen algı, Peygamberimizin görünüşteki uygulamalarıdır. İnsani yönü, bizim gibi bir beşer olması, çok şefkatli ve merhametli olması gibi manevi dünyasından hiç söz edilmemekte; görüntüdeki (sakal, şalvar, uzun hırka gibi) uygulamalar Müslümanlara diretilmektedir. Halbuki Allah, Tevbe suresi 128. Ayette: "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz Ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.’’ Ayetin birinci bölümünde Peygamberimizin bizden biri, insan ve kul olduğu, olağanüstü bir durumunun olmadığı, vurgulanmaktadır. Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir diyerek, Peygamberimizin inansın inanmasın bütün insanların; sıkıntılı durumlarının ona ağır geldiği, üzüldüğü, acıdığı ifade edilmektedir. Herkese düşkün olduğu, müminlere de çok müşfik ve merhametli yaklaştığı vurgulanmaktadır.
Bugün Müslümanların, bırakın münafık ve müşrikleri; müminlere bile görünüşlerine bakarak şefkatli ve merhametli olduklarını -sünnet düşüncesiyle- görmemiz mümkün değildir. Tam tersi küçük bahanelerle en olmadık hakaret ve yakıştırmaları yaptıklarını, camilerde vaaz edenlerin, kusurlu insanları sanki hüküm kendi haklarıymış gibi, cehenneme göndermeleri ibretlik durumlardır.
Sünnet, insan olan herkese; kusur aramaksızın şefkat ve merhamet göstermektir. Peygamberimiz, İlahi vahyi insanlara ulaştırmada gösterdiği gayret ve alamadığı olumlu neticeden dolayı üzülmesi, Allah’ın ayetle uyarmasına sebep olmuştur. "Onlara acımandan ötürü neredeyse kendini helak edeceksin.’’ (Kehf suresi 6. Ayet) Onun hayatı, insanların kurtuluşa ermeleri ve doğru yolu bulmaları için uğraşmakla geçmiştir. Bu yolda her türlü eziyete göğüs gererek elçilik görevini tamamlamıştır.
Müslümanlarda bu yönde sünnet algısı değişmeden, insanlığın kurtuluşa ermesi mümkün görülmemektedir.