Sünni'ye tanıtılan Alevilik

Nurettin BÖLÜK

Çocukluğum Giresun’un bir köyünde ve kasabasında, yazları da yaylasında geçti. Ailem ve yetiştiğim çevre milliyetçi ve muhafazakâr yapıya sahipti. Köyümüz halkı bugüne baktığımızda yaşayış ve ilişkilerinde modern bir görüntü sergiliyordu. Düğünlerde kadın-erkek beraber horon oynar, beraber halay çeker ve beraber karşılama oynardı. Düğün alayları yine karma tertip edilir, "konak" denilen düğün evine farklı mahallerden gelenler, önde erkekler arkada kadınlar-kızlar ata yaka gelirdi.

Tarla bellenirken, mısır ekilirken, dağdan odun, güllük, (eğrelti otu) getirilirken, fındık toplanırken, ayıklanırken, mısır hasadı ve sonrası işlemlerde imeceler hep beraber olurdu. İşler bitinceye kadar bir gün veya akşamında bir evde toplanılır; bir başka gün başka evde hasat sonu işlemler tamamlanırdı. Kimse kimseyi ayıplamaz farklı gözle bakılmadığı gibi farklı yakıştırmalar da yapılmazdı.

Herkesin silaha sahip olduğu köyde, erkek ve gençlerinin çoğu alkollü içkiler kullandığı halde bilerek ve isteyerek bir kişinin vurulduğunu duymadım. Kaza ile vurulmalar az sayıda olmuştur.

Şaman ve Türk kültürünün ağırlıklı olduğu köyümüz halkı İran Horasan bölgesinden yaklaşık 1300-1400 yıllarında önce Erzurum Horasan, oradan da Karadeniz sahil şeridine Eynesil’e inmişler ve nüfus çoğaldıkça batıya doğru yeni yerleşim alanlarına göç etmişlerdir.

Türk kültürünü yaşayan, inanç olarak da Şia-Alevi kültür dairesinde olan bölge halkı, Yavuz Sultan Selim’in Trabzon Valiliği sonrası her vadiye yerleştirilen devlet destekli Sünni imam ve ulemaların yoğun propagandası, Osmanlı Saltanatının baskıları neticesi, Alevi kültürünü yaşayan halk yavaş yavaş Sünni inanç ve kültürünü benimsemiştir. Yaşayış Alevi kültürü ağırlıklı olsa da halk kendini Sünni Müslüman kabul eder.

Bugün hiç görmediği Alevi Müslümanlar hakkında o kadar olumsuz bilgiye sahiptir ki onları bırakın Müslüman kabul etmeyi, insan dışı varlıklar görürler.

Benim köyümde her evde Ali, Hüseyin, Hasan, Mehmet, Mustafa Ayşe, Fatma, Emine, Hanife isimleri halâ vardır. Çocukluğumuz Hz. Ali’nin kahramanlıklarını dinleyerek geçmiştir. Daha okula gitmeden, Hayber Kalesini, Hendek ve Uhud Savaşlarını, Peygamberimizin gazvelerini, Hz. Ali’nin Burak adlı atı ve çatallı kılıcını biliyorduk. Hz. Ali’nin bir vurduğuna ikinci kere vurduğuna şahit olmadık. Rüyalarımıza giren insanüstü biriydi Hz. Ali. Peygamberin adı Ali’nin yanında nadir geçiyordu.

Ne olmuştu da Türk kültürünü yaşayan, Allah inancı ve Ali sevgisi yüksek olan bu insanlar; Alevi kültür ve inanç dairesinde yaşarken, korkunç bir Alevi düşmanı oldular.

İran Savefi iktidarının Şah İsmail ile beraber Anadolu içlerine gelmeleri neticesinde, daha önce Anadolu’ya gelen Şia ile ortak kültür ve din anlayışında yakın olan Alevi Müslümanlarla diyalog kurmaları, Osmanlı hanedanını tedirgin etmiştir.

Bu tedirginliğe "Osmanlı hanedanını ileride tehdit eder" korkusu da eklenince, Alevi kültür dairesinde olan Müslümanları, Sünni İslam dairesi içerisine alabilmek için, Osmanlı Devleti Alevi inancını benimsemiş bölgelere Sünni din adamları gönderilmiştir. Bu din adamlarına büyük yerler, araziler vakfedilerek, içlerine camii, mektep, aşhane, misafirhane bulunan külliyeler inşa etmişlerdir.

Bu külliyelerde Sünni imam ve ulemalar tarafından dersler verilerek, Alevi inanç ve kültürünün zaaf ve yanlışları yıllarca beyinlere kazınıyor. Aleviler top yekûn asimilasyona tabii tutuluyor. Bilhassa Giresun’da tam bir başarı elde ediyorlar. Daha önce yüzde yüz Alevi olan Giresun Çepni loyunda, bugün yüzde bir bile Alevi inancı yaşamamaktadır.

Osmanlı asimile ettiği Alevilerin yanında, asimile olmak istemeyen Alevilere karşı korkunç iftira kampanyaları yapmışlar ki bugün "Alevi" denilince bırakın Müslüman olmayı, "insan dışı bir varlık" algısı vardır. Bu algı yıllarca Osmanlı Sünni din görevlilerinin yaptığı iftiralar sonucunda oluşmuştur.

Öyle ki Cem evlerinde yapılan mum söndülerde yapılan ahlaksız yaklaşımlardan başlayarak, gusül abdesti almadıkları, cunüp gezdikleri, kestiklerinin, pişirdiklerinin yenilmeyeceği, Sünnilerin Alevilerle evlenemeyeceği, namazlarının kılınamayacağı, tavşanları uğursuz saydıkları gibi yaklaşımlar, Sünni Müslümanlarca kabul görmüştür.

Hiç Alevi görmemiş, tanımamış bir Sünni, "falanca Alevi" dediğimizde, sahip olduğu algıyla, hemen yukarıda özetle saydığım yakıştırmalar neticesi kafasını farklı yöne çevirir. İçinden "olamaz" der. Çünkü; Onun kafasında insan dışı bir varlık vardır, "Alevi" diye.

Yine üzülerek söyleyeyim! Yüzde seksen Sünni Müslüman, mezhep imamları Ebu Hanife İmam-ı Azam’ın Alevi olduğunu bilmez. Hacı Beştaş Veli’nin, Yunus Emre’nin, Ahmet Yesevi’nin, Osmanlı’nın yükselişini sağlayan Yeniçeri Ocağı'nın, Nurettin Bölük’ün Alevi olduğundan özellikle bahsetmezler.

Hele Hz. Muhammed’den sonra İslam’ı en iyi anlayan ve yaşayan Müslümanın Hz. Ali olduğundan hiç bahsetmezler.

İşte bu algıyla, Atatürk’ten sonra Sünni Müslümanlar sürekli iktidar olmuşlar ve bu algıyı kullanarak iktidar olmaya devam edeceklerdir. Bu algı ve neticesinde siyasi yaklaşım ve oluşumlar bir şekilde bozulmalı değiştirilmelidir. Yoksa demokrasi oyunu oynamaya çok daha yıllar devam ederiz.