Gelecek bir tasarım, tarih ise yorumlamadır. Bir nevi birikimi statükoya çevirmek, sınıflandırmaları yeniden yapmak (tecdid-i tasnif) ve bütünlemeleri yeni baştan yorumlamak (tefsir-i terkip) üzerinden.
Klasik tasnife göre İlk (Eski) Çağ 4 bin yıla yakın, Orta Çağ bin küsur yıl[1] sürdü. Yakınlaştıkça daralan zaman dilimi Yeni Çağ’ı 336 yılla sınırlamakla kalmadı, 1789 sonrasında başlayan Yakın Çağ’ı I. Dünya Savaşı’yla oluşan yeni tasarım (dizayn) ve yeni statü nedeniyle 125 yıla indirgedi.
1914 ortalarından 1918 sonlarına doğru tam 52 ay boyunca süren İlk Küresel Savaş (Cihan Harbi) her şeyi değiştirdi ve yeni bir harita ile yepyeni bir güçler dengesi oluşturdu. Adeta çağ fırtınası gibi geçen son yüzyılda İkinci Küresel Savaş ilkinden 21 yıl sonra gerçekleşti ve ülkelerin güç kartları yeniden dizildi.
İkinci binyıla (Milenyum II) dek devam eden yerleşik düzen (statüko / sürer-durum) önce çiftli, sonra da tekli bir kontrol sistemiyle de olsa yürürlükte kaldı.[2] Dünya tarihinde etkinlik bakımından iki elin parmakları arasında gösterilebilecek Türk Milleti ne yazık ki her iki Küresel Nizam oluşumu içerisinde ve süresince edilgen kaldı. Hatta bütün İslam Dünyası..
Yeni bir milat olan 11 Eylül Saldırıları (9/11 Attacks) akabinde ise son süreç başladı. Küresel Güçlerin Ortadoğu’nun enerji kaynakları ve hatları üzerinde hakimiyet ve kontrol (hegemonya) mücadelesi olarak adlandırabileceğimiz bu vetire aslında 17-18 yıldır süregelen Üçüncü bir Küresel Savaş.
Ana omurgası Büyük Ortadoğu Projesi (Greater Middle East)[3] diye bilinen tasarıma oturtulan bu Büyük Oyun, köktenci terör bahanesi üzerinden “The West and The Rest”[4] (Batı ve Diğerleri) meydan okumasıyla koşullandırıldı. Vekâlet suretiyle savaşları ikamelendirmek ve ülkelerin daha doğrusu enerjinin sınırlarını değiştirmek gibi temel hedeflere Irak, Afganistan, Yemen, Libya ve nihayetinde Suriye’de önemli oranda ulaşıldı.
Yine Müslüman coğrafyalar uygulama sahası ve yine Türkiye’nin tarihsel derinliğinin çeperlerinde olanlar oluyor. Kan ve gözyaşına komşu diyarlarda, Ege ve Akdeniz’in köpüklü sularında, Anadolu ve Avrupa topraklarında adeta yeni bir Kavimler Göçü yaşanıyor. Bu göçün ve derûnundaki kavganın muhataplarından biri de Türkmenler.
Suriye, Lübnan ve Filistin Türkmenleri birinci binyıldan itibaren bölgedeki uluslararası mücadelenin başat aktörleri oldular. Devlet otoritesinin değişkenliklerinden başka kıtalardan gelen saldırılara değin her konuda etkin bir konumda yer aldılar. Ta ki Birinci Dünya Savaşı’na kadar.. Asırlar sonra yaşanan şok Doğu Akdeniz (Levant) Türkmenlerini Türkiye Türklerinden ayırdı.
Çeyrek asır sonraki İkinci Dünya Savaşı ise yazgılarının artık üçüncü şahıslar yoluyla belirleneceğinin işaretçisi oldu. O Savaş’tan günümüze değin Suriye, Lübnan ve Filistin Türkmenlerinin serencamı aynı zamanda Ortadoğu’nun heyecan dolu hikâyesidir. Ve bu hikâyenin bilhassa 21.yy başındaki kısmı sonrasındaki zamanın da hamurkârı olacak gibi görünüyor.
[1] MÖ 3500’lerden (Yazının Keşfi) MS 375’lere (Kavimler Göçü) ve oradan İstanbul’un Fethi’ne (1453)
[2] 1945 – 1991 arası ABD ile SSCB, 1991 – 2001 arası tek başına Amerika Birleşik Devletleri ve dahi Çok Uluslu Şirketler.
[3] Tam ismiyle Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek Bir Gelecek ve İlerleme İçin Ortaklık (Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa)
[4] Bu konuda Amerika’da çokça eser yazıldı. En meşhuru: Niall Ferguson (2011), Civilization: The West And The Rest, Penguin Press: London.