Tarikatlar

Murat YAZAN

Gündemde yine sapık bir şeyh var. Umarım yargı verilebilecek en büyük cezayı verir. Daha önce de bu tür sapkın şeyh haberleri duymuş, okumuştuk. Her seferinde gözler tarikatlara çevrildi. Peki, nedir bu tarikat denen şey? Nasıl doğdu, neden var, ne işe yarıyor ve varlığı şart mı?

Peşinen ifade etmeliyim ki, tarikatların gerekli kurumlar olduğuna inanmıyorum. Benim için bu konuya dair temel dini referans Kur’an dır. Al-i İmran 105’de; ”Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardırayeti ve mantığım benim için yeterli kanıttır. Biz seküler insanlar tarikatlara, onların müritlerine, şeyhlere ve bazılarının yaptığı sapkınlığa şaşkınlıkla bakar, “nereden çıktı bunlar?” diye düşünürüz.

Tarikat çoğu kaynaklarda “tasavvuf ehlinin Allah’a ulaşmak için kullandığı, kendine has kuralları olan yol” olarak geçer. Bir mürşide (yol gösterene) ihtiyaç duyulur, kendine has kurallar ve uygulamalar (çile, zikir vs.) içerir ve müritlerin yaşamlarını düzenler. Bunlar ilahiyat biliminin tanımları.

Bazı sapkın şeyh ve tarikatlar nasıl bugün varsa, geçmişte de vardı. Diğer dinlerin de bazı sapkın tarikatları hep var oldu. Ancak inancını samimiyetle yaşayan ve Kur’an yolundan sapmayan tarikatlar da var. Hepsini aynı kefeye koyup zihnimizde yargılamak ve mahkûm etmek son derece yanlış bir yaklaşım olur.

TARİKATLAR TOPLUMSAL BİR İHTİYAÇ MIDIR?

Dinler için “toplumsal ihtiyaç” ifadesi kullanılabilir ama tarikatlara toplum değil bireyler ihtiyaç duyarlar. Her bireyin duyduğu ihtiyaç da birbirinden farklıdır. Bazıları yukarıdaki tanıma uygun olarak “Allah’ı daha iyi anlamak” adına katılırken bazıları sosyalleşmek için oradadır. Bazıları devlet yönetiminde yer almak, makam sahibi olmak için tarikatlara dâhil olurken bazıları tarikatları ticaretlerini arttırıcı gelir kapısı olarak görürler.

TARİKAT-DEVLET-YÖNETİM İLİŞKİSİ;

Tarikatların temel varlık nedenlerinden birisi sivil toplum örgütü olma işlevidir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde köylü ve esnaf seslerini yöneticilere/saraya duyurabilmek için tarikatlara dâhil oldular. Tarikatlar mensuplarının çokluğu ve devlet içinde görevlere yerleştirdikleri müritlerin sayısıyla gurur duydular ve bir tür baskı unsuru oldular. Hükümdar-tarikat ilişkisi bu şekilde kuruldu. Hükümdarlar güçlü tarikatlarla iyi geçinmeyi siyaseten tercih ettiler. Hatta bazı Osmanlı padişahlarının tarikat üyesi olduğu çeşitli kaynaklarda dile getirilmektedir. Tarikatların temel hedeflerinden biri de Şeyhülislam’ı kendi taraflarına çekip diğerler tarikatları gözden düşürmeye yönelikti. Bu düzen Cumhuriyetin ilanı, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar devam etti. Varlıklarını gizli gizli sürdürmeye devam ettiler.

ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞ VE TARİKATLAR;  

Birçok tarikat gerek hilafetin kaldırılması, gerekse tekkelerin kapatılması, gerekse Türkçe okunan ezan nedeniyle Cumhuriyete diş bilerken karşılarında kaçırmayacakları bir fırsat belirdi. Adnan Menderes. Menderes başta Nakşibendi tarikatı olmak üzere diğer güçlü tarikatlarla görüştü, onlara vaatler verdi. Seçimleri kazanıp iktidara geldikten sonra da vaatlerini yerine getirdi. Ezan tekrar Arapça okunmaya başladı, tarikatlar fiilen “merdiven altı” olmaktan çıkıp görünür hale geldiler. Bu durum günümüze kadar devam etti.

DÜNYA KONJONKTÜRÜ VE TARİKATLAR;  

Soğuk savaşın başlaması ve dünyanın iki kutba ayrılması tarikatların işine yaradı. Komünizmle mücadele dernekleri kurulurken tarikatlar daha geniş bir hareket alanına sahip oldular. Yeşil Kuşak projesiyle kendilerine verilen değer arttı. Başbakanlık konutunda ağırlananlar, şehir meydanlarında zikir çekenler oldu. Gizlenmek zorunda kalmaktan çıkıp holdingler, vakıflar kurdular.

EĞRİSİ, DOĞRUSU;

Sapkınlar, tacizciler, tecavüzcüler. Emperyalizme uşaklık edip darbeye kalkışanlar. Biz sekülerleri düşündüren tarikat yapıları. Bazı tarikatlar var olma amaçlarının dışına çıkıp “dünyalık” biriktirme derdinde. Ancak hepsini aynı kefeye koyup bir tutmak hatasına düşmemek gerekiyor.

Türk geleneğinde sufilerin ve Anadolu erenlerinin ayrı yeri vardır. Alparslan Anadolu’ya girmeden önce sufi ve erenler gönderilir, Anadolu’yu fikren dönüştürmeye başlarlarlar. Böylece halk gelen Türk ordusunu sevinçle karşılar. Aynı metot Fatih Sultan Mehmet tarafından uygulanır. Balkanlara ordulardan önce sufiler gönderilir, ihtiyaç duyulan zihinsel dönüşüm sağlanır.

Şeyh Edebali, Hacı Bayram Veli, Mevlana, Yunus Emre gibi değerlerin toplumuza ve kültürümüze katkıları ortadadır.

Tarikatların ortadan kaldırılmasını imkân dâhilinde görmüyorum. Önemli olan denetlenmeleri, liyakat sahibi olmayanların devlet görevlerine gelme kapısı olmaktan çıkarılmaları. Bunu yapmak kolay olmayacak ancak yaşadığımız acı Fetö deneyimi ve sapkınlıklar bunu gerekli kılıyor.