Türkiye’de 2001 yılından bu yana tarım sayımı yapılmıyor. Saymadan ölçemezsiniz, ölçmeden planlayamazsınız, planlamadan yönetemezsiniz…
Fiili sayım ile kaydi sayım hiçbir zaman tutmaz, mutlaka arada farklar çıkar.
Sayım yapılmayan süre arttıkça da (şimdilik 21 yıl) kaydi ile fiili rakamlar arasında ilişki kalmaz. Bunun için böyle zahmetli bir işe girişmek zorunludur.
TÜİK’in, bitkisel üretim tahminlerini hangi rakamsal bilgiye dayandırdığını çok merak ediyorum. Ülkemizde 21 sene önce bağ ve bahçe olarak görünen yerlerin bugün ne amaçla kullanıldığı belli mi? Bu sürede tarım dışı kalan arazilerin hangi tarım ürünlerinin üretim imkanlarını azalttığı belli mi?
Elbette hayır. Kulaktan dolma bilgilerle bu sürede 4 milyon hektar tarım arazisinin devre dışı kaldığını duyuyoruz. Hangi bölgelerde ne kadar, ilçe bazında biliyor muyuz? Ürün bazında, her çeşitte elverişli alan kaybının ne kadar olduğunu biliyor muyuz ?
Bir ürüne ait elverişli alan kaybının başka bir üründen vazgeçilerek telafisi ve bunun konsolide edilmesi çok karmaşık bir süreçtir. Fiilen ölçmeden bilmenin imkanı yoktur. Örneğin 25 sene önce Gülnar’da dünyanın en kaliteli nohutu yetişiyordu, şimdi var mı?
Gülnar’da eksilen nohutun başka bölgeye kaydırılması miktar olarak telafi edilse bile hem kalite kaybının telafisi mümkün değildir ve hem de kaliteden kaynaklı değer kaybını ölçmek kolay değildir.
Örnekleri çoğaltabiliriz…
Erzincan’ın dermason fasulyesi, Yozgat Sarıkaya’nın yeşil mercimeği, Gaziantep’in kırmızı mercimeği de dillere destan alternatifsiz ürünlerimizdi.
Şimdi mi?
Fasulyeyi ABD, Kanada ve Arjantin’den, mercimeği Kanada ve Kazakistan’dan, nohutu Meksika, Hindistan ve Arjantin’den ithal etmekteyiz.
Tarım sayımı ilk defa 1927 yılında yapılmış; 1950, 1963, 1970, 1980, 1991 ve 2001 yıllarında da tekrar edilmişti. Yani son 72 yılda 2 sayım arası ilk defa bu kadar fazla açılmış oluyor. Oysa sayımı kolaylaştıran teknolojik imkanların artmasıyla aradaki sürenin kısalması gerekmez miydi ?
21 yıl önceki bilgilere dayanarak aşağıdaki güncel bilgileri toparlama ihtimali yoktur.
. Ekilen arazilerin ve elde edilen ürünlerin geçmiş yıllarla ilçe bazında kıyaslanması,
. Ekilen arazilerdeki değişen ürün çeşitlerinin geçmiş yıllarla ilçe bazında kıyaslanması,
. Üretim potansiyeli olduğu halde boş duran tarım arazilerinin geçmiş yıllara göre ilçe bazında kıyaslanması,
. Tarımsal işletmelerin hem kuruluş tarihlerine hem kullanım kapasitelerine hem de işledikleri ürün çeşitlerine göre geçirdikleri değişimin ilçe bazında kıyaslanması,
. Seracılıktaki değişimin ilçe bazında geçmiş yıllarla kıyaslanması,
. Tarımda çalışan nüfusun geçmiş yıllara göre ilçe bazında ne kadar azaldığının (göçler sebebiyle) kıyaslanması,
. Sulama imkanlarındaki değişmelerin (azalan, artan) ilçe bazında geçmiş yıllarla kıyaslanması ve diğer bilgilerle sağlıklı olarak birleştirilmesi zordur.
Ülkemizde hayvan varlığı ile ilgili sayılar da bizi maalesf sağlıklı sonuçlara götürmüyor. Sadece içinde yaşadığımız yıllara ait mesleki bilgilerimizi kullanarak hangi bilgilerin gerçeğe yakın olup olmadığını az çok biliyoruz.
Örneğin 2018 yılında Tarım ve Orman Bakanı olan Bekir Pakdemirli’nin bir konuşmasında; "2002’de vatandaşlar 6 kilo et yiyiyormuş, şu anda 15 kilo yiyiyor" dediğini duyunca bir yazı kaleme almıştım. Zira eskiden kişi başına daha fazla et tükettiğimizi ve bu günkü tüketimle diğer ülkelerin hayli gerisinde olduğumuzu iyi bildiğimden rakamlarla açıklamıştım. Uzun bir yazı olmasına rağmen konumuzla ilgili kısmıyla yetinelim.
Bakan'ı yanıltan bilginin sebebi, TÜİK verilerine göre 2002 yılında kişibaşı kırmızı et tüketiminin 6,7 kg gözükmesiydi. Bunun sebebi de; 2010 öncesinde TÜİK verilerinin mezbaha dışı kesimleri kapsamamasıydı. Bunu bilmeme rağmen başka bir kıyaslamaya daha bakmıştım. 2009’da 412 bin ton gözüken kırmızı et üretimi, 2010’da 781 bin tona yükselmiş gözüküyordu. İki yıl arasında 2 kata varan artışın sebebi, mezbaha dışı kesimlerin de istatistiğe dahil edilmeye başlandığı yıl olmasıydı. Bu kadar da değil. Bizim gibi gıda sektörünün içinde yaşayanlar için son 11-12 yıl hariç, Türkiye’de kayıt dışı kesim rakamlarının oldukça yüksek olduğu biliniyordu. Kaldı ki o tarihlerde bunu destekleyen resmi kurum açıklamaları da vardı. DİE (TÜİK’in eski adı) açıklaması; “Türkiye’de mezbaha dışı hayvan kesimi yüzde 67-80’i buldu” şeklindeydi.
Uzmanlar, 2002-2003 yıllarında kayıtlara yansımasa da yıllık kırmızı et tüketiminin kişi başına 17-20 kg olduğunu belirtiyorlar. O yıllarda en bilinen kayıt dışı tüketim şekilleri olarak, ‘kendin pişir-kendin ye’, ayaküstü beslenmede ‘döner ve köfte ekmek’ile kurban kesimleri öne çıkıyordu (TGRT Haber 4.02.2004).
Eğer sayıma dayalı gerçek veriler üzerinden kıyaslama imkanı bulunsaydı; ne yetkili makamlarda bulunanlar bu yanılgıya uğrar, ne de bizler hatalı rakamı düzeltmek için bu kadar enerji sarfederdik.
Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi yeni tarım modelini açıklarken, “Tarımda üretim dijitalleşecek, ‘Tarım Cebimde’ ve Çiftçi Kayıt Sorgulaması (ÇKS) uygulamaları entegre edilecek. Ürün bazlı olarak nereye ne ekileceği bilinecek” demiş. Evet ama bu çok olumlu gelişmeleri sağlamak için önce sağlam bir bilgi alt yapısı gerekir. O alt yapının adı ‘Fiili Tarım Sayımı’dır.
Bunu yapmadan teknolojinin eli kolu bağlı kalır.
Sonuç olarak; envanterini saymayan normal bir şirket bile kendi içinde ticari faaliyetini sağlıklı planlayamaz. Bir de bunun koca bir ülkenin tarım sektörü olduğu düşünülürse…