Tatilciler ve ekonomik kriz

Ruhittin SÖNMEZ

Bayram da bitti, dokuz günlük bayram tatili de.

Görünen o ki vatandaşlarımız bu sene bayramda tatil yapmak veya şehirlerarası yolculukları göze alarak eş dost, akraba ziyaretleri yapmak konusunda daha istekli çıktı. Özellikle Bodrum, Çeşme gibi tatil beldelerine o kadar çok giden oldu ki, yetkililer “aman artık şimdi gelmeyin” tarzı beyanatlar verdi.

AKP kanadı bunu hemen “ülkede bir ekonomik kriz olsa bu kadar tatil yapan olur muydu?” diye yorumladı.

Ben tatilci vatandaşlarımızın Türk Lirasının Amerikan Doları karşısında 4,5 ayda, yüzde 50 değer kaybı yaşamasının farkında olmadığını düşünemiyorum. (Diğer yabancı paralara karşı da aynı değer kaybı oldu.)

Türkiye’de gıda dahil hemen her alanda ithal ürünlere bağımlı olduğumuzu ve döviz kurlarındaki artışın fiyatları yükselttiğini ve yükseltmeye devam edeceğini görmemek için de kör olmak lazım.

Eğer giderleriniz kadar döviz geliriniz varsa veya TL gelirinizi bu oranda artırma imkânınız varsa bu gelişmeden rahatsız olmazsınız. Yurtdışında yaşayan ve geliri Euro veya Dolar olan vatandaşlarımız için de Türkiye’de tatil yapmanın iyice ucuzladığı muhakkak.

Ama yerli tatilcilerin içinde döviz geliri olanların yüzde 1 bile tutmadığını sanıyorum.

Elbette devalüasyon öncesi ithalattan kalan mevcut stoklar azaldıkça kur ayarlamalarının fiyatlara yansıması devam edecek.

Ayrıca biliyoruz ki Türkiye’de döviz kuru bir defa çıktığı yerden bir miktar düşse de, çok geçmeden yeniden o en yüksek seviyeye tekrar çıkar. 7,2 TL’yi gören dolar kuruna ve hatta daha üstüne çıkacağını hemen herkes öngörüyor fakat zamanı konusunda görüşler farklı. Dileğimiz TL’nin uzun süre değer kaybetmeden devam etmesi.

Ben milletimizin fertlerinin bu konularda bilinçsiz olmadığı, son derece gözü açık/ uyanık olduğu kanaatindeyim.

Önümüzdeki dönemde Türk ekonomisinin küçüleceğini, hepimizin belli oranlarda fakirleşeceğini herkes görüyordur.

Vatandaşlarımız birkaç yıl içinde şimdiki şartlarda tatil yapamayacağını öngörerek, hiç olmazsa bu sene keyfince bir tatil yapmak istemiş olabilir diye düşünüyorum.

*********************************

TOPLUMSAL DEPRESYON BELİRTİSİ OLABİLİR Mİ?

“Çevresel faktörler bireysel depresyonda olduğu gibi toplumsal depresyonda da büyük bir önem taşır.”

Ciddi ekonomik sıkıntılar gibi toplumda endişe yaratan büyük değişimler, toplumda ortak duygusal sarsıntılara yol açabilir.

Böyle durumlarda birçok kişi haberleri izlememek, sıkıntıları psikolojik anlamda görmezden gelmeye çalışmak, gerçekten kaçmak, kaçınmak, endişelerini bastırıp, inkâr etmek gibi tepkiler gösterirler.

Bu tepkiler depresyonun bir belirtisi midir? Psikologlar bu soruya “Evet” cevabını veriyor.

Tatildeki ekonomik hareketlilik sağlık alameti de olabilir, hastalık işareti de.

Bu işlerin uzmanı olduğu söylenen Prof. Vamık Volkan aklıma geldi. Hani "Çözüm Sürecinde" "ekopolitik" denilen gruba "danışmanlık" yapıyor, zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e raporlar sunuyordu.

“Politik / sosyal etkinliklerin psikanalitik iç yüzünü anlama çalışmaları” yapan bu Vamık Volkan bir açıklama yapsa da anlasak…

Eğer “oynatmaya az kaldı, doktorum nerde?” hali söz konusu ise durum ciddi olabilir.

Veya toplumsal bir depresyon başlangıcı ise tatilcilerin çoğu keyif yerine belki de acı çekiyordur.

Çünkü Goethe diyor ki, “Hiçbir gerçek, onu görmemeye çalışmaktan daha acı verici değildir…”

*************************************

YÖNETİCİLERİN RUH HALİ

Yalnızca sade vatandaşın durumu sıkıntılı zannetmeyin. Yaşadığımız ekonomik türbülans yüzünden, Forbes Dergisi’nin dünyanın en zenginleri listesindeki, 30 Türk milyarderinin 13’ü artık bu listede değil.

Özel sektörün borcu 200 milyar doları aşmış durumda. Üstelik bu borcun onda birinin vadesi yılsonundan önce.

Ekonomist Bartu Soral’ın verdiği rakamlara bakalım:

“Türkiye'nin dış borcu 130 milyardan 460 milyar dolara yükseldi. Reel sektörün döviz açık pozisyonu ise 220 milyar dolar. Türkiye ciddi bir biçimde borçlandı...

Türkiye'nin dış borcuna karşı yıllık ihracatı 160 milyar dolar. Demek ki biz yurt dışına borçlanmışız ama bu borcu verimli yatırımlara kullanmamışız. Bu borç ne üretim kapasitemizi arttırmış ne de verimliliğinizi besleyecek teknolojilere yatırım yapılmış.

Türkiye'nin önümüzdeki bir yıl içerisinde 250 milyar dolara yakın para bulması gerekiyor. Bunun 190 milyar dolarının vadesi gelmiş dış borç, yaklaşık 60 milyar dolarının da cari açığın kapatılması için gerekli. Peki, Merkez Bankası’nda bunu karşılayacak bir rezerv var mı? Merkez Bankası’nın rezervi 31 milyar dolar. Yani hem Merkez Bankası, hem de piyasalar son krize karşı hazırlıksız, güçsüz ve kırılgan. 

Bakıyorsunuz AKP öncesi 14 yılda, Türkiye yıllık 14,5 milyar dolar, 14 yılda toplam 189 milyar dolar ortalama dış ticaret açığı vermiş. AKP ile geçen 14 yıla baktığımızda ise 990 milyar dolar toplam dış ticaret açığı bulunuyor. Bu yıllık ortalama 70 milyar dolara karşılık geliyor.

Demek ki biz yurt dışından aldığımız borcu yalnızca ithalata harcamışız. Betona, kentsel dönüşüme, yola, garantisini tutturamadığımız köprülere ve altgeçitlere harcamışız. Bunun için AKP şirketlere garantiler verdi. 100 yolcu geçeceğini garanti etmiş, ancak geçen yolcu sayısı 30'da kalmış. Yani kalan 70 yolcuyu devlet ödemiş. Özetle tüm bu yatırımlar toplumun, ekonominin ihtiyacı olmayan yatırımlar. Tıpkı Kanal İstanbul ve Üçüncü Havalimanı gibi.”

İYİ Parti Ekonomi Kurmayı Durmuş Yılmaz da aynı kanaatte: “Devleti yönetenler sağduyulu politikalar izleseydi, bu kaynakları yenilikçi, üretken, rekabetçi, bilgi-yoğun ve yüksek katma değerli bir ekonomi kurmaya harcayabilirdi. Onun yerine küresel piyasalardan akan sermayeyi çılgın projelerle, ballı ihalelerle, yandaşlara kıyaklarla, lüks tüketimle çarçur etmeyi seçti.”

Dahası problemlerin gerçek sebeplerini teşhis etmek yerine, “dış güçlerin ekonomik saldırısı” açıklamasıyla sorunun özünü görmezden gelmek sağlıklı bir hal değil.

Biz bu borçları görmezden gelsek, yaşantımızdan hiç fedakârlık etmeden eskisi gibi rahat harcamaya devam etsek sadece kendimizi ve ailemizi sıkıntıya sokarız.

Ama devleti yönetenlerin hatalarını bir nesil çeker.