Son günlerde çok gerildik.
Siyaset çok yordu hepimizi..
Biraz nefes aldıracak, şeker tadında bir yazı yazayım bari dedim ben de...
* * *
Efendim kardeş candır... Abla hem candır, hem cânandır, hemi de anadır...
Sizi bilmem ama bizimki öyle...
Benim canım ablam Süheyla da kendini annemiz sanıyor...
Eniştem Hüseyin Manisa Salihlili. Rahmetli annesinin Adala köyünde bir evi var, bahçesi çeşitli yemiş ağaçlı...
Hoş şimdi mahalle diyorlar ama ben Atatürk'ümün "Köylü milletin efendisidir" sözünden yola çıkarak Adala köyü demeyi tercih ediyorum. Çünkü ben köyleri çok seviyorum.
Köylere gideyim, dağ taş gezeyim. Doğa ile başbaşa kalayım... Dinleyeyim, anlayayım, öğreneyim, keşfedeyim... bayılıyorum.
Köy ve köylüler olmasa biz aç kalırız. Toprağımızın ve onu işleyenlerin kıymetini bilmeliyiz...
Neyse... İşte geçtiğimiz bayram ablam ısrar edince Hikmet'le köye gittik. Çocukların başka planı vardı. Bizimle gelmediler...
Ablam misafiri sever, elinden geldiğince ağırlar. Yeğenim Betül ne yapacağını şaşırır. Kendi bir kahve tiryakisi olduğundan ikide bir bize kahve yapar... Eniştem sağ olsun gezmeyi de, gezdirmeyi de hem sever, hem de iyi bilir...
Bu kez tren yolculuğu yapalım dedik...
Hem eğlenceli, hem ekonomik...
Bindik Basmane gardan trene... Tıngır mıngır... Yok bu trenler eski trenler gibi değil, otobüste gibi yolculuk yaptık. Rahattı... Yalnız biraz uzun sürdü yolculuk. İki buçuk saat sonra Salihli'de indik. Ablamla eniştem bizi bekliyordu.
Arabaya bindik ver elini Adala diyeceksiniz... Yok... Diyemedik... Eniştem gezdirmeden asla götürmez ki!..
Kaldığımız dört gün boyunca her gün bir yeri gezdirdi bize... En iyisi ben toptan anlatayım size...
Önce Sart harabelerine gittik... Oradan yukarı bir köye çıktık. Manzaraya karşı mis gibi kokulu demli çay içtik. Sonra Demirköprü barajına geçtik... Baraj gölünü, çevresini gezdik. Egeliler bilir tilkican denilen bir tür yabani kuşkonmaz topladık. Sonra evde yumurtalı kavurduk... Pek lezzetli... Çok şifalı... Zaten öyle çayır çimenlik yere gidince ben bayılırım ot toplamaya. Gözüm yerden kalkmaz.
Gittiğim yerlerde özellikle yaşlı köylülerle de sohbeti pek sevdiğimden bu konuda da kendimce epey bilgiliyimdir. Bir gün ebegümeci toplayıp yaptığım sarmadan çocuk edebiyatımızın değerli yazarı sevgili can arkadaşım Mavisel Yener'e de ikram etmiştim. Yemiş, beğenmiş ama beni uyarmayı da ihmal etmeyerek demişti ki:
"Hülya'cığım doğal diye her otu toplayıp toplayıp yiyorsun. Güzel ama korkuyorum bir gün zehirleneceksin diye. Unutma ki zehirli mantar da doğal!"
Neyse... Tilkican bilinen bir tür. Toplarken bir de kapkara, oldukça iri bir yılan görmeyelim mi? Ağaç dibindeki oyuğa kafasını sokmuş, ilerlemeye çalışıyor gibi... Ama ilerlemiyor. İki metre geriden sessizce izledik. Hikmet dedi ki "Orada fare yuvası vardır onu yakalamaya çalışıyordur." Bir süre sonra sanırım bizi hissetti. Bayır aşağı kaydı gitti. Anladık ki yılanlar uyanmış... Bastığımız yere dikkat ederek gezdik...
Sazlı göle gittik... Muhteşem bir manzara... Su ayna gibi gökyüzünü, ağaçları, sazları yansıtıyordu. Benim için bir hazine... Bol bol fotoğrafını çektim.
Şırıl şırıl akan buz gibi suda elimizi yüzümüzü yıkadık...
Eniştem bizi gezdirirken bir yandan da çocukluğunu yaşıyor. Gezdiği, oynadığı yerleri bir bir anlatıyor:
"Taa orada tavşan tepesi..." Burası çocukluğumun geçtiği Kırdamları köyü... Şurası Dibekdağ,,, O karşısı Üşümüş dağ... Teee şurası da Bozdağ... Bak tepesi karlı!.." diye heyecanla gösteriyor...
"Taaa karşısı Kula'ya giderken yuvarlak olan... Yanardağ Divit dağı...Kargacık, Hıyarlık..."
Yemyeşil kırmızı-sarı çiçekli gelincik tarlaları... Üzüm bağları... Kayısı, şeftali bahçelerini bir bir geçiyoruz, o anlatmayı sürdürüyor...
"Tarlaya gittiğimiz zaman oynarken uzaklaşmayalım diye kadınlar "Len nenenin yanından ayrılma, yoksa donumun içine katarım seni!" derlerdi. Bizim de ödümüz kopardı. Korkardık... Uzaklaşamazdık..."
Biliyorsunuz resimlerimde bu yaşamları konu ediyorum. Bu güzellikleri resmediyorum. Onun için böyle geziler benim için çok değerli. Bankada çalışırken zaman zaman İstanbul'a kurslara giderdim. O zaman da kızım Senem'i ablam Süheyla'ya bırakırdım. Çocuk ne yapsın ablama "teyze" diyor enişteme de "Eniştebaba" diyordu.
O zamandan beridir ben de ona "eniştebaba" diyorum...
Biz güzel yerler gezdik, gördük... O çocukluğunu yaşadı...
Velhasıl bayram gibi bayram oldu...
Çok yaşa ablam, çok yaşa Eniştebaba...
Sen de çok yaşa Betül...
Bu arada karşı evin arkasında bir direk üstündeki yuvasına leylekler geldi. Havada dans ede ede uçtular... Keyifle seyrettim...
Anlayacağınız bu yıl yine resim festivalleri ve çalıştaylar daveti ile bol bol gezeceğim demek ki!..
Hiko hiç kızmasın... Ben değil, leylekler suçlu...