Paramızın değerini korumak ülkesini seven her bireyin görevidir. Ancak bu toplumsal davranış istikrarlı bir para politikası eşliğinde gerçekleşebilir.
Şirketlerin zaten gelecekteki borç ödemeleri için döviz biriktirmeleri zorunluluktur. Yani bundan kaçış yok. Vatandaşın ise döviz almaması ve hatta elindekini satıp TL’ye dönmesi için uygun şartların oluşması gerekir. Hiç olmazsa parasının enflasyon karşısında erimeyeceğine inandırılması ve döviz, altın gibi varlıklara yönelişten vazgeçirilmesi pekala mümkündür.
Nitekim durum 10 gün öncesine kadar ümit vericiydi, hatta ilk olumlu işaretler de gelmeye başlamıştı. Ancak o günkü MB Başkanı’nın faizi 200 baz puan artırma kararının ardından görevden alınması yeni bir atmosfer yaratmıştır.
Oysa eski MB Başkanının alacağı tedbirler sınırlıydı ve doğru adımları da doğru zamanlarda atmıştı. Yapacağı da başka bir şey yoktu!
Peki neydi bu adımlar?
Eksi olan reel faizi görünür hale getirerek; TL’ye dönüşü sağlamak ve dolarizasyonu önlemekti. Sıkı para politikasına devam edileceğinin de sözünü veriyordu.
Burada yanlış olan bir şey var mıydı?
Yoktu ama aldığı kararları destekleyenler bile kabaca yaptıkları reel faiz hesabına göre 200 baz puan artışı fazla bulmuşlardı.
Güya 100 baz puan yeterli olacaktı…
Bizim ülkemizde reel faiz hesabı çoğunlukla yanlış yapılıyor. Güncel politika faizinin nominal faiz olarak uygulanacağını varsayıp (birçok banka daha düşük uyguluyor), gerçekleşmiş son yıllık enflasyon oranından da arındırarak sözde reel faizi önümüze koyuyorlar. Örneğin, elimizdeki en taze yıllık enflasyon oranı yüzde 15,61 olduğundan, yüzde 19’a çıkan politika faizine göre reel faizi yüzde 3,4 olarak sunuyorlar.
Şimdi sonucun nasıl tamamen değiştiğini görelim.
Diyelim ki, herhangi bir banka politika faizi olan yüzde 19’u mevduat sahibine uygulayacak;
- Vade sonunda yüzde 5 stopaj kesintisi yapmayacak mı?
Ve bu durumda tasarruf sahibini nominal faiz yerine, net nominal faiz ilgilendirmez mi?
- Bitmedi, bankaya yatırılan paranın gerçek getirisi hesaplanırken, bu günkü enflasyon oranı yerine, vade sonundaki beklenen enflasyon oranı ölçü olarak alınmaz mı ?
Cevaplar belli olduğuna göre formüle uygulayalım.
- Önce yüzde 19’dan yüzde 5 stopajı düşerek net nominal faiz oranı olan yüzde 18’e ulaşalım.
- Beklenen enflasyon da (6 ay sonra) alt sınırdan yüzde 17 olarak bizim tahminimiz olsun.
Reel faiz = [(1+ Net nominal faiz) / (1+ Beklenen enflasyon)] – 1
Yani; Reel faiz = [( 1+ 0,18) / ( 1+ 0,17)] – 1 = % 0,8
Neticede, mevcut durumda bile reel faiz yüzde 1’in altındadır.
Üstelik son faiz artışını kredi faizlerine hemen yansıtan özel bankalar, mevduat faizini ise düşük tutmaya devam ediyorlar. Belki de sıfıra yakın faizi olan döviz mevduat hesabını özendirmek istiyorlar. Aradaki büyük maliyet farkı bunu düşündürüyor. İşte bu şartlarda yukarıdaki reel faizin bile garantisi olabilir mi?
Ayrıca, CDS (risk primi) 400’ün üzerinde gezindiğine göre reel faizin bu riski de kapsaması gerekmez mi ?
Dolayısıyla eski MB Başkanı görevde kalsaydı, önümüzdeki ilk PPK toplantısında muhtemelen tekrar faiz artırımı yapacaktı. Yani yapması gerekiyordu.
Peki şimdi ne olacak ?
Belki aynı seviyede bırakılacak. Bu durumda büyük ihtimalle fazla yükselen kur yatay seyredecek. Ama yine de kayıp hanesine yazılmış olacak.
Belki de 100 baz puan kadar düşürülecek. Bu durumda da kur alıp başını gidecek. Üstelik enflasyonu da artırarak…
Elbette faiz kötülerin en kötüsüdür. Ancak elimizde kullanacak başka ilaç mı kaldı?
Peki gelecek PPK toplantısından daha farklı bir karar da çıkabilir mi?
Bunun için de TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun 2 ay önce yazdıklarına bakalım:
"Dünyada negatif faiz söz konusu iken bu ülkenin önemli ekonomi yazarlarının, bankacılarının, iş kuruluşu temsilcilerinin yüksek faizde istikrar aramaları gerçekten üzücü bir durum” demiş ve bir de çözüm önerisinde bulunmuştu; “Merkez Bankasının yüksek faiz politikasında ısrar etmemesi gerekir” diyerek…
- Bu ifadeden anladığım, istikrarın ‘düşük faiz’de aranacağıdır.
- Cümle içinde geçen, “yüksek faizde istikrar arayanlar” arasında olmadığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Anılan birçok insanın da o görüşte olmadıklarını biliyorum. Elbette beklenen enflasyona göre faizi belirleyerek sadece günü kurtarırsınız, ancak gerekli reformlar uygulandıkça da istikrara davetiye çıkartmış olursunuz. Arkasından kur da, enflasyon da, faiz de olması gereken normal seviyelere dönebilir.
- Bahse konu olan, ‘dünyada negatif faizi uygulayanlar’ ise bizimle hiçbir şekilde kıyaslanamazlar. Çünkü enflasyon oranları yüzde 0-1 arası, CDS’leri 10 baz puan civarında ve kişi başı gelirleri bizim 5-6 katımız kadar olduğu için…
- Bize özel bir başka durum da; kur şoklarının ithalatın finansmanını zorlaştırmasıdır. Bütün üretim yapımız ithal girdiye bağımlı olduğundan açık vermek ve borçlanmak kaderimiz olmaktadır. Hatta her ihracat artışının, daha yüksek oranda ithalat artışını da beraberinde getirdiğini unutmayalım.
Sayın Kavcıoğlu’nun en yeni açıklamasında ise; “PPK kararlarıyla ilgili ‘hemen faiz indirilecek’ şeklinde önyargılı bir yaklaşımı doğru bulmuyorum” ifadesi var ki, burada ‘hemen’ vurgusu önemlidir ama ‘önyargılı yaklaşım’ asla söz konusu değildir. Zira sadece kendi ifadelerinden çıkarımlar yapılmaktadır.
Üstelik bizim ne anladığımızdan daha önemlisi piyasaların ne anladığıdır. 20 Mart tarihinde 7.21 olan dolar kuru, 30 Mart tarihinde 8.34 seviyesine gelmiştir. Artış oranı yüzde 15,7'dir.
Hiçbir zaman ileriye dönük dolar tahmini yapmam, yapanı da ciddiye almam. Ancak hesap yaparım, konuşulanlara ve gördüklerime bakarım, gerçek yaşadıklarımızdan çıkarttığım resmi ortaya koymaya çalışırım.
Sonuçta; kur, enflasyon ve de dolarizasyonun yönü zaten gözükür, geriye de iş planlarına olumlu katkı yapmasını dilemekten başka yapacak bir şey kalmaz...