ABD’de, 6 Ocak Kongre binasının işgali olayı ABD demokrasisi için kara bir leke olarak tarihe geçti. Bu “başkaldırı” veya “örgütlü kitle kalkışmasının” azmettiricisi olarak Başkan Trump sorumlu tutuluyor.
Çünkü olaylar Başkan Trump’ın, binlerce taraftarını -Kongre'ye baskı için- Başkent Washington'a çağırıp bir miting düzenlemesiyle başladı. Beyaz Saray önünde yapılan mitingde Trump “seçimlerde usulsüzlük yapıldığı” iddialarını tekrarladı. “Yenilgiyi asla kabul etmeyeceğiz" dedi.
Konuşmayı dinleyen öfkeli kalabalıklar Kongre’yi bastı. Çıkan arbedede 5 kişi öldü. Washington'da sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Yeni seçilen Başkan Biden görevi 20 Ocak’ta devralacak. Fakat Trump’ın 20 Ocak beklenmeden görevden azledilmesi ve siyasi hayatını bitirecek şekilde cezalandırılması için Kongrede çalışmalar yapılıyor.
Türkiye bu hadiseden nasıl ders çıkarabilir? İnsanlarımız bu olayları izlerken hangi duygu ve düşüncelerle yorumluyorlar? Biz şimdilik bunlara bakalım.
******************************
ABD’Yİ KUVVETLER AYRILIĞI KURTARDI
ABD’de seçmenlerin yüzde 70’i beyaz ve beyazların yüzde 58’i Trump’a oy veriyor. Trump seçmenlerinin çoğu beyaz ırkın üstünlüğüne inanan, devletin bütün kurumlarını beyazların yönetmesi gerektiğini savunan insanlar.
6 Ocak olaylarını yaratanları, tipleri, kıyafetleri, vandal tavırları ve taşıdıkları silahları ile birlikte gözümüzün önüne getirelim. İşte bu “Redneck” denilen “taşralı, cahil, yoksul, beyaz Amerikalılar” Trump’ın seçmen kitlesinin omurgasını teşkil ediyor.
“Bunlar cahil olmakla beraber özgüvenleri yüksek ve kendilerini ülkenin sahibi olarak gören bir kitle. Dahası kendilerini “vatansever”, kendilerinden olmayanları “vatan haini” olarak görüyor.”
Bu tür fanatik, cahil taraftarlar ve her ülkede görülebilir. Böyle fanatik taraftarlara sahip bir başkan çok tehlikeli olabilir.
Üstelik bu başkan (Prof. Dr. Özgür Demirtaş’ın ifadesiyle), “Bir Popülist- Faşist- Irkçı- Dinci- Şarlatan- Aşırı Sağcı- Kafatasçı politikacı olan Trump” gibi birisi ise daha da tehlikeli olabilirdi.
Tehlikeli olamadı. Çünkü ABD’de bunların demokratik sisteme zarar vermesini engelleyecek mekanizmalar vardı.
ABD’de “kuvvetler ayrılığı” mutlak bir şekilde geçerlidir. Yasama ve yargı güçleri ile kurumlar harekete geçti, tehlike savuşturuldu.
Amerika’da Yüksek Mahkeme, Kasım 2019’da bir kararında, “Başkanlar Kral değildir” demişti. Olaylardan sonra konuşan yeni seçilmiş Başkan Biden da benzeri sözler söyledi: “Bizim demokrasimizde Başkanlar Kral değildir. Başkan kesinlikle kanunların üzerinde değildir.”
****
Sadece yargı değil, ABD’de basın/medya da iktidardan bağımsızdır.
Eski bir yazımda da anlattığım gibi, Trump The New York Times, The Washington Post ve CNN gibi ABD’nin köklü medya kuruluşları ile hiç iyi geçinemedi. Trump bu medyada çıkan haberleri, “sahte, iğrenç haberler” ve bu haberleri yazan gazetecileri ise “korkunç insanlar” olarak nitelendiriyordu.
Buna karşılık mesela Washington Post gazetesi Trump'ın görev süresi boyunca günde ortalama 7,6 yanlış bilgi verdiğini yazmıştı.
Trump basın kuruluşlarını "yalan haber" yapmak ve “demokrasiye zarar vermekle” suçlamaya ve gazetecileri "Amerikan halkının düşmanları" olarak hedef göstermeye devam etti.
ABD’de yandaş medyada çalışanların bile bir “gazetecilik ahlakı” olduğu görülüyor. Trump bir basın toplantısı için muhalif gazeteleri dışlayarak kendisine yakın gazetecileri çağırdığında, davete ABD’de hiçbir gazeteci katılmamıştı.
ABD’de bağımsız medya ve devlet içindeki mekanizmalar çok güçlü idi. Trump bütün sıra dışı ve devlet geleneklerine aykırı davranışlarının karşısında bu kurumların sessiz direnişi ile karşılaşıyordu.
Son olaylardan sonra, halkın hala yüzde 45’inin desteğine sahip görünse de, Trump yalnız kaldı. Twitter ve Facebook bile Başkan’ın hesaplarını kapattı.
**************************
TÜRKİYE’DE OLABİLİR Mİ?
ABD’de yaşanan olaylara benzer bir durum Türkiye’de olabilir mi? Olursa devletin yasama ve yargı güçleri ile “dördüncü kuvvet” medya nasıl bir pozisyon alır?
Türkiye’de, ABD ekseninde yapılan tartışmalarda, şuuraltımıza yer eden bu sorunun cevabının arandığını veya bu cevaba göre değerlendirme yapıldığını görüyoruz.
Türkiye’de de “AKP İstanbul’u kaybederse İsrail kazanmış olacak” gibi safsata sözlere bile inanan fanatikler var. Seçimler yapıldığında, daha akşam saatlerinde Anadolu Ajansı’ndan gelen ilk verilerle coşup, “Ak Parti kazandı” diye silahlı kutlamalar yapanlar var. Cumhurbaşkanını “ümmetin lideri”, “halife” gibi gören kesin inançlılar var.
Bunlara göre, “Erdoğan dünyanın tasfiye etmek istediği adamdır.”
Türkiye’de de silahlandırılmış fanatik gruplardan bahsediliyor, korku salınıyor.
Mesela AKP Gençlik Kolları eski genel başkanı İsmail Karaosmanoğlu “bir mangayı donatacak kadar silah ve mühimmatım var. Benim gibi de yüzbinler var. Bir daha ‘başka şekilde’ iktidar değiştirmeye niyetlenen olursa deneyeceğimiz çok fantezi var haberiniz olsun” diye paylaşım yapmıştı.
****
Muhalif kanatta ise bir “öğrenilmiş çaresizlik” cümlesi zihinlere kazınmıştı.
“AKP seçim kaybetmezdi.” Çünkü “AKP devlet gücünü hoyratça ve acımasızca kullanıyordu. İnsanları hürriyetleri, servetleri veya şereflerini kaybetme korkusuyla sindiriyordu.” En büyük başarısızlıkları bile büyük başarı olarak gösterebilen “yandaş medyası” vardı.
“Bunlar asla seçimle yenilmez, yenilseler de gitmez” kanaati yaygın bir hale gelmişti.
Fanatik militanların yaratacağı kaosa karşı en önemli panzehir olan “kuvvetler ayrılığı” Türkiye için hayli uzaklarda kaldı. Bağımsız bir yargımız ve tarafsız bir medyamız neredeyse yok.
Bütün bu gerçeklerimize rağmen ümitsiz değiliz.
Çünkü 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinden sonra öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi büyük ölçüde kırıldı. Millet İttifakının Belediye Başkanları ülke nüfusunun yarıdan fazlasının yaşadığı ve ekonomik açıdan GSYİH’nın dörtte üçünü oluşturan illeri yönetmeye başladı.
AKP İstanbul Belediye seçimlerinde Trump gibi davranmıştı. Seçimi hiç delilsiz ve vicdanlara sığmaz gerekçelerle “oylarımız çalındı” diyerek iptal ettirmişti. Ancak AKP’nin seçimin tekrarında açık farkla yenilmesi ve koltuğu devretmesi demokrasimize olan inancı güçlendirdi.
Demokrasimizin fevkalade hallerde korunabilmesi için “kuvvetler ayrılığı” hala çok önemlidir. Ülkemizin bir “beka sorunu” yaşamaması için hukukun üstünlüğü için çalışan yargı ile bağımsız ve tarafsız medya tesis edilmesi olmazsa olmaz şarttır.