“Düşünüyorum öyleyse varım" (Descartes)
Bugüne kadar hep rakiplerimizi eleştirdik durduk. Bu ülkede solcular, liberaller ve sahte İslamcılar iktidara geldikleri halde Türk milliyetçileri bu ülkenin gerçek sahipleri ve kurucu iradenin temsilcileri olmalarına rağmen hep marjinal kalmaya mahkûm oldular.
Peki neden?
Bu davanın bir bireyi ve bu nedenleri eleştirel bir analize tabi tutmak benim için hakikatten hem zor hem de objektiflikten uzaklaşmadan yazmak için elimden geldiği kadar çaba göstermeye çalışacağım. Kendimizle yüzleşme can sıkıcı olduğu gibi tepkilere de neden olacaktır. Onun da farkındayım.
1.Türk Milliyetçiliğinin konumlanmasındaki sıkıntısı
Türk milliyetçilerinin asli görevi olan Türk milletinin hak ve menfaatlerini koruyarak onu muasır medeniyet seviyesine çıkarma çabası bir türlü ülküsü olmadı. Zira kaynakları, referansları ve özneleri hiçbir zaman Türk milleti olmadı. Türk milleti adına sözüm ona hareket eden bazı mahfillerin hizmetine girerek Türk milletinin savunuculuğunu yaptığını sandı. İdeolojisindeki kutsal addedilen vatan -millet- devlet ve bayrak gibi simgelerden dolayı hep gizli mahfillerin operasyonuna kurban edildi. Türk milliyetçiliği bir türlü sivilleşemedi. Devlet denilen aygıtla arasına mesafe koyup devleti milletin oluşturduğu bir organizasyon olduğunu kabullenemedi. Devlet ebed- müddet anlayışıyla milleti değil devleti savunma garabetine düştü. Oysa Türk milliyetçilerinin tek kaynağı ve öznesi Türk milleti olmalıydı. 'Milleti yaşat ki devlet yaşasın' düsturunu uygulayamadılar.
Türk milliyetçileri devlet milliyetçiliğini değil Türk milleti adına milliyetçiliği öne çıkarmak zorundadırlar. Yoksa müesses nizamın kapıkulu olmaktan kurtulamayacaklardır. Türk milliyetçiliğinin konumlandığı tek alan Türk milletidir. Türk milliyetçiliği; sivildir, demokratiktir, hukukun üstünlüğünü ve meşruiyet dediğimiz yazılı -sözlü kuralları esas alan Türk milletinin kendisidir.
2. Amaç ve araçlar konusundaki ideolojik sulandırmalar
Müesses nizamın telkiniyle kontrol altında tutulabilme adına Türk milliyetçiliği davası basit araçlara dönüştürüldü. Türk milliyetçiliğinin hedefe ulaşmasında kullanılan araçlar olan 'Lider' ve 'Teşkilat' gibi unsurlar kutsallaştırılırken 'dava' detaya indirgendi.
Galip Erdem hocamız; "Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: Dâvâ’yı dağın eteklerinde unutmuştuk! Meğer biz dâvâyı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.” demektedir. 'Dava' kutsal olmaktan çıktı yerine 'kutsal lider' ve 'tartışılmaz teşkilat' konuldu. Ne lider ne de teşkilatların kaynağı Türk milleti oldu.
O halde Türk milliyetçileri efsunlaşmış lider- teşkilat gibi araçların büyüsünden kurtularak akıl ve bilim ışığında Türk milliyetçiliğini yeniden temellendirmelidir.
3. İdeolojisinden dolayı müesses nizamın etkilemesi ve bu faktörler sonucu aksiyoner bir hareketten çıkarak tepkisel - operasyon hareketine dönüşmesi
Türk milliyetçileri her dönem emperyal güçlerin dikkatini çekmiş ya kontrollerinde bir hareket ya da ekarte edilmesi gereken bir hareket olarak algılanmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle Türk milliyetçileri paramiliter güç olarak kullanılmış, 1970’li yıllardan sonra 'Komünizmle mücadele adı' altında kendini alanlarda bulmuştur. Türk milliyetçilerini alana sürükleyenler gün geldiğinde komünistlerle aynı muameleye tabi tutmaktan da geri kalmamışlardır. 1990’lı yıllardan sonra müesses nizamın koruyucu refleksine dönüşmüştür. Dolayısıyla Türk milliyetçileri, milletten gücünü alan, onun iradesini temsil eden bir hareket olamadı. Türk milliyetçileri bulundukları kurumlarda hiçbir zaman söz sahibi olmadılar. Gizli mahfillerin dayattığı hedefleri kendi hedefleri sanarak çarpık düzenin payandası oldular. Düşünme, sorgulama gibi donanımlı milliyetçiler bu yapılardan ya uzaklaştırıldı ya da etkisizleştirildi. İradelerinin olmadığı yapıların sadece ve sadece militanlığını yaptılar.
Türk milliyetçileri iktidara gelerek uğrunda can verdikleri, vermeye devam edecekleri Türk milleti dışındaki yapılarla mutlaka aralarına mesafe koymak zorundadırlar.
4. Bastırılan kişilik özelliklerinden dolayı iç çekişmeyi davranış kalıplarına dönüştürmesi ve özgür birey olamamak
Türk milliyetçilerini içinde bulundukları yapılar adeta kast sistemine benzemektedir. Her yerde reisler'den, liderler'den geçilmiyor! Düşünme, sorgulama, muhakeme ve eleştirel yaklaşım yok. Bir emir verilir ya da bir icraatta karar verilir. Bunun nedenini sorgulamadılar, olsa olsa hikmetini aradılar.
Böylesi bir yapıda fikirlerini özgürce ifade edemeyen, duruş sergilemeyen bireyler bu sefer kendi aralarında liderlerine az ya da çok 'itaat'in derdine düşerek birbirlerinin kurdu olmaya başladılar! Zira vicdan devre dışı kalmıştır ve yerini sadece militanlık almıştır...
Türk milliyetçileri birbirini sevmeyen, birbirinin önünü kesmekle uğraşan ve davalarını ikballerine alet eden bir yığına dönüştüler. Türk milliyetçilerini bu noktaya getiren nedenlerin başında; Özgür olamamaları ve birey olma vasfını kazanamamalardır. Böylesi yapılar, donanımlı Türk milliyetçilerini kendi yapılarında nefes aldırmadılar, konuşturmadılar ve ekarte edebilmenin yollarını aradılar. Günümüzde bunların örneklerini fazlasıyla görmekteyiz.
Bu cendereden çıkış yolu da demokratik bir ortam ve fikri hür, vicdanı hür bireyler olarak topluma karşı bir tutum sergilenmesiyle mümkündür.
5. Demokrasi, sivilleşme ve hukukun üstünlüğünü içselleştirememesi
Türk milliyetçileri; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve bireyselleşme gibi hüviyetlere sahip oldukları gün, saydığımız ve sayacağımız birçok problem de ortadan kalkmış olacaktır. Dini ve milli değerler dahil olmak üzere bütün unsurların gerçek değerini bulacağı, yaşanacağı alan da demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayalı düzendir.
Bireyselleştiğimiz taktirde ne dini ne milli hassasiyetlerimiz istismar konusu da olmayacaktır. Böylesi bir duruş, gizli mahfillerin Türk milliyetçilerini istismarına da engel olur. Türk Milliyetçiliği, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve sivilleşmeden ayrı olaraktan düşünülemez. Zira bu unsurlardan arınmış bir milliyetçilik Türk milliyetçiliği değil gizli mahfillerin menfaatlerini koruma güdüsüdür.
6.Türk Milliyetçileri Atatürk’le başlayan milletleşme sürecinin ruhunu kavramakta zorlanmaktadır.
Atatürk’le başlayan milletleşme sürecimiz pozitif hukuk ile çağdaş medeniyeti yakalama hedefidir. Bu paradigma, insanları efendilerine kul olmaktan çıkararak cumhuriyetin şerefli bireyi yapma sürecidir. Bu süreç ile birlikte insanları sosyolojik olarak Türk milleti kimliği etrafında din, dil, mezhep, tarikat ayırımı yapmadan ve o yapıların esaretinden insanlarımızı kurtararak fikri hür vicdanı hür birey yapma projesidir.
Türk milliyetçileri; bu süreci de dini ambalajlarla, tarikatlarla, ruhban sınıflarıyla çeşitlendirerek sulandırdılar. Oysa milletleşme sürecimiz her türlü mülahazanın dışında sosyolojik aidiyetle ifade edilerek bilimsel olgularla temellendirilmeliydi. Popülizme kurban edilmemeliydi.
7. Türk Milliyetçileri toplumu var eden bilim, felsefe, sanat, edebiyat, çevre gibi bütüncül yaklaşımdan çok mensubu oldukları yapının militanlığından öteye geçemediler
Türk kültürünün savunucusu, Türk milletini geleceğe taşımaya kararlı Türk milliyetçileri; saydığımız alanlarda özgün çalışma yapamamakta, vatanı için ölüme gider ama vatanın hoyratça kullanılmasına sessiz kalır. Okumaz, araştırmaz, sadece nakil bilgilerle hayatını idame ettirir.
Cemaatler için lider neyse, tarikatlar için mürşit neyse Milliyetçiler için de 'lider' öyledir. Türk milliyetçilerin zihin dünyası körelmiştir. Ülkede var olan STK’lar içinde etkili kaç tane örgütümüz vardır? Olamaz. Zira olanı da başka partiler kontrolleri altına alarak özgün olmaktan çıkarıp yan kuruluşuna dönüştürür.
8. Türk Milliyetçileri iktidara da gelemediler ve onunla ilintili olarak kendi burjuva sınıfını oluşturamadıkları için köylü olmaktan kurtulamadılar.
Cumhuriyetle birlikte kentleşme kültürü Türk toplumunun sosyal yapısını da şekillendirdi. Yüzde 70'i köylü olan bir milletten yüzde 80 şehirli bir millette evrildik. Bu süreç içinde cemaatler, tarikatlar, farklı siyasi ekoller gelişen kent hayatında kendi burjuva sınıfını oluşturdular. Burjuva sınıfı üreten sınıftır. Şehirlidir. Sosyal, ekonomik, kültürel alanlarda toplumun dinamosudur.
Türk Milliyetçileri sürekli birilerinin emrinde hareket eden yapılara mahkûm oldukları için toplumsal gerçekliği ne anlayabildiler ne de var olan olguya uygun pozisyon alabildiler. Şehirde yaşamakla birlikte kentleşmenin enstrümanlarından yoksun köylü durumuna düştüler.
9. Türk Milliyetçileri modernitenin geldiği süreci de iyi okuyamamaktadırlar.
Türk Milliyetçileri ne küresel kasırgayı sorgulayabildiler ne milli devletlerin önümüzdeki yıllarda alacağı konum üzerinde fikir yürütebildiler.
Soğuk savaş dönemini zihin egzersiziyle dünyayı okumaya çalıştılar. Kültürün statik ve dinamik unsurları üzerinde fikir yürütemediler, bilişim çağının dünyayı bir köye dönüştürdüğü gerçeğinden hareketle Türk milletinin bu sürece nasıl hazırlanması gerektiği hakkında ne ses ne eylem duyamadık, duyamayacağız da bu yapıdan…
10. Türk Milliyetçileri kast sisteminden kurtulup akıl ve bilim ışığında organizasyon kurmakta da başarılı olamamaktadırlar.
Türk Milliyetçileri kendi iradelerine tıpkı cemaat müritleri gibi güvenememektedirler. Kendi zihinlerinde büyüttükleri liderlere kayıtsız şartsız bağlılıkları onları o yapılar içinde hükümsüz hale getirmektedir. O yapılar içinde bir birey değil sadece yer kaplayan bir kütleye dönüşürler. Düşünme, muhakeme sakıncalı bir yeti olmaya başlar.
Burada ilk önce sorgulayanlar aforoz edilmeye başlar. Sonra çok basit ilkel entrikalar, komitacılıklar enerjilerinin boşa harcanmasına sebep olur ve ardından yıpranmalarından dolayı onların yerini onlarla hiç ilintisi olmayanlar doldurur. Bu kısır döngü sorgulama olmadığı için devam eder. Gün gelir kendi evinin yabancısı durumuna düşer.
11.Türk Milliyetçileri klasik şark modeli olan biat anlayışını; Şunun - bunun adamı gibi ilkel hastalıklarla tabi tutuldukları için aralarında karşılıksız sevgi de oluşmamaktadır.
Türk Milliyetçileri birey olamadıkları için uhrevi liderlere (!) sadakati en büyük görev olarak görmüşlerdir. Her yanlışa, her hataya 'hata' diyebilecek erdemi maalesef gösteremediler. Yanlışları, hataları tevil etmekte maharet sahibi oldular. Sonra iş kendilerine dokununca refleks tepki ötesine geçemeyen duruşlar sergilediler. Sevgileri de biat anlayışları gibi görecelidir. Dolayısıyla Türk milliyetçileri arasında dava sevgisi değil hücre yapılarına dayalı çıkar sevgisi oluştu. Kendi kurumlarında bile birbirinin kurdu oldular.
Dolayısıyla kılıç-kalkan dönemi bitmiştir. Akıl ve bilim dışında yapılacak milliyetçilik sadece duygusal milliyetçilik olarak kalacaktır.
Türk Milliyetçileri; demokrasi, hukukun üstünlüğü, bireyselleşme, şeffaflık, katılımcılık, hesap verebilirlik gibi yönetim anlayışını kayıtsız şartsız kabullenmelidir. Toplumun tamamını kapsayan alanlarda üretici olmak ve sevdayla bağlandıkları Türk milletini her alanda Türk medeniyeti çağına ulaştırmak zorundadırlar...