Ahmet ÖZDEMİR
Maliyeci-İktisatçı
İnsanoğlu maddi ve/veya manevi varlığıyla etrafına baktığında, görünen ve algılanan bütün maddi varlıkların birbirinden farklı olduğunu apaçık bir şekilde görür. Dağlar, ovalar; denizler-göller-yer altı ve üstü sular; rüzgârlar-hava şartları (sıcaklar-yağışlar-nemler)-mevsimler; hayvanlar alemi (yer altında-sularda-yer yüzünde-havada); yeryüzü ve altı kaynaklar ile varlıklar (madenler-ekinler-bitkiler-ağaçlar; hayvanlar alemi (yer altında ve üstünde, karada-denizde-havada); bu yönde değişiklik arz edenlerden bazılarıdır. Bütün bunlar; ayni cinsler ve farklı olanlar itibariyle birbirlerine benzemezler. Bizim idrak edemediğimiz-göremediğimiz-bilemediğimiz kainat alemi dahi böyledir. Manevi Alem için de ayni görüşleri ileri sürmek gayet tabiidir (Melekler-cinler... ).
Gelelim, maddi alemdeki ve Dünyadaki insanların durumlarına.
Dünyada 5-6 milyar insan mevcuttur. Yani, Allah’ın kulları vardır.
Bu kadar insanlar, fiziki görüntü-renk-boy/bos-dişi/erkek-doğumdan ölümüne kadar görünüşleri itibariyle; birbirlerinden daima farklıdır. Bu durumun ispatı parmak uçlarının, saçlarının ve kan örnekleriyle ortaya konulabilmektedir.
Bilenler-bilmeyenler, yetkililer-yetkisizler; birçok konuda olduğu gibi belirtilen konularda da işlerine geldikleri gibi ahkâm kesebilmektedir.
Siyaset-iktidar ve müstakbel ümitler-beklentiler-hırslar uğruna kırıcı ve hırçın nutuklar atılabilmektedir. Ahali nezdinde, bunların çoğu tasvip görmemektedir.
Beyanların-konuşmaların-ileri sürülenlerin hoşa gitmeyenleri için; sürç-ü lisan, öyle demek istememiştir, ilmi siyaset-idare, ne yapsın böyle konuşmaya kışkırtılıyor-teşvik ediliyor- gaza getiriliyor gibi yorumlara-sohbetlere-değerlendirmelere gidilebiliyor.
Biz de, bilmeyenlerden takımından birisi olarak; konuya ilişkin görüşlerimizi aşağıdaki şekilde, konuya ilgi gösterenlerle paylaşmak isteriz.
Kutsal kitaplarda ve son ilâhi kitabımız Kuran-ı Kerimde Allah’u Tealâ; İnsanları boy boy ve kabileler olarak yarattık ki birbirlerinizi tanıyasınız ve sevesiniz, diye buyurmuştur.
Yine, insanoğlu kavmini sevmekle kınanamaz, denilmektedir.
Öyle olunca, Türklerin kavimleriyle-soylarıyla-ırkıyla övünmesi-şeref duyması; şeytani değil, açıkça ve kesin bir şekilde rahmani olsa, gerektir.
Gelelim, Türk Milletine.
Türk Milleti, yüce bir ırktır. Dünyadakilerin tamamına yakını Müslümandır-İslâmdır. Allah’ın emrini yeryüzünde hakim kılmak mücadelesine ilâhen görevlendirilmiş, Allah’ın yeryüzünde kılıcını sallayan beyaz atlı üstlerindeki askerleri olmuşlardır ve olacaklardır, herhalde.
Değinilen yöndeki vasıflar ve ilâhi övgüler, Türklüğünü-dilini ve Müslümanlığını birlikte muhafaza eden kitleler-topluluklar-milletler için geçerlidir. Türk olmakla beraber Türkçe dilini ve İslâmi dinini kaybedenler, değiniler övgüye mazhar olmaktan uzaktırlar, şüphesiz.
Diğer taraftan, İstanbul’un fetih olunacağına kesin bir şekilde işaret eden Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in; belirtilen şerefli görevi yerine getirecek komutanın ve askerlerinin ne güzel olduklarına, hadis-i şerifte bulundukları alenen ve herkesçe bilinmektedir.
O komutan ve askerleri, Türk Osmanlı İmparatorluğunun şerefli askerleridir ve Türk ırkından-soyundan olup, Türk ırkının devri zamanları itibariyle ahfadıdır.
Öyle olunca, Allah’ın ve son Peygamberi’nin övgüsüne mazhar olan böyle bir ırkın üstünlüğünden ve mensubu olmaktan şeref duymamak mümkün olabilir mi?
Aksine duygular-düşünceler, anne ve babasını tanımayan zavallılara benzer; denilebilir, herhalde.
Irkımız Türk soyu ve Milletleri ile devletleri; hakimiyetleri itibariyle tebaalarına karşı herhangi bir ayrımcılık, kendi yönleri itibariyle üstünlük iddiasında-politikasında-uygulamada bulunmamışlardır. Devletin-Milletin-vatanın birlik ve bütünlüğüne karşı yıkıcılık-bölücülük-hainlik yapanlara karşı zaman zaman devrin icabı olarak tedip harekâtında bulunulmuş ise buna ne denleblir ki?
Eğer, kafatasçılık ve üstün ırklık politikası söz konusu olsa idi; tarihte birçok etnik ırka ve inanç sahiplerine uygulanan soy kırım yürütmeleri Türk Osmanlı İmparatorluğu tarafından da ortaya konulabilirdi, herhalde. Amma, böyle bir hakimiyet ve uygulama asla ortaya konulmamış, aksine; tebaanın, hiçbir ayrım yapılmaksızın etnik kimliklerine-dillerine-dinlerine saygılı olunmuş, kiliseler-sinagoglar-havralar ile camiler yan yana olarak dahi dini ibadetlere açık olmuşlardır, bir çok mahalde.
Irkçılık ve soy kırımı-kafatasçılık söz konusu olabilseydi; bugünkü Anadolu’muzda kimler geniş kitleler itibariyle anadillerini ve etnik kimliklerini günümüze kadar koruyabilirlerdi, dersiniz.
Günümüzde, Türk Milliyetçileri ve Ülkücüleri; asla kafatasçılık yapmamışlar, milli sınırlar itibariyle 76 milyon insanımızı Vatan-Devlet kardeşi olarak ve eşit bir şekilde kucaklamayı birinci derecede ve sırada benimser ve kucaklar iken, bundan da öteye yeryüzündeki 350-400 milyon Türk ırkıyla-soyuyla kültür-dil-din birliği ile iktisadi-ticari münasebetleri daha ileri seviyede kurmak ve devam ettirmek gayreti içindedirler. 1980 öncesi karmaşa döneminde dahi kimsenin kanı test edilmemiş ve kafatası ölçülmemiştir.
Yeryüzünde, hiçbir güç Türk Milliyetçiliği ve Ülkücülüğünü ayaklar altına alamamıştır. Demirperde döneminde birçok sürgünler-eziyetler-zindanlar-idamlar gören bu ırk, yıkılmadığını ve dimdik ayakta olduğunu Dünyaya göstermiştir.
Yurdumuzda; Milli Türk Talebe Birliğiyle-Türk Ocaklarıyla-Ülkücü kuruluşlarla devri zamanları itibariyle uğraşanlar dahi zaman içinde helâk olmuşlar-unutulmuşlar ve yaptıkları yanlışlarla kalmışlar ve anılır olmuşlardır.
Bu mefkûreler bir partiye ve bir kitleye müseccel değildir.
Meclis içi-dışı bütün partilerde-derneklerde-vakıflarda-sivil toplum kuruluşlarında-odalarda-kamu kurum ve kuruluşlarında ve nihayet Milletin maşeri vicdanında mündemiç olup, aksine söylemlerde-demeçlerde-iddialarda bulunanlar dahi durumun bundan ibaret olduğunu gayet iyi bilir. Bilir de, siyasi hırslar-beklentiler; nasıl konuşmayı-beyanı gerektiriyorsa, öyle yapmayı üstün tutar veya tutmak ister, diyelim.
Ben, yatılı meslek okulunda kürt vatan kardeşlerimizle okudum. Aramızda ayrılık gayrılık olmadı. Bir çoğu benden daha üst kamu görevlerine geldiler, özel sektörde de bağımlı ve bağımsız çalışırlar iken ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulanları olmadı. Son otuz yıldan bu yana; hak hak diye diye birileri bölücülük-hainlik yaparak milli servetlerimiz yakıldı yıkıldı, vatanına bağlı asker-emniyet mensubu-sade insanlarımız ve kamu görevlilerimiz şehit edldi-öldürüldü-sakat bırakıldı. Bunlar hangi gerekçelerle yapıldı, anlamak mümkün olmasa gerektir.
Türk Milleti büyüktür-kahramandır. Öyle velileri-delileri vardır ki, bir kıvılcım ve refleksle, kafa koltukta, yeter artık diyebilir. Ancak, böyle bir tablo olsun ve yaşansın, istemeyiz. Günümüz gelişmeleri ve filizlendirilmek istenen yeniden birlik ve beraberlik ruhu, Devletimizin-Milletimizin hayrına olsun ümidimizi de kaybetmek istemiyoruz.
Bizler, Türk Devletimize-Türk Milletimize, siyasi-idari-askeri üstün iradelerimize yürekten inanıyoruz.