Çocuklarımız artık çocuk değil! Neredeyse yetişkin dünyasına ait tüm sorunların taşıyıcısı durumuna gelmiş durumdalar. Yoksulluğu, yalnızlığı, yarınlara olan endişeleri ile biz büyüklerle aynı duygu dünyasına sahipler.
Bizler çocukken böyle miydik?
Büyüklerimiz düşünür biz oynar, yaramazlık yapmadıktan sonra da kolayına, kimseden korkmazdık. Her yer bütün sokaklar oyun sahamız, komşular anne, baba yarısı, bakkal amca sığınağımız olurdu. Kısacası güvenlik gibi bir sorun yaşamazdık.
Bugün çocuklarımıza karşı çok mahcubuz...
Çünkü, çocukluğumuzda yaşadığımız güzellikleri onlara taşıyamadık.
Üzgünüz çünkü, onlara nefes alacakları, koşup oynayacakları, paylaşımcı ve sevgi dolu güvenilir bir ortamda çocukluklarını yaşamasını sağlayamıyoruz.
Mahalleler yıkıldı, komşu kapısı artık duvar, bakkallar markete teslim... Çocuklarımızın sokaklarla iletişim kurduğu tek alan servis arabalarının durakları. Bırakın oyun oynamalarını, kapının önünden on adım uzaklaşacaklar diye ödümüz kopuyor... Çifter çifter kapı kilitleri yetmemiş gibi, apartman girişlerine kadar güvenlik görevlileri nöbette.
Kim dost kim düşman, şüphe içindeyiz. Kimsenin kimseye sahip çıktığı yok!. Kavgalar barışla değil, ölümle bitiyor. Her şeyden korkar haldeyiz. Bunca tedbire rağmen ne yazık ki, korktuğumuz her şey de başımıza geliyor.
Çocuklarımızı dört duvar içine (özellikle de bilgisayara) hapsetmekle nereye kadar koruyabiliriz ki, o dört duvar içindeki sosyal medya takıntısının, çocuklara verdiği zararı da unutmayalım.
Son günlerde fazlaca dillendirilen “idam ve hadım” cezaları uygulanmaya başlasa, güvenilir ortamlara katkısı ne kadar olur, ya da olur mu?
Mesele insan olduğuna göre, insandaki kirlenmişliği, suç işleme potansiyelini ele almak, bunun üzerine kafa yormak ve topluma özgü çözümler üretmek zorundayız. Bu da ancak toplumun kendini doğru tanımlaması ve yanlışını idrak etmesiyle olur.
Biz biz olmaktan çıktık.
Eğitim programlarımızın niteliği ve devamlılığı yok. Kimimiz batının sunduğu reçetelere, kimimiz de Arap’ın geleneğine bel bağlamışız.… İthal GDO’lu yiyeceklere itiraz ediyoruz da, ithal “kadın ve çocuk” modellerine sesimiz çıkmıyor.
Ne Doğu ne de Batı vücut kimyamıza uymadı, uymuyor; ne yazık ki bunun farkında değiliz. Uydurmaya çalıştıkça da "Asım’ın nesli" yerine, ilkesiz, değer yargıları ile şekilsiz bir nesil çıkıyor ortaya.
Çocukluğun, sadece bir fiziksel büyüme süreci olmadığını, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişim açısından önemli bir dönem olduğunu unutuyoruz. Maddi, Türk kimliğinin ve toplum değerlerinin gözetilmediği eğitim projeleriyle, kimliksiz bireyler yetiştiriyoruz..
Kendini seven, kendi olmaktan gurur duyan, sağlıklı düşünen ve de hisseden çocuklar ancak, kendi dokusuna uygun, çağdaş normların ve kültürel değerlerin referans alındığı, milli eğitim programlarıyla yetişir…
Bu kadar önemli bir sürecin aile ve devlet işbirliği içinde yürütülmesi, çocukların neye hizmet ettiği belli olmayan çatılara ve toplumda karşılığı olmayan kurum ve projelere teslim edilmemesi gerekir.
Devletin yasa uygulayıcısı olmanın yanında, sosyal devlet anlayışını, aile kurumuna ve topluma tüm gücüyle yansıtması, daha önemlisi, çocuğun yaşama, gelişme ve korunma gibi önceliklerinin sağlanması için gerekli tedbirleri alması çok önemlidir.
Sonuç olarak: Çocuklarımıza örnek ebeveyn olmak adına eğitilmeye ve zihniyet değişikliğine en önce kendimizden başlamalıyız. Suçla etkin mücadelede tüm tedbirler alınmalı, toplumu bilinçlendirmek, güvenli ortamlar ve sosyal alanlar oluşturmak adına, el birliği içinde çalışmalıyız.
Mesele hepimizin, sadece komşunun meselesi değil. Çocuklarımız için, bütün araçları doğru kullanmak ve yönlendirmek zorundayız… TÜRK tipi başkanlık oluyorsa, yeni bir “Türk tipi eğitim” modeli üretmeliyiz. Neden olmasın!