İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Mevlana’nın ölümünün 747. Yıldönümü münasebetiyle düzenlediği ‘’Mevlâna Mukabelesi’’ inden sonra, Habertürk yazarı Murat Bardakçı, ‘’Mevlâna ayini’’ ve ‘’Sema’’,gösteri ve eğlence vasıtası değil, adı üzerinde ibadet kimliği taşıyan bir ‘’ayin’’, yani bir’ ’ritüel’ ’dir; geçmişi asırlar öncesine uzanan, gayet sıkı kuralları olan bir zikir…
Bunun böyle olduğunu kabul eder veya etmezsiniz, inanır veya inanmazsınız ama asırlar öncesinden bugüne uzanan geleneğe edep gereği saygı göstermek mecburiyeti vardır.
Mevlevi mukabeleleri ney taksimi ile başlar, sonra Farsça bir ‘’naat’’ ve bunu güftesi Farsça olan ayin takip eder. Bu sırada sema edilir, sema da sadece erkekler vardır; ayin tamamlanınca Kur’an, ardından da geleneksel ‘’gülbank’’ okunur ve mukabele bir dua ile sona erer.
Murat Bardakçı yazısını devamında, naat ve ayinlerin Türkçeleşmesinden, müzisyenlerin arasında kadın bulunmasından bahsederek, "... üstüne üstlük Kur’an da Türkçe okundu!" diyor.
"Besmele çekmeyi, 'Allahuekber' yahut ’La ilahe illallah’ demeyi zül addedenler bu ibarelerin Türkçesini tercih ettiler; 'Sadakallahulazim'i de 'Azim olan Allah ne güzel ne doğru söyledi' gibisinden bir garabete çevirdiler." Dedikten sonra yazısını, ortaya şimdiye kadar eşi-örneği görülmemiş bir tuhaflık, ‘’mukabele’’ adı altında böyle bir rezalet çıktı". diyerek bitirmiştir.
Murat Bardakçı’nın bu yazısından sonra, önce Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, özetle: "Geçmişi hatırlatacak kahredici bir olay vuku bulmuş, Kur’an’ı Azim’e ve Hz. Mevlana’ya büyük bir saygısızlık yapılmıştır. Kur’an’ı Türkçe okumak ‘hoşgörü’ kelimesiyle ifade edilecek bir olay değildir. Hoşgörü, her inancı özü ve şekli itibarıyla olduğu gibi kabul etmek ve saygı duymaktır. Bu saygısızlığa sessiz kalamayız" derken, Aynı minvalde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’da daha sert ifadeler kullanarak, Kur’an’ı Kerim, teşrik tekbiri ve Naat-Şerif’in Türkçe okunmasına tepki gösterdi.
Devlete bağlı Din Sisteminin uygulandığı Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı boş durur mu? Hemen devreye girerek; Yanına ezanı da ekleyerek "Türkçe Kur’an okunmaz" deyiverdi.
Kur’an’ın kelime anlamı sürekli okunan demektir. Dili Türkçe olanlar bu okumayı nasıl yapacaktır? Arapça okuduğunda anlamayanlar Kur’an okumuş olur mu? Bizler okuduğumuz Kur’an’ı Allah’a anlatmak için mi okuruz? Kur’an, anlama ve mana kelamı ise Arapça bilmeyenler tercüme veya meal okumayacaksa ne okuyup ne anlayacaklar? Diyanet ve yetkililerin, Türkçe okumak caiz değildir in içini doldurması gerekmez mi? Dünya da 17 dilde Kur’an okunurken, sadece Türkçe okumak mı caiz değildir? Cumhurbaşkanı, Başbakan iken Van’da Kürtçe yazılan Kur’an’ı kürsüde sallarken; Türkiye’de diyanet yok muydu?
Soruları uzatabiliriz. Bu zihniyet, Türk insanına dolaylı olarak Kur’an’ı öğrenmeyin demektedir. Yıllarca da bu uygulama ile Kur’an’dan Türkçe bilenler uzak kalmış, uzak tutulmuştur. Bu durum bilerek veya bilmeyerek idare edenlerin, Türk insanının Kur’an’ı öğrenmesinin, yaptığı yanlışları görmesini istememelerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Allah’ın ayetlerinde ne murat ettiğini bilen bir toplumun kandırılamayacağını en iyi Allah ile kandırarak idare edenler bilir. İyi niyetli yetkililerin "okumayın" yerine, "anlayarak okuyun" demeleri gerekir. Laf salatasıyla, Allah’ın söylemediklerini O’nun adına söylemek değil.
Sizlere bizzat kendi yaşadığım birkaç örnekle, insanımızın temel dini bilgi durumunu vermeye çalışayım.
Bir gün yolum, bir öğrencimin hocalık yaptığı Kur’an Kursuna düştü. Kendisinden izin alarak öğrencilere iki soru sordum. Sorularımdan biri: "Elinizdeki Kur’an’da besmeleyle başlamayan sure hangisidir?" Diğeri ise, "Sure okumayı bitirince 'Sadakallahülazim’ diyorsunuz. Anlamı nedir?" İnanınız! 40 kişilik kursta bu sorulara cevap veren çıkmadı.
Farklı zamanlarda üç ayrı imama, "Namaz kılarken rükûda okuduğumuz ’Süphanerabbiyelazim’in anlamı nedir?" diye sordum, yine doğru cevabı alamadım.
Yine bir gün 50-70 yaş arası 15 kişilik genelde köyde yaşayan bir gruba, besmelenin açık anlamını sordum bilen olmadı. Verdikleri cevap: Genelde hep Allah’a dua ediyoruz şeklinde oldu. Yine bir arkadaşım aynı soruyu, köyünün imamına sorduğunu doğru cevabı alamadığını söyledi.
Yukarıdaki tartışmayı başlatan Murat Bardakçı’nın yazdıklarından Mevlâna Mukabelesi’nin ’Naat’ının ve ‘güfte’sinin Farsça olduğundan söz etmekte, Farsça'ya ne Diyanet ne de Cumhurbaşkanı ve yardımcıları itiraz etmemektedir. Türkçe konuşan bu insanların kendi diline itirazlarını anlamakta zorluk çekiyorum. "Aslı böyle, anlamadan dinleyin" demenin bir mantık ölçüsü yok.
Yukarıda sayın Cumhurbaşkanı’nın üstüne basarak söylediği kelime ve deyimlerin (Besmele, Allahüekber, La ilahe illallah, Sadakallahülazim) Türkçe karşılıklarını çevrenizdekilere, halka sorun; yüzde 70-80 oranında doğru cevap alamayacaklarınıza eminim.
Diyanet veya "Türkçe Kur’an okumak caiz olmaz" diyenler, yapılan Kur’an meallerinde birlik yok, aralarında az da olsa farklı yorumlar var. Bu meallerin hangisinin Allah’ın murat ettiklerinden olduğunu bilemeyiz. Onun için Namaz ibadetinde Kur’an’ın özgün diliyle okunması gerektiğini, diğer ayin ve törenlerde bu zorunluğun olmasının elzem olmadığını söylese tartışma da bitecektir. Doğrusu da budur. Nitekim Rum suresi 22. ayet: Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır. (Diyanet İşleri yeni meali) İnsanlığın dillerinin farklı olması Allah’ın delillerinden olduğuna göre, O’nun indirdiği Kitabın da herkesin kendi dilinde anlayabileceğini en iyi yaratan bilir. Hiç kimse sonradan öğrendiği dilde, ana dili kadar berrak düşünme yeteneğine sahip değildir. Diyanet İşleri başkanlığının bu ayeti anlamadığını sanmıyorum. Allah kulluğu yerini, İktidar kulluğuna bırakınca ayetler ya görmezden geliniyor ya da eğip bükülerek, idare edenlerin görüşünde yorum yapılıyor.
Anlattığım sebeplerle: Namaz dışında, ayinlerde, mevlitlerde, cenaze merasimlerinde, anma toplantılarında, zikirde, toplu veya ferdi yapılan dualarda Kur’an’ın Arapça okunması gerekmez. Tam tersi anlama bakımından, herkesin kendi diliyle mealen okunması doğrusudur. Hele duaların Arapça insanımızın anlamadığı dilde yapılması garabet bir durumdur.
Ezan, bütün dünyada namaza çağrıda simge olması sebebiyle mevcut haliyle okunması gerekir. Herkesin kendi dilinde okunmasının dinen bir yasaklığı yoktur. Yapılan çığırtkanlıklar siyasidir. Şovdur.
Kur’an Dilinin Türkçeye çevirisine karşı gelenlerin zaman içerisinde bu görüşlerinden vaz geçeceklerini düşünüyorum. Hatta farz olanın, herkesin kendi dilinde okunmasının söyleneceğine inanıyorum.