Pek çok kişi Türkçeyi iyi bildiğini öne sürer. Hatta o kişilerin Türkçeyi iyi bildiği de geniş kitlelerce kabul görür. Ancak onlar zaman zaman konuştuklarında öylesine akıl almaz yanlışlıklar sergilerler ki, şaşırıp kalırsınız. Bu yanlışlara bilim adamları bile düşebiliyor.
Yazarken düşülen yanlışlardan söz ediyor değilim. Ayrı yazılması gereken DE ve DA ları ayrı yazmayı beceremeyen ancak büyük yazar diye geçinenlerimiz var. “Ayriyetten” gibi bir ucubeyi “Ayrıca” anlamında kullanan profesör yazarlarımız bile var.
Bir gündü. Bir küçük çocuğun cenazesi kaldırılıyordu. Türkiye’nin dört bucağından milyonu aşkın duyarlı yurttaş acı ile karışık duygular içinde yavrusunu zamansız yitiren aileye dostluk olsun diye hareket halindeydi. İnsan yüreği taşıyan hiç kimse bu olaya kayıtsız kalamazdı.
Aptalın biri çıktı. Acılı bu insanlar için bir sözcük kullandı. Yabancı bir sözcüktü. Ve cenaze için üzülen insanların tavrını anlatmaktan çok uzak bir anlam taşıyordu. Peki, bunu niye söyledi? Çünkü insanlara saygısızlığının dışında Türkçeyi doğru dürüst bilmiyor.
Türkiye başbakanının Düzce konuşmasını Internet’ten okurken gözüme bir söz bölüğü takıldı. “Aman Allahım, bunu Türkiye’yi parmağının ucunda oynatan adam mı söylüyor?” diye düşündüm. Olmaz, olamaz… Hiç kimsenin bu yanlışa düşme lüksü yok.
Elbette ki, Türkçe bildiğini sanıyorsa… Ve onun Türkçe bildiğine inanılıyorsa.
Başbakan kendisine yöneltilen bir suçlamaya yanıt veriyor ve şöyle diyor:
“bu tür ahlaksızlıkları yapacak kadar ahlaksız değiliz."
Ne demek oluyor şimdi bu? Başbakan’ın demek istediği bu değil. Niçin bu değil? Çünkü bu sözün sahibi “ahlâksız” ve “densiz” oluğunu kabul ediyor. Ancak “o kadar da” olmadığını öne sürüyor. Yani kendisine yöneltilen suçlama “pek çok ağır” ise “pek çok” yanını kabul etmiyor da “ağır” olduğunu kabul ediyor. Oysa, biz bunu şöyle anlamak zorundayız:
“bu tür ahlaksızlıkları yapacak ahlaksızlardan değiliz."
İyi ama, başbakan niye doğrusunu söyleyemiyor. Kim bilir belki Türkçeyi iyi bilmiyor. Belki de onu Allah söyletiyor. Böyle hallere sık sık rastlamaz mıyız? Adam akşamın bir vaktinde yorgun argın evine gelir. Adı “Fikriye” olan eşine “Selmacığım, bir su verebilir misin?” der. Fikriye Hanım da oklavayı kaptığı gibi “Söyle bakalım, Selma kim?” diye tepesine dikilir.
Bereket başbakanımız yanlışı yapıyor ve hemen sıcağı sıcağına farkına varmıyor. “Ben hayatta çocuklarıma helal lokma yedirmedim” derken lafı doğru anlamak görevi bize düşüyor. Avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlarken de onun çocuklarına bir lokma haram yedirmediğine can ve gönülden inanmış oluyoruz. Zaten bunun aksi düşünülemez.
Bizim başbakanımız çocuklarına haram lokma yedirecek ahlâksızlardan değildir.