''Türkçüler Günü'' mü ''Milliyetçiler Günü'' mü?

Mehmet SORAL

''Türkçüler Günü'' mü ''Milliyetçiler Günü'' mü?
Siz bakmayın Devlet Bahçeli'nin "3 Mayıs Türkçüler günü''ne, "Milliyetçiler günü" demesine.

O'nun bunu bilerek, proje dahilinde söylediğine inanıyorum. "Light milliyetçilik". Yani Türklüğe vurgu yapmayan, güya herkesin kendisini içinde bulabileceği bir milliyetçilik. Bu da fena bir görüş olmasa da; niçin ille de "Türklüğe" vurgu yapan her şeyden ürkme, kaçınma ihtiyacı duyulur. Tamam birileri duyabilir, belki onları da anlamak mümkün, zira "Hepimiz AKP sayesinde Türk olmaktan kurtulduk" diyen etnik özürlü zavallıyı da anlamamız mümkün ama niye Bahçeli.

Bu coğrafya adeta ölü milletler mezarlığıdır. "Light milliyetçilik" veya "Devlet Bahçeli milliyetçiliği"in amacı bu coğrafyada Türk milleti için yeni bir mezar mı kazımaktır. Buna elbette müsaade etmeyeceğiz. Bu coğrafya; adı sanı belli olmayan ''Yığınların'' değil ''Türklerin'' yurdudur. Evet, ismi konmamış bu yığınların ''Milliyetçiler günü'' olabilir ama hiç bir zaman ''Türkçüler Günü''nü ikame edemez. Bunu sadece Devlet Bahçeli değil, herkes bilmelidir.

Bu özel günün ismini değiştirmek tavizdir. Birilerine bir şeyleri yutturmayı başardılar. Dolayısıyla da; AKP ile Cumhur ittifakı dahil, yansımaları devam ediyor.

Andımızın tekrar okunması istenmiyor, TC'lerin kaldırıldıkları yerlere tekrar konması istenmiyor. İstemeyen kimler; HDP ve Cumhur ittifakının tarafları. Peki buna yol veren kim; Devlet Bahçeli'nin "Light milliyetçilik" anlayışı değil mi.

Lider olma iddiasında olan insan önce kendine ait orijinal tespitler yapar, ortaya koyar; sonra bu iddialarını ete kemiğe büründürmek için fikri alt yapı ile destekler sonra da topluma sunar. Toplum kayda değer bulursa benimser, önderim der peşinden gider. Kendisine atfettiğim "Devlet Bahçeli milliyetçiliği" doğmadan ölmüş bir milliyetçilik anlayışı olup, Cumhur ittifakı ile sosyolojisini yaratmak istiyorlar ama tutmayacak.

Nihal Atsız gibi fikir, düşünce adamı; Alparslan Türkeş gibi liderlerin söylemlerini; revize etmek adına değişim ve mana kaydırmalarına cür'et etmekle lider olunamaz. Bu olsa olsa bir proje dahilinde Türk milliyetçiliğinin mana ve önemini ığdış etme veya içine düşülen kompleksten kurtulmaya matuf kendi kendini tatmin yöntemidir.

Onun, bunun, şunun ne dediği hiç umurumda değil; rahmetli Atsız'ın inanç ve ilkeleri gereği 3 Mayıs Türkçüler gününü kendi mana ve önemine uygun şekilde andım. Başta Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk, Ziya Gökalp, Nihal Adsız ve diğer Başbuğumuz Alparslan Türkeş olmak üzere Tüm Türkçü, Türk milliyetçilerini saygı, hürmet ve rahmetle anıyorum.

Ruhları için lütfen herkesten fatiha...

CHP'li bir gencin örnek davranışı ''Millet ittifakı''nın ruhunu yansıttı.

Tokat'ta, 1 Mayıs kutlamalarında CHP İl Gençlik Kolları Başkanı Kubilay Tahsin Alpay, İstiklal Marşı okunmamasına tepki gösterince kısa süreli gerginlik yaşandı. Görüşlerini şöyle ifade etmiş.

''Ben Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini temsil ediyorum. Benim katıldığım 1 Mayıs etkinliklerinde İstiklal Marşı’nın okunması gerekiyor. Böyle bir terbiyesizlik olmaz, kesinlikle olmaz. Ben bunu yakıştıramıyorum"

''Cesurlar Hareketi''nin ete kemiğe bürünmüş hali olan İYİ Parti içindeki biz ülkücülere sürekli olarak biatcılar; ''1980 öncesini ne çabuk unuttunuz, CHP ile nasıl beraber hareket edersiniz'' diyorlar ya; ben de kendilerine diyorum ki; işte CHP'nin yarınları böyle gençlerin inisiyatifinde olacağına inandığımız için, Andımıza sahip çıktıkları için, sökülen TC'lerin tekrar yerlerine konmasını istedikleri için CHP ile hareket etmenin akıl, mantık ve vicdan gereği doğru olduğuna inanıp, bunun gereğini yapıyoruz.

Ve yine aynı akıl, mantık ve vicdan gereği soruyorum; kuruluş felsefesi Türk milliyetçiliği üzerine olan bir parti (Kurumsal iradesi gasp edilmiş MHP) nasıl olur da HDP ve AKP ile beraber olup ''Andımızın'' okunmasına karşı çıkar. Naıl olur da; TC'lerin söküldükleri yere tekrar konmasını istemez. Nasıl olur da; birilerinin ayaklarına bile değil, altına bir kedi acizliği ile uzanmak ister, ya da; ''Fatiha''nın değil okunmasını, manasını kanları ile yazmış ülkücü şehitlerin kemiklerini sızlatan ''Onlar Fatiha'yı'' bilmezler ithamına maruz kalabilir veya sembol olmasından öte bir anlamı olmayan "Bozkurt"a atfen "hayvan" sıfatını "Aldım kabul ettim" dercesine sineye çekip, sonra beraber yolculuğa çıkmak; nasıl olabilir?

Dolayısıyla, Allah'ın bize bahşettiği en büyük akıl denen nimet ve ona bağlı olarak varlığı bir anlam taşıyan vicdanımız doğrultusunda hareket edip, hükmümüzü de ona göre veriyoruz. 

Önemine binaen İYİ Parti'de ne yapılmalı

Yaklaşık kırk yıllık müşahedem o ki; Türk demokrasisinin ihtiyaç duyduğu, elzem olan husus; siyasi partilerde tabandan tavana üyelerin özgür iradeleri ile seçilip şekil alan önce mahalle, sonra ilçe, sonra il ve nihayetinde parti genel merkezlerinin yetkilendirilmeyişleridir.

İYİ Parti açısından bugüne kadar olağanüstü süreçlere bağlı olağanüstü kongrelerin yapılması başta kendim olmak üzere İYİ Parti'nin geniş bir tabanında makul ve makbul karşılamış olabilir.

Ancak; Bugünden sonra hala olağanüstü kongre süreçleri yaşanacaksa; yine başta söylediğim tecrübeme dayanarak iddia ediyorum ki bırakın İYİ Parti teşkilatlarında heyecanla çalışmayı; kapanmış teşkilatların tabelalarını sökecek adam bile bulunmaz.

İYİ Parti'nin en büyük sıkıntısı; ''Parti devleti''nin kendi üzerine programlamış olduğu ''Varlığını görmeme'' kurgusunun tesiri de dahil olmak üzere kuramsal kimliğinin yeterince tarif edilebilir hale gelmemesidir. (Programındaki NATO'ya atıf yapılan bölüm çıkarılmalı; yerine milli çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa onun gereği olarak uluslar arası güvenlik ve iş birliği teşkilatlarına üye olabiliriz ifadesi konabilir). Dolayısıyla da; aidiyet duygusunun gelişmesine mani olan hususlar var.

Maksimum düzeyde aidiyet duygusunun oluşması ve gelişmesi için ekipler arasında yarışın önce oluşması sonra da olması şarttır. Atama yönetimler; hatıra binaen, ite-kaka bir araya gelen ekiplerden oluştukları için yeterince heyecan taşımadıklarından; yarışarak gelmiş, bir arada olmaktan heyecan duyarak sorumluluk almaya talip olmuş ekiplere göre kendilerini daha az sorumlu hissettikleri için istisnalar olsa da başarısız oluyorlar.

Dolayısıyla kim ne derse desin; İYİ Parti konumu itibariyle demokrasimizde adeta kilit taşı konumundadır. Ya doksan küsür yıllık cumhuriyet değer ve kazanımı olan "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e tekrar döneceğiz ya da; parti devleti olan "Tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemi"nin kalıcı hale geleceğine razı olacağız. İşte bu anlamda İYİ Parti kilit taş konumunda olup, ya taşı yerine tekrar oturtacağız ya da kaldırıp atacağız. Yerine koyarsak, rahmetli Atatürk ve dava arkadaşlarının emanetini korumuş oluruz, koyamazsak torunlarımız da dahil olmak üzere ödeyeceğiz bedellerin hesabını yapmak zorunda kalırız.

Evet, İYİ Parti'nin siyasi partiler yasasında kesin hükümlerle olmayan bir hususu fiili hale getirerek öncü olabilir. Nedir o; "Taban iradesine dayanan, seçimle gelen yönetimler". Bu anlamda "Seçim"in tüzüğe göre zorunlu hale gelmesi için yeterli üye kayıtlarının yapılması; mevcut yönetimlere görev zorunluluğu olarak tebliğ edilsin.

Tavsiye ettiğim usullerle olağan kongreler yapılırsa İYİ Parti bahsettiğim kilit taşı konumunu koruyacaktır. Aksi durumda; gözlemlediğim kadarıyla zaten kaybolmuş sinerji tamamen ortadan kalkacaktır. Yine bir başka müşahedem de; tabanın Meral Hanım hakkında hiç bir olumsuz düşüncesi yoktur. Eğer Meral Hanım mevcut statüyü korumaya devam ederse, taban kendisi hakkındaki düşüncesini olumsuz yönde revize edecektir. Tabanın bu noktaya gelmesi demek; artık yarınlara dair umutlarının kalmadığı demek olacaktır ki; süreç İYİ Parti'nin varlığına değil, yokluğuna doğru işleyecektir ki; bunca emek ve umuda yazık olur. Başka siyasi inisiyatifleri de cesaretsiz kılar. 

Dolayısıyla buradan çıkarmamız gereken sonuç; İYİ Parti'nin Türk demokrasisi kazandırılması için destek olmak zorundayız. Burada Ali'den Veli'den ziyade Meral Hanımın ne düşündüğü çok önemli. Eğer Meral Hanımı yalnız bırakırsak partiye istenilen operasyon daha kolay yapılacaktır. Meral Hanım kendini güçlü hissederse ancak bu partide umut ettiğimiz yeni yapılanma gerçekleşir. Parti üzerinden sürekli negatif söylem geliştirmekte Meral Hanım'ı da kimseyi de motife edemeyiz. kim ne derse desin; yabancı destek, yerli sermaye desteği gibi dedikodulara itibar etmiyorum. Arkasında öyle bir güç olsaydı bu partiye kimse YOKMUŞ muamelesi yapamazdı.

Şimdi bizler İYİ Parti'mizin bugünü ve yarını üzerine ne yapmamız gerektiği hususunda görüşlerimizi ifade ediyoruz ya; bunlara alışık olmayan; efendilerinin azatlık kabul etmeyen iflah olmaz biatcı köleleri buradan kendilerine keyif veren bir sebep çıkarmaya çalışıyorlar.

Tekrar ediyorum ki; cesurlar hareketi başladığından beridir periyodik olarak devreye sokulmak üzere kurgulanmış ''puştlukların'' varlığı ve devam edebileceği ön kabulünü rezervde tutarken; elbette bu puştluklara karşı koyabilmek için yeterli güçte olmanın zorunluluğu da aşikar.

Dolayısıyla bu tedbirli olma düşüncesinden hasıl olan ''Yeniden yapılanma'' düşüncesini zafiyet olarak görüp algılamak; olsa olsa kıskançlığın bir tezahürüdür. Sığıntı olmak istemeyenler haset etmeyin, çalışın sizin de olur. 

Yumruğun indiği surata göre ceza da değişiyor!

Bu ülkede konuşursan, düşünürsen hapse girme ihtimalin her an için var ama bir muhalefet liderine linç girişiminde bulunan; değil hapse girmesi, elinden bile öpülüyor.

El insaf yahu; onlarca adam linç girişiminde bulundu, yumruk vuran da dahil tek bir insan tutuklu değil.

Şimdi karikatüristin birisi "BİR" adamın "kafasında yumruk" karikatürü çizse sabaha yakın evinden alınmayacağını hangi eh-li vicdan sahibi söyleyebilir.

''Etnik Piçler''

Atatürk'e hakaret cümlelerini alkışlayanlar; siyasal İslamcılık altında kendini kamufle eden etnik piçlerdir.

Her devletin aşağı yukarı kedilerine ait etnik piçleri vardır. Bunlar çok tehlikelidirler. "Bu ülkenin vatandaşıyım ama şu etnik kimliğe de sahibim" diyen delikanlı insanlarla elbette bir problemimiz olamaz .Türk milliyetçisi olarak onları kucaklamaya hazırım, kucaklıyorum da. Onlar bizim hoşgörümüzün saklanan fotoğraflarıdır.

Türk'ün dili ve din'i İslam başta olmak üzere diğer değişik referansları altında etnik kimliklerini gizleyip, kendilerini güçlü hissettiklerinde, ortamını bulduklarında Türk'e ve Atatürk'e kin ve öfke kusan "Etnik piçler" yine toplu ayın şeklinde davet ettikleri Yunan puştunu bir üniversite getirip Atatürk ve Türk milletine ısmarlama sövdürttüler.

Şimdi takip ediyoruz; Balgat mukimi ve ananesinin biatcıları olup, azatlık kabul etmeyen iflah olmaz köleleri ne tepki gösterecekler. "Oturan boğa"nın bir bildiği vardır deyip, aslında hiç bir şey bilmediğini anlamak için bir yirmi yıl daha mı beklenecek.

Balgat mukimi ve avenesinin sessiz kalacağını; kalmasa bile bizim bu tür çıkışlarımıza cevap olsun diye belki bir şeyler söylenecektir ama o malum üniversitenin rektörünün istifası sağlanamadığı sürece; Türk milliyetçiliği cephesinden dişe dokunur bir şey yapılmamış olacaktır.

Haydin ağalar beyler görelim; Ülkücülük, Türk milliyetçiliği şayet MHP'de oluyorsa yapın gereğini biz de sizlerle iftihar edelim. Ama hiç bir şey yapmayacaksınız, zira Türk'e ve Türk milliyetçiliğine dair yaşanan Tüm kırılmalar özellikle Devlet Bahçeli'nin hükumetler üzerinde inisiyatifi olduğu dönemlere denk getirilmiştir. Boğaziçi Üniversitesi'nde yine bir kırılma, devleti yöneten "Cumhur İttifakı"nın bir parçası yine Devlet Bahçeli ve avenesi; bu olup, bitenler hep mi tesadüf.

Not: Lütfen yanlış anlaşılmasın "Etnik kimlik" demiyorum "Etnik piç" diyorum. Bizim problemimiz etnik piçlerle. 

HDP'li olunca 'gel yanıma otur' biat etmeyen ülkücü olunca 'Zillet' oluyor(!)

''Hasib gel yanıma otur'' diyen sen; böğründe ayrıcalıklı mühürle mi doğdun ki; kendin muhterem, beni de zillet görüyorsun?

Ben, senin o günkü Hasib Kaplan'a gülücükler dağıtan halini; Meclis'in yeni açılışında iç barış adına her şeyin güzel başlayıp, güzel devam etmesi temennisi ile güzel bir jest olarak görüp, edep ve adap dahilinde takdir etmiştim.

Heyhat, ne kadar da ulvi bir payeyi hak etmeyene atfetmişim ki; zerre miskal alakan bile olmadığını; ne zaman ki o ''Zillet'' denen illet ifadeyi bana yakıştırdığın zaman anladım.

''Cumhur ittifakı''nın gerilim dili ekonomik krizi perdelemek içindir.

Anamuhalefet partisini PKK ile iş tutmakla suçlamak; taşra zihniyetli feodal yapı kültürü aşiret çirkefliğinin, sorumsuz cüretkarlığıdır.

Bu kadar absürt bir iddiaya; inanıldığı için değil en büyük ve şiddetli tahrik unsuru olacağına inanıldığı için bilerek ve istenerek tercih edilmiş söylemdir.

Çünkü dikkatlerden kaçırılmak istenen esas mesele ekonomik krizin geldiği boyuttur. Yıkımın şiddetini dikkatten kaçırmaya yönelik "İftira at, karala, tahrik et ki; millet gerçek sorununu tartışmasın, başka şeyleri tartışsın" düşüncesini prensip haline getirdikleri görülüyor.

CHP ve muhalefetin bu çirkeflik karşısında en güzel cevabı ise, ekonomik sorunları sürekli dile getirip, işlemesi olacaktır.

soralmehmet@gmail.com