Milletimiz belki de tarihinin en zor dönemini yaşıyor. Siyasi, ekonomik, sosyal, ahlak, din, her konuda bir çürüme ve çöküş dönemindeyiz. Sanki 100 yıl önce Osmanlı'nın çöküş döneminde yaşadıklarının kopyası gibi…
Osmanlı'nın son dönemi de yaşadığımız döneme çok benziyordu. Padişahlar ülkeyi yönetecek bilgi ve yetenekten yoksundu, orduda disiplin yoktu, padişah istediği kişiye paşalık unvanı verebiliyordu, adalet sistemi çökmüştü, medreseler yobazlığın merkezleri haline gelmişti.
Osmanlı bu çöküşü 1 günde, 1 ayda ya da 1 yılda yaşamadı. Yaklaşık 300 yıl süren bir çürüme ve çöküş dönemi yaşadı.
300 Yılın sonunda gelinen nokta ise koca bir imparatorluğun büyük gürültü çıkararak yıkılması ve 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet'in fethettiği İstanbul'un 467 yıl sonra işgal edilmesiydi.
Koca imparatorluk çökmüş, padişah İngilizlerin esaretinde kukla olmuş, millet uzun yıllar süren savaşlardan maddi ve manevi bitmiş haldeydi.
Her şeyin bittiği zannedildiği bir anda Samsun'a mavi gözlü bir dev ayak bastı ve ''ya İstiklal ya ölüm'' diyerek 3,5 yıl sürecek kurtuluş savaşını başlattı. Bu mavi gözlü devin ismi Mustafa Kemal Paşa'ydı.
İngilizler ve Fransızlar o günlerde Mustafa Kemal ile beraber kurtuluş savaşına katılanlara bir isim verdiler. Kemal'in yandaşları anlamına gelen ''Kemalist''...
İstanbul'daki padişah yandaşı mütareke basını da aynı günlerde Mustafa Kemal ve yandaşlarına Anadolu'daki Celali isyanlarına atıfta bulunmak için ''Kemaliler'' dedi.
İşte Kemalizm'in doğuşu böyle gerçekleşti.
Kemalizm bir imparatorluğun küllerinden doğuşunun ifadesidir ve masa başında kalem kâğıtla değil savaş meydanlarında Türk askerlerinin aziz kanlarıyla yazılmıştır.
İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da ve son olarak 9 Eylül 1922'de düşmanı İzmir'den denize dökenler Kemalistlerdir. Kurtuluş savaşını kazandıran güç Kemalist harekettir.
Kemalist hareket önce 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM yi kurarak harekete milleti ortak etmiş, daha sonra milletle beraber kadın, erkek, çocuk demeden savaşarak bağımsızlık savaşını kazanmıştır.
Kemalist hareketin zafer tacı Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Bugün tam olarak aynı olmasa da 100 yıl öncesine benzer şartları yaşıyoruz. Belki topraklarımızda düşman askerleri yok, askeri işgal altında değiliz ama yavaş yavaş kimliğimizi, devletin kurumsal felsefesini kaybediyoruz.
Bu uçuruma sürüklenişin tek çözüm yolu 100 yıl önceki gibi bir Kemalist hareket başlatmaktır. Başımızda Samsun'a çıkacak bir Mustafa Kemal olmayabilir ama her bir Türk vatandaşı Mustafa Kemal'in yüreğini ve cesaretini taşıyarak ülkeyi kuruluş felsefesine döndürebilir.
Ancak üzücü olan şu ki milletimiz Kemalizm'in ne olduğundan bile habersiz… Atatürk ve Kemalizm düşmanlarını dışarıda tutuyorum. Kendisine Atatürkçüyüm diyenler bile Kemalizm'i bilmiyorlar. Hatta Kemalizm'in Atatürk'ün ölümünden sonra İnönü tarafından uydurulduğunu savunuyorlar.
Bu yanlış görüşte o dönemde yapılan Kemalizm eleştirilerinin de payı var. Mesela Nihal Atsız 1940'lı yıllarda İnönü düşmanlığı yüzünden o kadar kör olmuştu ki İnönü düşmanlığının hıncını Kemalizm'den çıkardı ve Kemalizm eleştirilerinde neredeyse İslamcı yobazlarla aynı cümleleri kurdu. Örneğin Kemalizm'in İslam düşmanı olduğunu savunanlardan biri de Atsız'dır. Kemalizm'in İslam düşmanı olduğu klasik bir siyasal İslamcı yalanıdır.
Kemalizm hiçbir dönemde İslam düşmanlığı yapmamıştır. Tam tersine Türk Milletinin İslam'ı daha iyi yaşaması için çalışmıştır.
Diyaneti kuran Kemalist Cumhuriyettir. Kur'an'ı ve hadisleri Türkçeye tercüme ettiren Kemalist Cumhuriyettir. Bugün ülke genelinde aklınıza gelebilecek çoğu tarihi camii Cumhuriyet döneminde restore edilmiştir ve dini alanda yapılan bu icraatlara büyük bütçeler ayrılmıştır. Atsız o dönemde bu icraatların canlı tanığı olduğu halde duygularının esiri olarak Kemalizm'e haksız ithamlarda bulunmuştur.
O dönemden gelen yanlış Kemalizm yorumu bugün Milliyetçilerin bir kesimini Kemalizm'den uzaklaştırmıştır.
Gerçekten çok trajikomik bir durumla karşı karşıyayız. İngilizlerin 1920 yılında ''Milliyetçi hareket'' olarak tanımladığı Kemalizm'i bugün Milliyetçilere anlatmaya çalışıyoruz.
Kemalist olmadan Milliyetçi olamazsınız. Kemalizm'i reddeden ülkücülük ya da Türkçülük anlayışının içi boştur.
Kemalizm'i reddeden bir Ülkücülük, İslamcılığa, Kemalizm'i reddeden bir Türkçülük ırkçılığa hizmet eder. İslamcılığa ve ırkçılığa hizmet eden her görüş emperyalizmin hizmetçisidir. Çünkü emperyalizmin bu toprakları bölmek için kullandığı iki güçten biri din, diğeri ırk'tır.
Bu yüzden Kemalizm demek her şeyden önce anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı olmaktır.
Kemalizm'in emperyalizmin din silahına karşı bulduğu çözüm laikliktir. Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir ve her vatandaşı istediği dine inanmakta özgürdür.
Kemalizm'in emperyalizmin ırk silahına karşı bulduğu çözüm ise ulus devlet anlayışı ve Anayasal vatandaşlıktır.
Kemalist anlayışa göre etnik kökeni ne olursa olsun bu ülkenin her vatandaşı Türk milletinin bir ferdidir. Atatürk, 1930 yılında Medeni Bilgiler kitabında Türk milletini şöyle tanımlamıştır:
''Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir''
Bugün Anayasamızın 66. Maddesindeki Türk tanımı Atatürk'ün 1930 yılında yaptığı tanımla aynıdır.
Kemalizm'in milliyetçilik anlayışı gerçekçidir. Çünkü temelleri savaş meydanlarında atıldığı için savaşın ne olduğunu, Turan gibi büyük hayallerin bir imparatorluğu nasıl yıktığını bilir.
Kemalist Milliyetçilik, Turancılık gibi yayılmacı değil barışçıl bir milliyetçiliktir. Kendi topraklarına saldırılmadığı sürece başka ülkelerin topraklarında gözü yoktur. Atatürk bu ilkeyi kısaca ''Yurtta sulh, cihanda sulh''diyerek özetlemiştir.
Nihal Atsız Atatürk'ün bu ilkesini ''sefil bir umde'' olarak adlandırıp korkaklık olarak nitelese de ''Yurtta sulh, cihanda sulh''ilkesi Türkiye Cumhuriyeti'nin sigortasıdır.
Bugün Atsız gibi Atatürk'ü korkaklıkla suçlayanların ülkeyi nasıl bir Ortadoğu bataklığına sürüklediğini görüyoruz.
Hayatı cephelerde geçmiş bir Mareşal'in ''Yurtta sulh, cihanda sulh'' sözünü beğenmeyenlerin hayatında hiç savaş görmemesi de ayrı bir trajikomik durum ya neyse…
Türkiye'nin öncelikle Kemalist Milliyetçi anlayışa dönerek önce ülkenin iç huzurunu sağlaması, sonra da komşularla ilişkilerini düzeltmesi gerekiyor
Ülkenin doğusunda hem terörle mücadele ediyoruz, hem de 9 milyon Suriyeliyi besliyoruz.
Bu sürdürülebilir bir politika değil… Dünyanın en güçlü devleti bile hem terörle mücadele edip hem 9 milyon mülteciye bakamaz.
Bu politikanın bizi getirdiği yer ekonomik çöküştür. Bu çöküşten kurtulmanın tek yolu ise Kemalist Milliyetçiliktir.
Türkiye'nin uçuk kaçık hayallere ayıracak vakti de, lüksü de yoktur.
Her şeyden önce Anayasa'nın 66. Maddesindeki gibi Türk milleti kimliğini yeniden güçlendirmeli, bu konuda politika üretmeliyiz.
İçeride ve dışarıda huzur sağlandıktan sonra ekonomimizde de iyileşme gerçekleşecek. Çünkü devletin üstünden büyük bir yük kalkmış olacak.
Ekonomik alandaki sorunların çözüm adresi de Kemalizm'dir. Öncelikle devletin 5 yıllık gerçekçi kalkınma politikalar belirlemesi ve yerli sermaye gücüyle ortak hareket ederek hem istihdam hem de üretim alanları açması gerekiyor.
Bizim Dünyada söz sahibi olacak şirketlere, markalara ihtiyacımız var. Ancak bu sayede Dünyada sözü dinlenen bir ülke olabiliriz.
Atatürk'ün Cumhuriyet sonrası en çok üzerinde durduğu konulardan biri ekonomidir. Ekonomik bağımsızlık olmadan tam bağımsızlığın gerçekleşemeyeceğini savunmuştur.
Türkiye şu anda ekonomik açıdan bağımsız bir ülke midir? Hayır. O halde tam bağımsızlıktan da söz edemeyiz.
Sanayiye bilime yatırım yapmak yerine dine, tarikatlara yatırım yapıldığı sürece de tam bağımsız olamayacağız.
İşte bu yüzden çözüm uzakta değil… Çözüm 1923'te…
Cumhuriyetçi olarak saltanatçılara prim vermeyeceğiz.
Milliyetçi olarak Türkiye'yi bölmek isteyenlere fırsat vermeyeceğiz.
Devletçi olarak devlet kurumlarına sahip çıkacağız.
Halkçı olarak bu ülkede herkesin refah içinde yaşaması için çalışacağız.
İnkılâpçı olarak Türkiye'yi sanayide, bilimde, teknolojide ileri taşımak için mücadele edeceğiz.
Laikliği savunarak yobazlığa, tarikatlara geçit vermeyeceğiz.
İşte bu 6 ilkeden oluşan kurtuluş reçetesi Kemalizm'dir...