21. Yüzyıl genel olarak dünyanın, özel olarak da Doğu Akdeniz ve Batı Asya jeopolitik dengelerinin hızlı bir değişimine tanıklık etmektedir. Türkiye ise Doğu Akdeniz ve Batı Asya coğrafyasının ayrılmaz bir parçası olarak bu değişimden en çok etkilenen ve etkilenecek ülkelerin arasında yer almaktadır.
Türkiye ve Türkler Doğu Akdeniz’in üstünlük savaşlarında yeni bir unsur değildir ve çok eski tarihlerden beri bu uğraşın başat ve doğal oyuncuları arasındadır. Şu yaşadığımız aylar ve haftalar içerisinde kendisini Türkiye’ye karşı konumlayan Fransa ise bu coğrafyanın doğal bir oyuncusu olmayıp sonradan eklenmiş, bölge dışındaki bir oyuncudur. Çünkü uzun kıyısıyla Türkiye, Doğu Akdeniz’in doğal bir ülkesi, Fransa ise ancak Batı Akdeniz’in kenarında ve Atlas Okyanusuyla kıyıdaş bir ülkedir.
Gerçi Memluklar'ın Mısır’da “Türkiyye Devleti” adıyla anılan devletinin tarihi de eskidir. Fakat Memluklar, Doğu Akdeniz’in ticaret ve deniz üstünlüklerini Venedik’e bırakıp onunla iş birliği yaparak bir kara devleti olarak kalmayı seçmişlerdir.
Alanya: Başlangıç noktası
Türkiye “Türkiye’sinin” seçimi ise en başından bu yana farklı olmuştur: En belirgin örnek Türkiye Selçuklu Sultanı 1.Aleaddin Keykubat’ın büyük bir bilinçle yürüttüğü ve öncülük ettiği Doğu Akdeniz politikasıdır. Aleaddin Keykubat’ın 1222 yılında Alanya’yı alması Türkler açısından Doğu Akdeniz’deki büyük ve uzun bir deniz stratejisinin, denizlerde üstünlük uğraşının başlangıç noktasıdır. Bir sonraki aşamada Aleaddin Keykubat tarafından Alanya’da kurulan tersane ise bu uğraşın kalıcı olacağını göstermektedir. Böylelikle Alanya, Türklerin bundan sonraki stratejik girişimlerinde hem Doğu Akdeniz kıyı şeridine hem de Akdeniz ufkuna doğru açılmak için iyi bir üs ve güvenli bir liman olacaktır.
Aynı Aleaddin Keykubat, 1225 yılında Karadeniz’in kuzeyinde, Kırım yarımadasında yer alan Suğdak limanını ele geçirmiş, Doğu Akdeniz ile Karadeniz arasında deniz ve kara ticaretini birleştirecek bir ekseni kurmuştur.
Fatih Sultan Mehmet’in Doğu Akdeniz iddiası
Türk İmparatorluğunun kurucusu Fatih Sultan Mehmet’in gerçekleştirdiği Kırım ve Eğriboz deniz seferleriyse, bir bakıma Aleaddin Keykubat’ın başlattığı “denizlerde üstünlük kurma” girişiminin bir üst aşamasıdır. Bu dönem ve sonrasında Türkiye’nin rakibi önce Ceneviz sonra Venedik’tir ve Türkiye Doğu Akdeniz’deki Venedik hegemonyasına meydan okuyan güçtür.
1475 Yılında Gedik Ahmet Paşa kumandasındaki bir donanma ile yapılan Kırım seferi, Kefe’nin Cenevizlilerden alınmasıyla sonuçlanmış; Güneyde, Doğu Akdeniz’in ayrılmaz bir parçası olan Adalar Denizinde, yani Ege’de, Eğriboz’un Venediklilerin elinden alınmasıyla Türkiye, bir kara devleti olmakla yetinmeyeceğini göstermektedir. Türkiye artık denizlerde de bir hegemonya arayışına girdiğini simgelemektedir.
Fatih’in, İtalyan çizmesinin altındaki Otranto’ya düzenlediği başarılı deniz seferi ise, artık Türklerin ciddî bir deniz gücü olmak yolundaki başarılı çabasını kanıtlamaktadır.
2. Beyazid Pirî Reis’i himayesine alınca
Akdeniz ve Doğu Akdeniz bağlamında Fatih’in oğlu II. Bayezid’in apayrı bir yeri vardır: II. Bayezid, tersaneyi büyütüp, çağının ileri tekniklerine sahip olmasını sağlamış, donanmayı güçlendirmiştir. Öte yandan Doğu Akdeniz’in en usta, acar ve bilgili kaptanlarından Kemal Reis ile yeğeni Pirî Reis’i hizmetine alıp desteklemiştir. Pirî Reis bugün dünya denizcilik tarihinin en büyük isimleri arasında saygıyla anılmaktadır.
II. Bayezid’in Mora yarım adasının kıyılarındaki Modon ve Koron’u 1500 yılında ele geçirmesi, Türklerin Venedik karşısında neredeyse bir sınır çekerek, Doğu Akdeniz hegemonyasını ilan ettikleri bir dönüm anıdır. II. Bayezid ayrıca, gerek İmparatorluk gerekse Cumhuriyet dönemlerinde, Türkiye için büyük önem taşıyan Çukurova bölgesine özel bir önem vermiş; bölgenin İmparatorluk Türkiye’sinin bir parçası olması için çok uğraşmıştır. Çukurova hiç kuşkusuz Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığı için bir temeldir. II. Bayezid’in oğlu şehzade Korkut da ünlü Türk kaptanı Oruç ve yoldaşlarının gemilerini finanse ederek, Türkiye’nin Akdeniz’deki üstünlüklerinin pekişmesine yardımcı olmuştur. (Reha Bilge/ II.Bayezid Deniz Savaşları ve Büyük Strateji).
Doğu Akdeniz’in ortası: Kıbrıs
Akdeniz’in büyük stratejik konumdaki adası Kıbrıs ise Türkler tarafından, II. Selim döneminde, 1571 yılında Venedikliler'den alınmıştır. Venedik Kıbrıs’ı kaybedince çok sert bir tepki göstermiş, aynı yıl İspanya ile birleşerek İnebahtı deniz savaşında Türk donanmasını bozguna uğratmış, ancak geri almayı başaramamıştır. Kıbrıs 1878’de, Sultan II. Abdülhamit döneminde İngiltere’ye verilmiştir. İngiltere 1914 yılında adayı tam olarak ilhak edecektir.
Kıbrıs örneğinde görüldüğü gibi, dikkat çekici husus Türklerin Mora, Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki başlıca rakiplerinin Yunan veya Rum değil, Venedik ve zaman zaman da Rodos şövalyelerinin olmasıdır. Türk İmparatorluğuna katılan adaların ve liman kentlerinin çoğu, geçmişinde Venedik Cumhuriyetine bağlıdır. Dolayısıyla bugün Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de kendisine geniş bir politik tarih ve coğrafya yaratmak çabası tümüyle kurgusaldır. Bu 19.yüzyıldan sonra İngiliz-Fransız-Rus diplomasisiyle beslenmiş, gerçek dışı bir resmî tarih örneğidir.
Çorlulu Ali Paşa ile başlayan dönüşüm
18. Yüzyılın başında yönetimi yüklenen baş vezir Çorlulu Ali Paşa da bütün bu serüven içerisinde unutulmaması gereken bir isimdir: İmparatorluk donanmasının kadırgadan kanyona geçmesi, gemi yapımı yanında yelken bezi, lenger ve peksimet gibi, donanmanın temel ihtiyaçlarının Türkiye’de üretilmesi için olağanüstü bir çaba göstermiştir. Bu çabanın sonunda Türk donanması bir süre daha etkin bir güç olarak Doğu Akdeniz’de ve Akdeniz’de varlığını sürdürmüştür.
Bir deniz stratejisinin parçası olarak Hatay
Aynı başarının 19. yüzyılda sürdürüldüğünü söylemek mümkün değilse de, Sultan Abdülaziz’in yeni ve vurucu bir donanmanın inşa edilmesi için gösterdiği çabanın kesinlikle anılması gerekmektedir.
20. Yüzyıla geldiğimiz zaman, zorluklar ve pençeleştiği hastalıklara rağmen Atatürk’ün Hatay sorununa önem vermesi ise bir heves veya duygusallık değil, Doğu Akdeniz’de bir varoluş mücadelesidir. Çünkü Hatay, özünde bir deniz stratejisi konusudur.
Hatay bugün Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki ilk tutunma noktasıdır. Bölge bu yönüyle stratejik bir anlam taşımaktadır. Hatay’la bütünleşen İskenderun Körfezi, Türklerin Doğu Akdeniz’deki ilk çıkış noktasıdır. Hatay’ın doğudan kolladığı İskenderun Körfezi Çukurova’ya açılır, Çukurova ise İç Anadolu ovalarına. Sadece bu coğrafî denklem bile Türkiye ile Doğu Akdeniz’in nasıl iç içe geçtiğini; Türkiye’nin nasıl Doğu Akdeniz jeopolitikasının doğal bir üyesi ve oyuncusu olduğunu ortaya koymaktadır.
Bugün Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki politik, askerî ve ticarî çıkarları Hatay’la, daha doğrusu Kıbrıs-Mersin-İskenderun-Hatay çizgileriyle iç içedir. Onun için 1937-1938 yılları arasında gerçekleşen Hatay uğraşısı Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük uzak görüşünü ve ufkunu bize bir kez daha hatırlatmaktadır. Elbette ki Atatürk’ün büyük dehasını da. Aynı bağlamda, daha 1923 yılından itibaren genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bir deniz gücü oluşturmak için ciddî bir çaba içine girdiği de unutulmamalıdır.
Atatürk sonrası Kıbrıs politikası
Doğu Akdeniz’in büyük adası Kıbrıs, Türklerin Doğu Akdeniz’deki tarihsel varlıkları ve Türkiye’nin bu coğrafyadaki uzun erimli çıkarları ile uyumlu büyük bir jeopolitik anahtardır. 1950’li yıllardan itibaren önce usta, diri ve atılgan bir diplomat, sonra dışişleri bakanı olarak Fatin Rüştü Zorlu, birlikte çalıştığı yüksek değerdeki diplomatlar ve ona destek veren Başbakan Adnan Menderes, imzaladıkları 1960 Zürih ve Londra’da antlaşmalarıyla Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki politik haklarını kabul ettirmişlerdir. 1974 yılında ise Türklere yönelik bir kırım başlatan darbeci Yunanlı ve Rumlara karşı askerî hareket kararı veren Başbakan Bülent Ecevit, Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Ecmel Barutçu, Haluk Ülman gibi isimler, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’in jeopolitik resmindeki işlevini doğru kavramış ve Türkiye’nin kalıcı çıkarlarıyla olan bağlantısını azimle savunmuş isimler arasındadır.
Doğalgazdan ötesi
Doğu Akdeniz Türkiye için, doğalgaz ve denizaltı kaynaklarının yanında, önemi giderek artan Asya-Avrupa ticaret yolları üzerindeki değerli konumu bakımından da önem taşımaktadır: Dünya ticareti açısından Türkiye’nin iki ana ekseni vardır. Birinci eksen, Akdeniz /Doğu Akdeniz ve Karadeniz eksenidir. İkinci eksen ise Batı Asya’dan Balkanlar'a, oradan da Orta Avrupa ve Batı Avrupa’ya uzanan eksendir.
Tarihin çok eski dönemlerinden beri bu iki eksen birbiriyle eklemlidir ve birlikte iş görürler. Bu iki ekseni denetlemek Türkiye için yüksek bir stratejik değer taşımaktadır. Dolayısıyla Türkiye, Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’de kesintisiz bir geçiş ve denetim hakkına sahip olmak zorundadır. Çünkü Asya ülkelerinin artan ekonomik gücüyle birlikte Türkiye’nin üzerinde durduğu coğrafî konumun önemi azalmak şöyle dursun, giderek artacaktır. Şimdi umalım ki Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal çıkarları saygıyla karşılansın; ülkenin yüzyıllardır doğal olarak içerisinde yer aldığı Doğu Akdeniz, uluslar ve kıtalar arası işbirliğinin huzur içerisinde işlediği, ekonomilerin ve ticaretin geliştiği bir barış ve dinginlik denizi olsun.