Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan üçüncü gerdanlık da 26 Ağustos 2016 Cuma günü hizmete sunuldu. Ulusumuza hayır getirmesini diliyorum. Ben bilerek ve isteyerek “Üçünü Köprü” dedim. Öyle umuyorum ve diliyorum ki, bu köprü devletin resmi kuruluşları dışında halkımız tarafından bu adla anılacak. Üçüncü köprü… Sade, gösterişsiz, iddiasız bir ad.
Tam da Türk’ün ve Türklüğün karakteri ile uyuşan bir ad…
Kimi çevreler şu gerçeği kavrayamadılar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık büyük devlet. Öyle “Şu büyüklükte köprü, kendimiz yaptık, dünyanın een.. “ filan gibi laflardan güç alacağımız dönemler geride kaldı. Biz bunca yanlışa rağmen büyük devletiz.
Böyle olunca da isimlerin çekiciliğinden medet umacak dönemi geride bıraktık. Ya da geride bırakmış olmalıyız. Biz şimdi ne yapıyoruz? Meydana getirdiğimiz eserlerin kendi görkemi yeterli değilmiş gibi, bir de tarihte ün yapmış değerlerimizin adından medet umuyoruz. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Gazi Osman Paşa Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü…
Üstelik bu önemli tarihi kişilikler elbette büyük ve elbette önemli iken siz onların adını böyle köprülere, geçitlere ve olur olmaz yerlere verince, o kişiler üzerinde tartışmalar çıkmasına da yol açıyorsunuz? Söz gelimi, Yavuz Sultan Selim’in adının bu köprüde ne işi var?
Bir de bu adlandırmaların bir yöntemi olmalı. Bir tek kişi kendisi, sadece kendisi belirliyor ve onun dediği oluyor. Sadece köprü adlarında böyle olsa, yine bir şey değil. “Şu iki ili il olmaktan çıkaralım” “Kim dedi?” “O dedi.”
İyi ama o bugün var yarın yok. Yarın ne olacak?
Bir zamanlar Kırşehir diye bir ilimiz varken bu il o zaman için hükümet edenlere oy vermediği için ilçe haline getirilmişti. Ama şimdi o ilçe yine il olmak durumuna gelebildi ama, o ilimizin kimyasıyla oynayanların kemikleri kalmadı. Bu laflarım kimseye yönelik değil. Durum tespiti yapıyorum. Elli yıl sonra ne olacağını dile getirmeye çalışıyorum.
Lafı dolandırmaya gerek yok. Bu köprünün adı “Üçüncü Köprü” olmalıydı.
“Nasıl olur?” diyecekler çıkabilir. Çok kolay… Ankara’nın burnunun dibinde 1948 yılından başlayarak bir mahalle doğar gibi oldu. Kimsenin ad koymasına yer kalmadan insanlar bu mahalleyi “Yeni Mahalle” diye anmaya başladılar. 1960 yılına doğru yüz yirmi beş binlik bir nüfusa ulaşan bu mahallenin adı nasıl oldu da “Yenimahalle” olarak kayıt altına alındı?
Devlet bu yeni yerleşim birimine ad vermeye kalkıştığında gördü ve farkına vardı ki, “Yenimahalle” adı en uygun addır. Eee, o zamanda henüz akıl çağındaydık. Bu adla anılır oldu gitti. Bugün Yenimahaalle adından memnun olmayan bir tek kişi de bulamazsınız.
Şurası da unutulmamalı ki, dünya bize bakarken köprümüze, gökdelenlerimize, yollarımıza bakarak fiyat biçmiyor. Bizim fiyatımız bilim dünyasının neresindeyiz, teknoloji ile tanışıklığımız nasıldır gibi kriterler üzerinden biçiliyor…Hukukun neresindeyiz, insan haklarında ne durumdayız? Ve benzerleri…
Üçüncü Köprü’nün ülkemiz insanına, dünya insanlığına huzur getirmesini diliyorum.