Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yapmış olduğu bir iftar konuşmasında, muhalefetin kendisinin Türkiye’yi Orta Doğu bataklığına soktuğu suçlamalarına çok ağır bir şekilde cevap vermiştir. Davutoğlu, Orta Doğu’nun bataklık olmadığını, Orta Doğu’nun Şam-ı Şerif, Mekke ve Medine demek olduğunu, Bağdat’ın kardeş, Kerkük’ün aziz olduğunu, Hira Mağarası’nın Orta Doğu’da olduğunu söylemiştir. Doğrusu, entelektüel seviyesinin gerçekten yüksek olduğunu bildiğim Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun gerçek siyasette ve dış politika uygulamasına sürüklendiği nokta hüzün vericidir.
Orta Doğu’nun bataklık olmadığını söyleyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Musul Konsolosluğu çalışanlarının tamamını ve binasını terör örgütü IŞİD’e kaptırmış bir Dışişleri Bakanıdır. Belki iftarın yaklaştığı saatlerde kan şekeri iyice düşmüş olabilir ve alkışlamak için gelen insanlar Davutoğlu’nun anlattıklarını “yerler” ; ancak onların dışında herkes özellikle yabancı başkentler, alaycı bir tebessüm ile dinlemişlerdir.
Orta Doğu, 19. Yüzyılın ortasından itibaren, diğer bir ifade ile Osmanlı-Türk gücünün inişe geçmesi ve Avrupa emperyalizminin Orta Doğu’ya kışkırtıcı, yıkıcı ve sürekli müdahaleleri ile bir bataklığa dönüşmüştür. Batı emperyalizminin müdahaleleri Haçlı seferleri zihniyeti ile etnik ve mezhep grupları üzerinden devam etmiş ve bu gruplar sürekli istismar edilerek, Osmanlı egemenliği zaafa uğratılmaya çalışılmıştır. 1918 sonrasında Osmanlı-Türk egemenliği Orta Doğu’dan tasfiye edilirken, sınırları yeni tahrikleri mümkün kılacak şekilde emperyalist bir ustalık ile çizilmiştir. 1918-1945 arasında Orta Doğu’da hakim olan Avrupalı mandacı güçler, var olan etnik ve mezhepsel ayrılıkları güçlendirmek, daha rekabetçi, hatta düşman kimliklere dönüştürmek için çalışmışlardır.
1945 sonrasında başlayan iki kutuplu dünya düzeninde Orta Doğu bölgesi kapitalizm-sosyalizm rekabeti içine sürüklenmiştir. Ancak bu ideolojik rekabet de aslında yüzeyseldir. İdeolojik rekabetin altında mezhep ve etnik kimliklerin rekabeti varlığını güçlü bir şekilde sürdürmüştür. Orta Doğu içinden hiçbir güç bölgede hegemonik bir barış sağlamaya yetecek kadar güçlü olmadığı için, bölge dışı Batılı ve Doğulu güçlerin bölgede üstünlük mücadelesi için yaptıkları müdahaleler, Orta Doğu’da büyük bir tepişmeye neden olmuştur. Bu tepişme, Orta Doğu zeminini bataklık haline getirmiştir. Bunun bölgenin tarihi ve ilahi kimliği ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu jeopolitik bir gerçektir.
Türkiye, Orta Doğu’daki en kıdemli güç olarak tarihsel hafızasında Orta Doğu’nun sıkıntılarını bilerek 1950’lere kadar yaşamıştır. Esasen bu süreçte Türkiye, Orta Doğu’da Orta Doğulular ile değil, Batılı mandacı güçler ile karşı karşıya kalmıştır. Soğuk Savaş döneminde de Türkiye’nin Orta Doğu ile ilgisi ekonomik düzeyde kalmıştır. Orta Doğu ile ilgili Osmanlı devlet kadrolarından Cumhuriyetin ilk kadrolarına intikal eden bilgi, yeniden üretilmediği için devletin bilgisi Orta Doğu konusunda İngilizceden tercümeye dayanan kısıtlı bir bilgi zeminine çekilmiştir. Ankara, ABD ve SSCB arasındaki mücadeleden kaynaklanan çatışmaların kendisine sıçramaması için de bu çatışmaların mümkün olduğunca uzağında kalmıştır.
Bu soğukkanlı, eksik bilgili ve uzaktan politikaya rağmen AKP iktidarı 2002’de Türkiye Cumhuriyeti’nden Orta Doğu’da Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapacak kadar uygun koşullar hazırlamış bir politika devralmıştır. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasından sonra, akıldan çok heyecana ve tutkuya, bilgiden çok ideolojiye ve ne yazık ki Selefileşmiş bir Sünniciliğe dayanan bir yaklaşım Türk Dış Politikasının Orta Doğu politikalarına hakim olmaya başlamıştır. Özellikle Arap Baharı diye anılan süreç, Arap başkentlerinden sonra dünyada en fazla Ankara’yı heyecanlandırmıştır. Davutoğlu, Arap Baharı’nın Arap ülkelerinde bu ülkelerin AKP’lerini iktidara getireceği inancı içinde dış politikayı milli menfaat zemininden, parti menfaati zeminine kaydırmıştır. Suriye’nin AKP’sinin zeminini oluşturduğunu düşündüğü Müslüman Kardeşler’in Suriye’de iktidarı ele geçirecek kadar güçlü olmadığını anladıkları zaman “biraz arkadan iterek” Müslüman Kardeşleri iktidara taşımanın mümkün olduğuna inanmış ve Suriye iç savaşının kıvılcımlarının üzerine benzin dökmüştür. Diğer bir ifade ile Davutoğlu’nun politikaları, zaten bataklık olan Orta Doğu’nun Türkiye için daha da bataklık olmasına yol açmıştır.
Başkonsolosluğunu IŞİD’e kaptıran, uçağını kimin düşürdüğünü bilmeyen ya da bilse de söyleyemeyecek kadar korkan, Reyhanlı’da kendi büyükelçisinin El Kaide yaptı dediği bombalamayı Esad rejimine atan, aç ve korku dolu bakışlı Suriyeli çocukların İstanbul, Ankara sokaklarında bakkallar önünde dilenmesine yol açan politikaların sahibi olan Davutoğlu, ne yazık ki Türkiye’ye ne kadar ağır bedeller ödettiğinin hâlâ farkında değilmiş gibi davranmaktadır.
yeniçağ