Velev ki Ümit Özdağ'ın anlattıklarının tümü doğru, değil mi ki siz; vahim hatalar olarak görüp de İYİ Parti'nin aleyhine kullanılabilecek, sizin de başkanlık divanındaki göreviniz dönemine kadar uzanan, saya saya bitiremediğiniz bu yanlışları düzeltmek için GİK'e girmek varken aday bile olmadığınız büyük kurultay sonrasına bıraktınız; burada sizin iyi niyetinizden şüphe ederim.
Tüm Türk milliyetçisi vicdanların anlattıklarınıza hak verememesi mümkün değil. Ancak bu kadar yanlışı görüp de GİK'de aday olmamanızı da anlamak mümkün değil. Eleştirilerinize gerekçe gösterdiğiniz hassasiyetlerinizin anlamlı olması için doğal refleksininizi olaylar vuku bulduğunda göstermeniz gerekirdi. Bugün yaptığınız basın toplantısının alt zeminini oluşturup "Bombanızı" patlatmak için meşru zeminin oluşması için mi GİK'e aday olmadınız, olağan kongre sonrasını beklediniz. Öyle ya; hem GİK'de olup hem de bu ithamlarda bulunamazdınız, ondan mı. HDP ile ortak anayasa hazırlama sürecine girdiğini gördüğünüz partinin bu ahvaline müdahale için GİK'ine girmekten niçin imtina ettiniz. Niçin bunu deşifre etmek için iki sene beklediniz.
Bir insan evinde eşi ile kavga edebilir, bozuşabilir ama haklı olduğunu göstermek için de odalarında konuştuklarını mahallenin ortasında avazı çıktığı kadar bağıra bağıra anlatmak zorunda değildir. Mümkünse ilk önce çocuklarını, yetmedi aile efradını toplar tek tek anlatmaya çalışır.
Yaşım 58 ve bugüne kadar sizin bugün yaptığınızı hiç bir partinin hiç bir mensubu yapmamıştır. Zan'a dayanan ithamlarınızın dışında belgeli ithamlarınız doğru ise hepsinin altına imzamı atarım ancak o malum geceye kadar 2006 yılından beridir yüzde yüz arkanızda olan birisi olarak artık size güvenmiyorum. İyi ve nitelikli yetişmiş bir Türk milliyetçisi olduğunuza inandığım için hakkınızda hazırlanan fezlekeye atıf yaparak size sahip çıkmak adına "Ümit Özdağ iyi yetişmiş has bir Türk milliyetçisidir" başlığı ile yazı yazmış adamım.
Bilim adamı olarak gördüğüm Ümit Özdağ'a saygım sonsuz, güvenmeye devam edeceğim ama siyasetçi Ümit Özdağ'a asla. Nedeni, yanlış düşündüğü için değil, yanlış yaptığı içindir.
Temennim ihraç edilmemesi, hakkındaki kararın tabanın vicdanına bırakılmasıdır. Ancak bu kadar suçladığı bir partide kalması kendisi açısından etik olmayıp istifa ederse daha yakışanı yapmış olur. Ancak basın toplantısının sonunda çok garip "Bundan sonra ülkemin her tarafını tek tek gezerek vatandaşlarımıza gerçekleri anlatacağım" mealindeki sözleri. Benim bundan anladığım; artık cumhuriyet ittifakının üçüncü birleşeni konumunda onların (hadi diyelim istemese bile) işine yarayacak bir sürecin içinde olacağıdır.
Türk milliyetçileri ne zaman proje geliştirse; öyle veya böyle bir şekilde üstelik de kendi içinden birileri sayesinde kendi projesini akamete uğratıyor. Düşünebiliyor musunuz; Türk milliyetçilerine "Devletin başına Devlet gelecek" sloganına inanmayı değil inanmamayı bizatihi Devlet Bahçeli marifeti ile başardılar. Bu kabullenişe itiraz ederek İYİ Parti projesini geliştirip, iddialı hale getiren Türk milliyetçileri bu sefer de Ümit Özdağ'ın kendi ifadesi ile patlattığı "Bomba" ve devamında anlattıkları ile elde edilen başarı akamete uğrayacak maalesef. Benim umudum ise İYİ Parti'nin varlığının tek adam sisteminden kurtuluşumuzun, demokrasimizin ve geleceğimizin güvencesi olacağıdır.
İYİ Parti'yi ancak üç algı üzerinden yıpratmak mümkündü. Ümit Özdağ sebep olduğu konjonktür ile üç algının da İYİ Parti'nin üzerine giydirilmesinin önünü açmış oldu. Hatta bu yaptıklarının olumsuz etkisini bugün bir grupta, bir araştırma şirketinin ismini de vererek iyi partinin oylarının düştüğü tespitini (artık keyifle mi, üzüntü ile mi paylaştığına siz karar verin) paylaştı.
Partiyi çekiştirme, yıpratma, örseleme, yürüyüşüne çelme takma; her neyse bu amaca matuf üç enstrüman...
1. FETÖ sopası ile tehdit
2. HDP/PKK ilişkisi ile tehdit
3. İlkeler üzerinde öteleme ve ayrışma ile tehdit
Türk milliyetçiliği ideolojik taassubu üzerinden tahriklerle farklı kesimlerden gelen siyasi görüş sahiplerinin dışlanarak partide ayrışmanın sağlanarak, ilkesellik üzerine tartışmaları başlatmıştır.
Oysa Meral Hanım bu partinin kuruluş manifestosunu Türk milletine açıklarken
"Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem'e dönme temel ekseninde, vatanseverlik ve milletseverlik paydasında bütünleşen herkesin aidiyet duyacağı; farklı siyasi görüşlere mensup insanlar geldikleri yerlere ait gömleklerini değiştirme gereği duymadan iyi parti gömleğini giyerek aramıza katılabileceklerdir" demiştir.
Meral Hanım bu manifestoyu açıklarken, yanındaki üç-beş önemli isimlerden birisi de Ümit Özdağ'dı. Peki şimdi ne oldu da; Türk milliyetçiliği ideolojik taassubunu dayatarak diğer kesimlerden partiye katılmış, empati kültürüne büyük katkı sağlayarak siyasi hasımlığı dostluğa çeviren çok değerli isimleri dışlama, gelmek isteyenleri ise yaklaştırmama anlayışı içine girerek partide bir kargaşa bir zihin bulanıklığına neden olmaktadır.
Bir parti kuruluşunu "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e dönme eksenine oturmuşsa; bu iddiasının ete kemiğe büründürülmesi için diğer partilerin ne düşündüklerine dair fikir teatisinde bulunmasından doğal daha ne olabilir ki. HDP gayri-meşru olsa bu mecliste olamaz değil mi; maaş alamazlar, ülkemizi temsilen yurt dışında yüce meclisimizi ve yüce Türk milletini temsil edemezler, VIP'leri ve kırmızı plakalı arabaları kullanamazlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni yönetemezler ama bugün bütün bunları yapabiliyorlar.
Öyleyse;
Bütün bu hakların verildiği HDP vekillerinden; misyon edindiğimiz "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem"e geçmeye dair görüş ve desteklerinin diğer partiler de dahil olmak üzere ne olduğuna dair yapılmış veya yapılacak toplantılarda görüş alış verişlerinde bulunmanın ne mahsuru olabilir.
Ümit Özdağ'ın tavrı ve sürdürdüğü strateji; bu parti en ağır şekilde nasıl yıpratılabilecekse; buna murad etmişlerin işlerine yaramıştır.
Haydi Ümit Özdağ; "HDP Meclis'ten atılmalı" diye mücadele başlat arkanda durmayan namert olsun.
Hukukun olmadığı yerde zalim ve mazlumu nasıl ayıracağız
Bütün ithamlar, kontrollü operasyonlarla yaratılan algılar üzerinden yapılıyor. Ergenekon, Balyoz ve diğer kumpas süreçlerinde bunlara fazlasıyla hep beraber şahit olduk.
Türk milletine genel kurmay başkanının terör örgütü lideri olduğuna bile inandırdılar ve zamanın siyasi otoritesi; yönetenler Türkler değil de müstemleke devletiymişiz gibi kendisini tüm sorumluluklardan azat ederek, masumlaştırma yoluna gitmiştir.
Bugün de basın, medya ve siyasi muktedirlerin dilinde dolanan organize edilmiş ithamlarla birileri suçlanıp, birileri de aynı saiklerle kahraman ilan ediliyorsa; ve de o günlerin siyasi iradesi bugün takviye edilmiş gücü ile aynı konumunu sürdürüyorsa; kimse kusura bakmasın aynı su ile iki defa abdest almam.
Hiç bir musibetin arkasında son yirmi yılın siyasi otoritesinin vebalinin olup olmadığı araştırılamadığı, daha doğrusu araştırılmasına ve soruşturulmasına cüret edilemediği bir ülkede, masumun ve zalimin kimler olduğuna sizce kimler karar verebilir; bence yine siyasi otorite.
Dolaysıyla, kumpaslara gelerek birilerine ne Fetöcü derim, ne de birilerini Fetö'cülükten aklarım. Aklımı en büyük güvencem olarak görüyorum. Elhamdülillah Türkiye ortalama algı düzeyinin de oldukça üstünde olduğumu düşünüyorum.
Toplamda 25 milyon insanı yönetmiş belediye başkanları "metal yorgunluğu" adı altında istifa ettirildiler. Ceza hukukunun neresinde "metal yorgunluğu" adı altında tanımlanmış bir ceza maddesi var da; bu adamlar o ceza maddesine istinaden yargılandılar ve görevlerinden uzaklaştırıldılar Allah aşkına. Peki niçin bu "metal yorgunluğu" kurgusunun arkasındaki siyasi iradeye "Ne demek oluyor bu?" diyerek sorgulaması yapılmaz da; ille de Millet İttifakı içinde aleyhine zorlamalarla yürütülen zan'lar ile suçlar isnat edilerek kervan dağıtılmak istenir.
İşte kendi aklım dışında ne kimseye kefil olurum ne de birilerinin operasyonuna figüran olurum. "zan" delil olmaz, "belge" delil olur.
Eğer zan delil oluyorsa alın size delile yakın kuvvetli şüphe. "metal yorgunluğu" tabiri. "Bunların alayı Fetöcü amma ve lakin; biz onlara Fetöcü diyemeyiz, zira onlar aynaya bakar bizi görürler biz aynaya bakarız onları görürüz" demek değil midir?
Evimizin içinde depremi, dışında corona korkusunu yaşamak.
Ve, en son İzmir'de yaşanan depremin siyasi sorumluluğundan sıyrılmak için tam 81 yıl önce, 1939 yılında kerpiç evden başka tek bir betonarmenin olmadığı Erzincan'da yaşanmış depremin yarattığı tahribat ve can kaybına atıf yaparak siyasi hasımlık üzerinden "Biz masumuz" mazeretini inşa ederek ona sığınan bir siyasi mantalitenin iradesinde yönetiliyor olmanın çaresizliği karşısında çıldırma halim...
İçinde bulunduğum toplum, yaşanmış şiddetli bir depremin enkazı altında uzun zaman kalmış olmanın neden olduğu psikolojiyle kanıksamış olduğu yeni bir dünyada yaşıyor. "Seni kurtarmaya geldim" desen bile uzattığın eline elini vermediği gibi hakaret bile edebiliyor.
Bunların dünyasında zaman mevhumu; yediğini def-i hacet edene kadar geçen süredir. Ondandır ki 1939 yılı onlar için bu sabah yapılan kahvaltı "an"dır.
Ve bu kadar insan psikolojisini, sosyolojisini zorlayan şartlarda akıl sağlığımızı korumak...
Çok yoruldum.
15 Temmuz'a ilişkin tüm gerçekler ''yazılıyor'' ama siyasi ayağı asla...
15 Temmuz gecesi kızını evlendiren düğün sahibi komutan bir kitap yazmış. Bu kitabına ilişkin yaptığı söyleşide diyor ki; "O gece ve o geceye kadar geçen süreçte; Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile ordudaki tayın ve terfilere dayalı fetö yapılanmasına dair süreçleri tüm yönleriyle anlattım.
Evet, çok şey anlattı ama siyasi tarafına ilişkin hiç bir şey söylemedi. Oysa bütün o olup bitenlerin yaşandığı ülkemizde bir siyasi irade vardı ve ülkeyi yönetiyorlardı. Ha, hakkını yemeyelim, satır aralarında o da usulen herkesin yaptığını yaptı; cumhurbaşkanı Erdoğan'a övgüler.
İşte ben bu tür yazılan kitapları hiç ciddiye almak istemiyorum. Komutan her şeyi anlattım diyor ama işin siyasi tarafına değinmiyor. Çünkü besbelli korkuyor. Kimden; kitapta değinmediği siyasi iradeden. Peki ne demeye o kitabı yazdın be muhterem. Yazık değil mi o sayfalar için kesilen ağaçlara?
Türk milleti ümmet değil, millettir.
Ümmet; dini bir tanım olup inançta, yani İslam'da birliği anlıyorum ki; o anlamda ortalıkta ümmet falan da yoktur. Sömürülen bir kavram olup, arkasından sürüklenen ve aynı zamanda sömürülen saf Müslümanlar var.
Ümmet; dini bir tanım olup inançta, yani İslam'da birliği anlıyorum ki; o anlamda ortalıkta ümmet falan da yoktur. Sömürülen bir kavram olup, arkasından sürüklenen ve aynı zamanda sömürülen saf Müslümanlar var.
Türk milleti kavramı ise özelde bütünlüğü ifade eder. Türkülük bizim bir anlamda özelimiz oluyor. "Ey Müslüman" denince o sese herkes bakar ama "Ey Soral" denince sadece ben bakarım. Hele ki günümüzde "Ey Müslüman" seslenişini duyduğumda bakmak değil kaçmak aklıma gelir. Bunun nedeni elbette ki İslam'daki (olmayan) eksiklik değil, siyasallaştırılmış İslam'dır.