Bir depremzededen tokat gibi bir söz canımı acıttı "Akşam zengindim, sabah fakir oldum!.."
Kimileri öldü, kimileri kaldı. Gidenlerin çoğunun üç metrelik kefeni bile olmadı...
Kalanların elinde, avucunda ise bir şey kalmadı...
Anasını, babasını, yavrusunu sağ bulan sevindi. Kaybettiği aklına gelmedi...
Kimse cebine koyup götürmüyor işte!.. Kalanlar da ne kadar zaman sahip belli değil malına, mülküne!..
"Mal da yalan, mülk de yalan... Var biraz da sen oyalan!.." derdi rahmetli annem...
Sanat adına pek çok ülkeye gittim, çok yer gezdim, gördüm... Pek çok insan tanıdım... Kimi yerli, kimi yabancı. Hiç biri diğerine benzemiyordu. Dili, dini, rengi... Örf, geleneği, kültürü... Kimini benimsedim, sevdim bu özelliklerin, bize yakın buldum... Kimini kabullenemedim. Onlar da benim kimi tavır ve davranışlarımı yadırgadılar...
Fakat ortak olan bir şey vardı ki bunun ne dil, ne din, ne ırk, ne de kültür ile ilgisi yoktu... Önemli değildi...
Yani bana göre hepimiz insandık ve ikiye ayrılıyorduk.
İyi insan... Kötü insan...
Kimi yabancılar var ki kardeşim bildim... Evim, gönlüm, kapım her zaman açık... Başım üstünde yerleri...
Buna en güzel örnek ise Macar tatlı kardeşim Julianna Illes Major... Çok kere evinde konuk etti beni... Çok iyiliğini gördüm. Birlikte yedik, içtik... Gezdik, tozduk... Aynı şekilde dünya iyisi sevgili eşi Tamas Illes... Gecenin üçünde kalkıp beni yolcu etmek için gecenin ayazında uzun süre otobüs beklediği çok olmuştur ki otobüs gelmezse iki buçuk saatlik uzaklıktaki havaalanına götürsün diye. Juli'm ise benimle havaalanına kadar gelip yolcu ettikten sonra dönmüştür her zaman...
Her zaman iyiliğimi düşünür O benim...
Aynı şekilde ben de O'nun...
Elbet candan öte saydıklarım da var yerlilerde ama, kimileri de var ki yolda bile rast gelmeyi istemem...
Çoğunlukla onları da önceleri sevmişimdir elbet. Ancak zaman içinde kiminin hırsından, kiminin kıskançlığından, kimininse nankörlüğünden bezmişimdir...
Kiminden ise üç kuruşluk çıkar için dindar kimlik ardına gizlenip yaptığı suiistimaline destek verir görünmemek için kaçmışımdır...
Oysa işte mal da yalan, mülk de yalan...
Var biraz da sen oyalan...
Şimdi millet olarak kenetlendik. Acı hepimizin... Herkes elinden geldiğince, çapı çerçevesinde bir şeyler yapmaya çalışıyor...
Ancak zaman içinde kimileri yardım diye atmaya niyetlendiği şeyleri gönderiyormuş. Yırtık, ya da taşlı pullu ayakkabılar... Yırtık, sökük, eprimiş giysiler... Gece elbiseleri... Bunları yollarken "O durumda olsaydım giyer miydim?" diye sormazlar mı acep?
Yıllar öncesinden bir utancımı paylaşayım mı?
O sıralar bankada çalışıyorum. Gece geç saatlere kadar çalışıyoruz. Eve gelince yemek, bulaşık...
O, bu derken bitkin uyuyorum. Bosna savaşında Bosnalı Türkler'e destek için böyle yardım kolileri gönderiliyordu. Sanırım kış mevsimi idi. Çocukların, eşimin ve benim giysilerimizden bir koli hazırladım. Bir de güzel yün eteğim var, yanı sökülmüştü. Bir türlü elim erip dikemiyorum. Dedim ki burada duracağına orada diker giyerler. Birini ısıtır... Onu da koydum...
Savaş... Her yer bombalanmış... Yıkık, dökük... İğneyi nereden bulsun... İpliği nereden bulsun... Hiç düşünmemiştim...
Hâlâ aklıma geldikçe utanırım...
Şimdi de uyarılar yapılıyor haklı olarak...
Diyorlar ki: "Deprem bölgesindeki insanlara , acıyarak sadaka dağıtır gibi yardım malzemesi vermeyin. Bu insanlar, depremden bir gün öncesine kadar, işi gücü, geliri ve varlığı olan insanlardı."
Biz deprem ülkesiyiz...
Yarın neyle karşılaşırız Allah bilir...
Artık umarım pek çok konuda gereken dersler ve önlemler alınır...
Sonrasında ise duamız Allah korusun...