Dün akşam evde tv film kanalında 1940'ların İspanya'sını anlatan bir film izledim. General Franco'nun faşist dikta rejiminde direnenlerin başına gelen zulmü, işkenceyi film karelerinde tek tek gözler önüne seriyordu.
Olay 1940'da Madrid'de geçiyor. İktidarı ele geçiren Diktatör Franco, iktidarı ele geçirmesine rağmen muhalifleri, ona karşı duran kim varsa kadınlı erkekli dikta rejiminin tüm baskı ve zulmünü uyguluyor filmde.
Direnişi destekleyen herkesi, kadın erkek ayıt etmeksizin ufacık bir merhamet göstermeksizin kurşuna diziyordu.
İspanya'nın adeta her yeri hapishaneye dönüşmüş, burada yaşanan işkenceler ve zulümlerin gerçek öyküsünden yola çıkılarak çekilmiş bu film. Bu nedenle daha bir pür dikkat izledim televizyonun karşısında nefes almaksızın..
İnsanın insana yaptığı eziyeti mezalimi izlerken kanım dondu, adeta nefes alamadım. Ben oldum olası sulu gözlüyümdür, ancak bu kadar da değil olamaz diyorum. Dikta rejimlerinin acımasızlığına şahit olunca sesli ağlamam elbette kaçınılmaz. Ali bey mendil yetiştiremedi desem yalan olmaz.Hatta itiraf edeyim ki Ali bey de gözyaşlarına hakim olamadı.
Baktım dünyadaki tüm diktatörlere, ölüsüne dirisine ellerini yukarı aşağa sallayarak saydırıyor. Bela okumayı sevmez ama izledikçe tepkisi de büyüyor. Karı koca karşılıklı koltukta oturmuş, hem ağlıyoruz hem de saydırıyoruz Franco'ya ve dikta rejimine.
Film genelde kadınlar hapishanesinde geçiyor gerçi dışarısının da modern hapishane olması faşist rejimlerde sıradan bir durum. Hepsi ajanlar tarafından takip ediliyor.. Kadınlar hapishanesi Ventas, direnen mahkumlarla dolu. Özgürlükleri için savaşan kadınlarla. Davasına inanmış kadınların inanılmaz korkusuz duruşları, boyun eğmeyişleri, onurlu direnişleri görülmeye değer.
Fikirlerin ölmeyeceğini direniş ruhunun hep yaşayacağına tanıklık ediyorsunuz bir kez daha bu filmde. Her türlü baskıya, zulme, işkenceye, insan üstü bir gayretle direniyorlar.
Göstermelik bir mahkeme kuruluyor askerler tarafından ancak sonuçta hepsini idama mahkum ediyorlar. Kendilerini savunma hakları bile yok. Kesin kararlılar kurşuna dizmeye. Nitekim filmin sonunda da öyle oluyor. Hikâye böylesi acı bir kaderi paylaşan genç yaşlı bir grup kadını anlatıyor.
Hamile bir mahkûm var aralarında adı Hortensia. Müthiş cesur genç bir kadın. Kız kardeşinin adı Pepita. O değişmiş kabullenmiş gibi görünüyor bu insanlık dışı rejimi. Mahkemede karnındaki çocukla kurşuna dizmenin yaratacağı sorun nedeniyle ve tanrı korkusuyla biraz da geri çekiliyor idam. Ancak karar geri alınmıyor. İdam... Bebeği doğuyor hapishane ortamında henüz anneyi emiyor minik kız. Kız kardeşi her gün ziyaretine geliyor çocuk olunca, direnişten vazgeçip 'çok yaşa Franco' derse, bağışlanacağını düşünüyor ablasının...
Öyle olmuyor. Franco bir diktatör acımasız bir faşist yani. Horstensia kararın değişmeyeceğini biliyor asla direnişinden, özgürlük fikrinden, arayışından zerre taviz vermiyor. Bir gece kadın gardiyanlar hücre arkadaşlarına 'bu gece kurşuna dizilecek, hazırlayın onu' diyorlar. Kadınlar iletmekte zorlanıyor ancak bakışlarından anlıyor Horstansia. 'Ne zaman?'... 'Bu gece...'
Bebeğine sarılıyor, onun için, geleceği için endişelendiğini söylüyor ağlayarak... 'Anneni unutma' diyor...
Sonra gardiyanların peşi sıra korkusuzca, kararlı bir ifadeyle çıkıyor kucağında bebeği ile...
Onunla birlikte kurşuna dizilecek erkeklerin arasında en vakur haliyle, başı dimdik duruyor ölüm mangasının karşısında...
Son sözü ne mi oluyor Hostansia nın: Yaşasın Cumhuriyet.. Yaşasın Cumhuriyet...
İşte inanmışlık böyle bişey...
İşte inançla, hiç pişmanlık duymaksızın ölüme gitmek böyle bişey...
İnsanlık onuru bence işkenceyi yenecek...
Hiç bir dikta rejimi ayakta kalmadı... Hortensia'lar her yerde var çünkü... Adları Franco'dan daha çok tarihe yazılı..Biri tarihin çöplüğünde, diğeri tarihin altın sayfalarında.. İnsanlar ölür fikirler ölmez. Ne kadar da doğru... Elimde mendilim gözyaşlarımı siliyorum.. Gözlerim ağlamaktan tek bir çizgi haline dönüştü..
Filmin tamamını neredeyse anlattım size...
'Çıkışlar sağ taraftan' demek kaldı o halde...