Çalışan ve emekleriyle ülke üretimine katkı sağlayan insanlarımızın ülkede sürekli artan ekonomik pahalılık ve enflasyon karşısında alım güçleri giderek düşmektedir.
Alım gücü ya da diğer adıyla satın alma gücü; iki farklı para biriminin arasında oluşturulmuş değer olarak tanımlanabilir. Satın alma gücünü etkileyen ana faktör temel ihtiyaçlardaki yüksek artışlar ve enflasyondur. Enflasyon ise bir ülkede üretilen ürün ve hizmetlerin yıllara içinde gerçekleşen fiyatlarında ki artış olarak tanımlanmaktadır.
Satın alma gücü, ülkelerin para birimlerinin alabileceği ürünlerin oranlanması şeklinde gerçekleşir. A ülkesindeki ürün sepetinin, B ülkesindeki ürün sepetine oranlanması neticesinde alım gücü değerine ulaşılmış olunur.
Dünya ülkeleri arasında satın alma gücü 2021 yılı göstergelerine göre ülkemiz Endonezya ve Brezilya gibi ülkelerin gerisinde kalmıştır. Satın alma gücü yüksek olan ülkelerin ilk üç sıralamasında Çin, ABD ve Avrupa Birliği bulunmaktadır.
Alım gücü hem bireyleri hem de toplumları yakından ilgilendiren bir konudur. Alım gücünün düşmesi, ekonomik göstergeler hakkında bilgi verir. Bu nedenle alım gücünün düşük olması gerek bireyler gerekse toplumlar açısından olumsuz ve doğrudan yaşamı etkileyen bir durumdur.
Ülke yöneticileri ve ekonomi ile ilgili kamu kurumlarının başındaki yetkililer, sık sık enflasyon ve döviz kurlarının geçici olduğunu, bunların kısa bir süre sonra dengeye geleceğini ifade ediyorlar. Hatta bizim bazı Avrupa ülkelerinden ekonomik olarak daha iyi olduğumuzu vurgulamaktalar. Ülkemizde döviz kurları ile enflasyon paralel olarak yürümektedir.
Ülkemizde 20 Aralık 2021 tarihinde uygulamaya konulan kur korumalı mevduat sistemi ile birlikte döviz kurları yaklaşık %40 oranında düştüğü halde hedeflenen değerde olmadığı kesindir. Çünkü politika faizlerinin düşürmeye başlandığı Eylül 2021 de dolar kuru 8,5 TL idi, bugün ise 18,15 TL civarındadır.
Sürekli olarak döviz kurlarının artması, enflasyonu olumsuz yönde etkilemektedir. En basit ifade ile ülkemizde yapılan üretimin %50 oranında hammadde ve yarı mamul girdileri ithal girdilerle sağlandığından maliyet fiyatlarına mutlaka yansıyacaktır.
Üretim için gerekli olan enerji maliyetleri de önemli ölçüde sanayi işletmelerini etkilemiştir ve üretim girdi maliyetleri fiyatlara yansıyacaktır. Temmuz ayında TÜİK tarafından açıklanan %79,6 TÜFE ve %144 ÜFE enflasyon oranlarından da anlaşılacağı üzere, üretim işletmeleri artan maliyet girdilerini satış fiyatlarına yansıtmamışlardır ancak hiçbir işletmenin kar etmeden faaliyetine devam edemeyeceği gerçeğini unutmamalıyız. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda yükselen üretim maliyetleri fiyatlara yansıyacaktır.
Ülke yöneticilerinin açıkladığı ve uygulamaya koyduğu üretim, istihdam, yatırım, ihracat odaklı büyüme modelinin başarıya ulaşması kalkınmamız için son derece önemlidir. Ancak öncelikle üretim işletmelerine verilen devlet destekleri tekrar kontrol edilerek arttırılması sağlanmalı ve ithal ikame ürünlerin yerli üretilmesi teşvik edilmelidir.
Ekonomi uzmanlarının görüş birliğiyle dile getirdiği öneri; vatandaşın satın alma gücünü yükseltmek için ise tedavüldeki paranın miktarını azaltmak ve para biriminin değer kazanmasını sağlamak gerekir. Bu sayede dolaylı yoldan da olsa alım gücü artar.
Alım gücünü artırmak için bireysel olarak yapılabilecek uygulamalar da mevcuttur. Bunlar paranın doğru bir şekilde yönetilmesini öğrenmek ve ek gelir kaynakları oluşturarak yıllık kazanç artış oranının en az yıllık enflasyon oranı kadar olduğuna emin olmaktan geçer.
Son analiz olarak şunu söylemek ve altını çizmek doğu olacaktır. Vatandaşımızı kamu kurumlarının açıkladığı resmi enflasyon verilerinden çok çarşıda, pazarda ve markette kazancına oranla alabildiği temel tüketim ihtiyaçlarının ne kadar oranına denk düştüğüdür.