Yirmi bir yıl önce onun dört yaşı vardı. Her şeyi - kırmızı elbisesi, sıcacık evleri, anne-babası, afacanlığı, istekleri hepsi o gecede kaldı. Sonra, annesinin tekme darbesi ile yere düştüğünü, kırmızı kaftanını paramparça ederek üzerine saldıran, onu "döven", acıdan, inciten, ayaklarını kan içinde bırakan o sakallı erkeği, herkesten güçlü sandığı babasının iniltisini de anımsamayacaktı. Öyle herşey o gecede kalacaktı. Büyümeyecekti o...
O zaman o, bilmiyordu ki, bayram ateşinden de başka bir ateş daha var: yakıtı insane olan ateş. O zaman o, bilmiyordu ki, henüz küçücük olan kardeşi o sakallı erkeğin elindeki tüfeğin süngüsünde göklere yükselecek ve ateşe atılacak. Ama bir gerçeği biliyordu. Biliyordu ki, kardeşi ateşe atıldıktan sonra annesinin memeleri daha gerekmeyecek. Bu yüzden onun canını yakan erkek annesinin göğüslerini de kesmişti ...
O onu da bilmiyordu ki, komşularına onu çok seven, başını sıvazlayan, ona sık sık şeker alan, oyuncaklar armagan eden babası, annesi, kendisinden başka on beş ve dokuz yaşındaki ablaları ondan daha fazla yaşayacaklar...
Hocalı'da kül olan evlerinde, çığlıkları göklere yükselen, göğsünde söndürülen sigara izmaritlerinin dağ - dağ ettiği annesinin vücudunda, henüz gençliğe adım atmadan tecavüze uğrayan ablasının feryadına, daha oyuncağı kucağındayken "kadın" olan küçük ablasının "baba, yardım et " hayqırışında, namusu – ırzı yerlebir olan kızlarının gözleri önünde lekelendiğini seyreden, ama asla ağlayamayan babasının gözyaşlarında "yaşayacak" ....
Bugün tüm dünya biliyor Hocalı faciasında yaşananları. Dünya biliyor ki, o gece büyük bir şehir kocaman bir ateşe dönüştü, o ateşte yananlarsa işte Azerilerdi. Dünya hem de biliyor ki, o geceden bugüne gelenler fiziksel işkencelerden kurtulsalar da manevi yaralardan acı çekecekler, sağalmayacaklar. Hatta yeniden yurtlarına geri dönmüş olsalar bile, bir düşmanın yerine on düşmanın kanı akıtılmış olsa bile, esirlikteki kız - gelinlerimiz geri dönseler bile yine de Hocalılıların yarası sağalmayacak. Onlar o geceyi unutamayacaklar. Birinin vücudunda, birinin namusunda, birinin ruhunda, birinin gözlerinde... o korkunç gece herzaman yaşayacak!...
Dünya bir gerçeği daha biliyor. Biliyor ki, Hocalı katliamı Rusların 366. motorlu alayının ve bazı Ermeni asıllı askerlerin eliyle gerçekleştirildi. Dünya onu da biliyor ki, burada ne sıradan Ermeni halkının, ne de Azerbaycan halkının eli kana bulaşmadı. Burada bir cinayetkar var yalnız - Siyaset!
Bunları dünya biliyor. Bense onu da biliyorum ki, benim düşmanım Ermeni değil! Ermeni Türk'e düşman olmak için çok küçüktür. Türk küçük olanla asla mücadele etmez, Türk küçük olana küçüklük haddini bildirir. Halkları birbirine düşman eden siyaset öyle bir iblisliktir ki, yıllar geçse bile, uygarlık pik noktasına ulaşmış olsa bile, yine de içindeki o iblis - siyaset yok olmayacak! Toprak uğruna, para uğruna üstünde basit halklar hep talanacak, kurban gidecek. Fakat çok farklı bir biçimde. Öyle bir farklılık ki, o fark Hocalı faciası gibi gecelerde bilinecek. O zaman belli olacak ki, Ordusu'nun gücüyle vahşete imza atan rusdan farklı olarak , insanlık adına leke olan, içinde daima iğrenç Ermeni kimliği yaşatan (Hocalı katliamı gecesinde olanlar - ihtiyarların , çocukların çeşitli işkencelerle katledilmesi, yaralıların diri diri yakılması, küçük kızçocuklarının, annelerin, genç kızların erkek akrabalarının gözleri önünde iğrenç şekilde tecavüz edilmesi olguları var...) Ermeni var... Fakat, bir gerçek de göz önündedir: hatta ermeninin bile annesi evladının kan dökmesine, kanının dökülmesine razı olmaz !
Bazen bana öyle geliyor ki, gün gelecek dünyadaki tüm anneler bir araya toplanacak, Türk, Ermeni, Rus, Alman, İngiliz... anneleri başlarındaki başörtülerini dünya erkeklerinin, siyasetin ayakları altına sererek yalvaracak, yalvaracak ki, yavrularımızın katline son verin! Dünyayı rahat bırakın! İçimizdeki evlat acısının yerinden sızan gözyaşlarımız kıymayın!
Belki de bu yakarış bir gün isyana dönüşecek . O isyana ki, erkekler de, siyaset de isyan karşısında kendilerini tutamayacak, yok olacak! İşte, o zaman öyle dünyanın kendisi de yok olacak ! ...
... Bir zamanlar 23 Şubat'ı bayram ederdik. Erkeklerimizi kutlar, Sovyet Ordusuyla gurur duyardık! Ama çoğu kimse bugünün özelliğini bilmese bile, yine de erkeklerin bayramı diye kocalarını, sevgililerini, kardeşlerini... bayramlarını kutluyorlar. Karşı çıkmıyorum tüm bunlara. Olsun! Bir zamanlar Rus ordusunda bizim oğullarımız savaşmadı mı?! Hatta II Dünya Savaşı sırasında Kafkasya'da en çok asker yollayan, savaşta kahramanlıklar gösteren, oğul kaybeden, maddi zarar gören biz değil miydik?!...
O geleneği bugün de sürdürmek niyetindeyim – erkeklerimizi tebrik etmek istiyorum. Onlara - erkeklere yüzümü tutuyorum (siyasetten iğrenerek): verin bana Karabağ`ımı! Bırakın kız - gelinlerin ırzını! Verin bebeklerin gülüşünü geri bana! Bırakın şehit mezarları üstünde saçları rüzgarın eliyle savrulan annelerin gözyaşlarını! Bırakın bebeği, kızı, karısı, annesi düşman ayaklarının altında, düşman erkeklerinin "kucağında", dizleri yerde, hayqırtıları içinde boğulan gelinlerin kocalarının gayretini! Geri verin İsmetimi, adımı ! Hocalımı verin bana! Verin!
Geri vere bilecek misiniz?..
Yirmi bir yıl önce onun dört yaşı vardı. Her şeyi - kırmızı elbisesi, sıcacık evleri, anne-babası, afacanlığı, istekleri hepsi o gecede kaldı. Sonra, annesinin tekme darbesi ile yere düştüğünü, kırmızı kaftanını paramparça ederek üzerine saldıran, onu "döven", acıdan, inciten, ayaklarını kan içinde bırakan o sakallı erkeği, herkesten güçlü sandığı babasının iniltisini de anımsamayacaktı. Öyle herşey o gecede kalacaktı.
Büyümeyecekti o...
26 Şubat - 2013
İrade Aytel