Üç yıl evvel YALANLA YAŞARKEN GERÇEK DÜNYADA başlıklı yazıda yalanseverliğimiz üzerine epeyce vuruş yapmıştık. Ne kimse üstüne alındı, ne yalancılıktan yakındı, ne de yalana yancılığını aksattı; sosyal geleneğimize asla halel gelmedi.
4 yıl kadar önce bizim Türkler'den bir gurup Japonya'ya gidiyor. Oradakilerle iletişim kurarken alışkanlık gereği burada olduğu gibi kendi haklarında biraz fazla sallıyorlar. Sonra da kendi aralarında birbirlerine şikâyette bulunuyorlar: “Bu Japonlar ne biçim adam? Ne desek inanıyorlar yav; adamlar yalan nedir bilmiyor.”
Çarşı-pazarda çokça eğleşen ve gözlem yapan bir Kara Abimizin diline pelesenk ettiği “Bir ben sahtekâr değilim” sözünü Temel’in ters yol fıkrasındaki "Ne biri? Ne biri? Hepsi!" düzleminde anlamadan bu toplumsal düzeni anlamak mümkün olmayacaktır. Yani içimizde günahsız biri yok ama ilk taşı atmaya da en günahkârlar en teşne.
Atilla Taş misillû "N’aberin lan yalancılar, sahtekârlar" desek hemen alınırlar amma velâkin “Ağbi, millet olmuş puşt”, “Bu devirde babana bile güvenmiceksin b’olum”, “Sakın kimseye iyilik yapma; kötü olursun. Deveye diken, insana bilmemne” diyen diyene.
Milliyet’ten Fazilet Şenol TÜRKLER'İN İKNA ETMEK İÇİN KULLANDIĞI 10 SÖZ’ü sıralamış yani yalanlarımızın en’lerini:
* Allah rızası için / Bak Allah'ın adını verdim
* Yalanım varsa şurdan şuraya gitmek nasip olmasın
* Allah, Kuran, nimet çarpsın ki / Getir Kuran'ın üstüne el basayım
* Ölümü gör / Ölümü öp
* İki gözüm önüme aksın
* Allah seni inandırsın
* Gözünün yağını yiyim
* Yemin et
* Gel bişey yapmıcam
* Sütümü helâl etmem
Piyasa bol, alış-verişe gelen yahut isteklisi ilâve etsin: - Bak abdestliyim şu anda - Bunu al sen bana dua edeceksin - Bizde söz senet abicim - Gelişine veriyorum, maksat işin görülsün - Valla billâ de - Bacımsın - Çoluk çocuğumun hayrını görmiyeyim ki - Abla tadına bak, alman önemli deyil - Kurtarmaz, kurtarsa dükkân senin - Ciddi söylüyorum bak - Yap bi güzellik - Yabancıya gitmesin - Zeki ama çalışmıyor - Harbi diyorum - Şerefsizim - Dosta gider ...
Böylece ne yapıyoruz; yalanda okeye dönüyoruz! Birbirimizi aldatmaktan bıkmıyor, usanmıyor ve ‘biz’ dediğimize dahil olanları kazıklamaktan haz alıyoruz. Türk’ün Türk’ten başka düşmanı mı varmış? Müslüman’ın Müslüman’dan başka rakibi mi varmış? İsterseniz bir kâğıt-kalem alın elinize, rakip yada düşman bildiklerinizi sıralayın; bakın bakalım, bir ecnebi yahut gayrimüslim çıkacak mı?
Yetişme ve yetiştirme tarzımız çıkar, yalan ve haksız kazanç, çalışmadan kazanmak üzerine. Arada bir âdetsel birlik, geleneksel dayanışma seanslarında vaziyet almak da günah çıkarma ritüelimiz. Bu kafa değişmezse kaderimiz nasıl değişecek?! Birilerini seçelim, o da bizim içimizden çıkmış olarak sihirli değnekle bizim gibileri değiştirsin hemi?!
Bakalım bakalım, çarpma cihazı olarak kullandığımız Kuran’a; toplumların değişmesi ve düzelmesi, esenliğe kavuşması hakkında acaba ne yazıyor? Askerinize ismini verdiğiniz Peygamber; yalanla imanın birarada bulunması/bulunmaması, münafıklığın alâmetleri, aldatanın konuşlanması/konuşlandırılmasıyla alâkalı acep neler diyor?
Derin düşünürler, bilgelik ve bilim insanları, sosyoloji ve psikoloji ilmi, tarihsel tecrübeler ve devlet deneyimimiz ne/neler anlatıyor olabilir; Temel’in ters yol örneğini mi?
Kendi seçtiklerinin tâcizine uğrayıp sonra yine bir seçimle veya sandıkla kurtulacağını ummak ve böyle bir kısır döngüden demokrasi dersi çıkarmak (!)
Evet, yazı biraz sert ve biraz karamsar gözükebilir. İsteyen, “Kader diyemezsin, sen kendin ettin” diyerek arabesk özete bağlayabilir; isteyen, şeytanı kendi iç dünyasının dışında zannedip ve hacıların sembolik (soyut) taşlamasını gerçek (somut) sanıp klavyeden dilediğini taşlayıp, dilediğini şeytanlaştırabilir. Her fırsatta ve hep birbirimize yaptığımız gibi...