Yaren’in Eğitici Özelliği

Zeynel KOZANOĞLU
Yaren kültürünün ne olduğunu biliyoruz. Bunu anlatmaya gerek yok elbet. Ancak bu kültürün, daha doğrusu bu kurum’un insan terbiyesi üzerindeki etkileri üzerinde durmak gerektiğinde neler söylenebilir, bunu denemeye çalışacağım. 
 
Tarihin derinliklerine doğru gözlerimizi çevirdiğimizde şöyle bir gerçekle karşı karşıya geliyoruz. İnsanoğlu toplumsal yaşama yöneldiğinde bu toplumu biçimlemeye ve bu toplumu oluşturan bireyleri biçimlendirmeye yarayan hiç bir güç yok elinde.. Güç de yok, buna benzer bir araç da yok.. Okul gibi, kurs gibi..  
 
Hal böyle olunca önce bireyler, daha sonra da toplumlar kendilerini oluşturacak ve varlıklarını korumaya yarayacak kurumları zaman içinde kurmaya başlamışlar. Söz gelimi mevsim değişiklikleri karşısında giyinmeyi ve ısınmayı bulmuşlar. Dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı silahlanmayı ve topluca savunmayı bulmuşlar. 
 
Hastalıklara karşı önlemleri bulmuşlar. Gök gürlemesine karşı çare düşünmüşler. Yangınlara sellere karşı.. derken bireyin toplum içinde uyumsuzluklar göstermesi halinde de buna karşı büyük ihtimalle eğitimi ve eğitime yönelik metotları bulmuş ve geliştirmişler. Bu arada eğlenceyi de bunun paralelinde geliştirmişler. 
 
İşte biraz eğlence unsuru ve pek çok da eğitim unsuru içeren Yaren kurumunu bu çerçevede değerlendirebileceğimizi sanıyorum. Bu ne demek oluyor? İnsanlar bir araya gelmişler ve kafa kafaya verip düşünmüşler… “Ne yaparsak eğlenebiliriz?” 
 
Büyük ve küçük başağasıyla, yarenleriyle ve her türlü diğer ayrıntılarıyla “Yaren Kültürü” oluşmuş. Köyün yetişkinleri böyle bu yolla eğlenirken kapılarını köyün diğer insanlarına ve çocuklara kapatmamışlar. İsteyene istediği zaman kapılar açık tutulmuş.  
 
Çocukluğumdan hatırlıyorum. Bizim köyün erkekleri bir kış yaren yedikleri odaya beni ve birkaç arkadaşımı da aldılar. Yemekte yarenlerle aynı sofraya oturtulduk. O gece yetişkin insanlar gibi ağırlanıp uğurlandık, ben henüz on iki yaşında bile değildim. 
 
İşte bu yaren’in insan eğitimine yönelik yanıdır ve sanıyorum, dar çerçeve içinde bir kesime yönelik bir özelliktir. Çünkü Anadolu’nun kimi yörelerinde bırakınız böyle çoluk çocuğun büyüklerle aynı sofraya oturtulmasını, yetişkin evlat bile çoğu kez baba ve dede ile aynı sofrada normal günlerde dahi yemeğe yanaşamıyor.  
 
Yaren yenildiği gece toplantının başlayışından bitişine kadar içeride olup bitenleri izleyen bir çocuk… Yaren yiyen babasının bu nedenle düzelen davranışlarına tanık olan delikanlı ve yaren erlerinin köy içinde ve toplum içinde birbirine karşı takındıkları düzgün tavrı gözlemleyen diğer kişiler kendilerini sürekli eğitim altında hissetmezler mi?  
 
Sofralarına oturduğum yaren’lerin o akşamından edindiğim ve altmış beş yıldır kılağıma küpe ettiğim bir “terbiye” yi aktarayım mı? İnsan kaç yaşında olursa olsun, biraz dikkatsiz davranırsa, biraz da fazlaca acıkmış ise ola ki, toplulukla yemeğe oturmuşken elinde olmadan gerektiğinden daha hızlı yiyebiliyor. 
 
Bu durum da elbette ki yadırganıyor. Hatta şakayla karışık olarak uyarılar bile gelebiliyor: “Kardaşım acelen ne, seni arkandan atlıyla kovalayan mı var?” filan gibi. Ne zaman düğünde, bayramda, kalabalık içinde sofraya otursam yarenlerin konuğu olduğum akşam aklıma gelir, kendi evimde olduğundan daha yavaş uzanırım yemeğe… 
 
“Ağır ol ki “Molla desinler..” sözü içinde yer alan Molla sözcüğü aslında “Efendi” anlamındadır. Çünkü geçmişte “Efendi” insanlar okumuşlar arasından çıkıyordu. Köylerde 
 
sofra alışkanlıkları, topluluk içinde söz söyleme alışkanlıkları, küçüklerin büyüklere karşı görevleri, büyüklerin küçüklere karşı tavırları… gibi ayrıntılar konusu yaren gecelerinde zaman zaman sergilenen oyunlarla gündeme getirilirdi. 
 
Bir örnek vermem gerekirse… 
 
Bir oyun vardır… Birisi ortaya elinde ceketiyle çıkar… “Benim bu ceketin içinden bakınca yıldızlar görünüyor...” der. Bir binanın alt katındadırlar. Üstlerinde bir kat daha vardır. Olacak şey değildir elbet. Olurdu, olmazdı derken... Oyunun bir parçası olan bir kişi atılır... “Hadi ispat et” der ve gelir kuzu kuzu orta yere sırt üstü yatar.  
 
Ceketin kolundan bakar ve haykırır: “Evet! Görüyorum. Yıldızlar!” 
 
Oyunun esprisini yakalayamamış biri kendini tutamaz. “Bir de ben bakayım” diyerek ortaya atılır. Gelir yere sırt üstü yatar. Ceketi üzerine verirler. Kolundan bakmaya çalıştığı sırada da koldan içeriye buz gibi bir bakraç suyu dökerler.  
 
Arkadaş neye uğradığını şaşırır. Gülenler güler. Ama bundan çıkacak ders şudur: 
 
 “Aptal olma! Her öne sürülene inanma! Kafanı çalıştır, yıldızlar nerede sen neredesin! Ve en önemlisi de böyle bir duruma düştüğünde kavga çıkarmayacak kadar olgun ol, herkes gülerken sen de gül ki, ortam şenlensin.. Bu şenlenmişliğin bir parçası olmak seni sevindirsin.. Ve en önemlisi de bu acı deneyim kulağına küpe olsun.”  
 
Zaman içinde toplumların ve toplumu oluşturan bireylerin eğitimi konusunda başka araçlar devreye girdi. Sözgelimi gençlerin kendisini örnek alabilecekleri kişiler ortaya çıktı. Okullar kuruldu. Belirli alanlarda toplum önderleri yetişti.  
 
Bütün bunlara karşın yaren kültürünün etkinliği sona ermedi. Çünkü, bu kültür toplumun kendi içinden doğmuş, toplumun dinamikleriyle hayat bulmuş ve toplum ile bütünleşmiş olmak niteliğini taşıyordu. Diğer kurumlar toplumun yapısıyla bire bir örtüşmüyordu. Çoğu zaman toplumun beklentilerine de ters düşüyordu.  
 
Örnek vermek gerekirse köye gelen okul insanın maymundan türediğini öğretmeye çalışıyordu. Köyde gerçekten örnek alınabilecek kişiler yetişmişti ama, buların zaman zaman toplumun yadırgadığı tavırları görülebiliyordu. Tutarsızlıkları gözlenebiliyordu.  
 
Yaren kültürü öyle değil… Bin yıl önce “Küfür etmeyeceksin” demişti, şimdi de bunu söylüyor. Bin yıl önce “Büyüğe saygı” demişti. Bugün de sözünden dönmüş değil. Bin yıl sonra da bu böyle devam edecek. Yeter ki, biz bu güzel kuruma sahip çıkalım.