Turgut Özal sonrası yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve merkezî yönetimle yerel yönetimler arasında demokratik bir ilişkinin tesis edilmesi için önemli değişiklikler yapıldı.
Yönetim geleneğini Osmanlı Devleti’nden alan Türkiye’de geleneksel olarak güçlü ve örgütlü bir merkezi yönetim vardı. Yerel yönetimlerin ise idari sisteme entegre olmaya çalıştığı görülmekte idi. Özal bu yapının değişmesini savunuyordu.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, devletin idaresini elinde bulunduranların, yerel yönetimleri de kontrol altına alınması gereken bir parça olarak görmemesi gerekiyordu.
Bir başka ifadeyle, üniter yapının bir gereği olan ve “idarenin bütünlüğü ilkesi” doğrultusunda benimsenen idarî vesayetin uygulamada “siyasî ve malî” vesayete dönüştürülmemesi gerektiği söyleniyordu.
1980’lerden öncesi ile alakalı eleştirilen bir başka husus da belediyelerin merkezin taşra örgütleriymişçesine yönetilmiş olmasıydı. Belediyelerin idari vesayet altındaki bu haline ilaveten, zaman zaman bazı belediyelerin yönetimini mülkî idare amirleri üstlenebiliyordu.
* * *
Turgut Özal bir yandan liberal ekonomi ve idare tarzı olarak Batılı değerleri benimseyen ve fakat içinde şark kurnazlığını atamamış pragmatist bir siyasetçi idi.
Türkiye’yi Batı ekonomileri ve siyasi kurumlarıyla entegre etmek istiyordu. Bu sebeple inandığı Batılı değerlere göre şekillendirmeye çalıştığı bir devlet yapısını inşa ediyordu.
Ancak yetiştiği şark kültürünün egosuna yüklediği alışkanlıklardan kurtulamamıştı. Seçim kazanma ve gücünü artırma kaygısıyla kendi inşa ettiği modern devlet yapısını bozmaya çalışıyordu.
Batılı değerler serbest seçimlerle gelen merkezi iktidarın yerel yönetimler üzerindeki vesayet gücünü kısıtlamayı öngörüyordu.
Fakat Özal seçim kazanmayı bu değerlerin üstünde tutan bir siyasetçi idi. Seçim tarihlerini en çok oy alma imkânı olan tarihlere kaydırır, her seçim öncesi seçim kanununda yaptığı değişikliklerle daha az oyla daha çok milletvekili kazanmaya çalışırdı.
O kadar özgüvenli idi ki, rahatlıkla, “Ben seçimden önce zam yapacak kadar enayi miyim?” diyebiliyordu. Bu sözüyle milleti enayi yerine koysa da çok fazla zararını görmemişti.
Yerel seçimler öncesi merkezi yönetimle (iktidarla) farklı partiden seçilen belediye başkanlarının hükümetten destek alamayacağını, bu yüzden iktidarda olan partisi ANAP’ın yerel adaylarına oy verilmesi gerektiğini söyleyebiliyordu.
Siyasi etik kurallarına da aykırı olan bu davranışın Özal’ın Müslüman kimliği ile bağdaşmadığını kendisine oy ve destek verenlerden hiç söyleyen olmuyordu.
Oysaki Batılı değerler, hangi partiden seçilirse seçilsin, belediyelerin yasaların öngördüğü şekilde bütçeden adil pay almasını gerektiriyordu. Yine batılı değerlere göre halka bilerek yalan söylemek ve dürüst olmamak bir siyasetçi için en büyük kusurdu.
* * *
HELALLEŞMEK
Partili Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan 6 Şubat depremlerinin yıldönümünde Hataylılara hitap ederken yerel seçimler için propaganda yaptı. Seçmen oylarını etkileyeceğini düşünmüş olmalı ki şu cümleyi kurdu:
“Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı.”
Bu “Hatay CHP’li Belediye Başkanı yönetiminde idi. Bu yüzden yardım etmedik” itirafı değil midir?
Hatay depremin vurduğu iller arasında en büyük hasarı gören ilimizdi. Erdoğan/ Merkezi yönetim 2 bin konutun yıkıldığı Kilis’le 215 bin konutun yıkıldığı Hatay’ı aynı kefeye koymuş.
Görülüyor ki, bu adaletsiz ve insafsız uygulama bilerek, kasten ve partizanca düşünce ile yapılmış.
Hatay’ın merkezi hükümetten gerekli hizmeti ve yardımı hak ettiği ölçüde alamadığı yetmezmiş gibi buraya yardım etmeye çalışan CHP’li belediyelerin yardımları da engellenmiş.
* * *
AKP’nin 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde en büyük hedefinin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini yeniden kazanmak olduğu malum.
İktidar, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun Ankara’da Mansur Yavaş’ın ürettiği projeleri ve buldukları kredileri onaylanmaması veya geç onaylaması suretiyle başarısız gösterme çabası içinde. Belediye meclislerindeki çoğunluklarını hizmeti aksatmaya varan engelleme aracı olarak kullanması kabul edilebilir şeyler değil.
Bu engellemeler uygulamada idarî vesayetin “siyasî ve malî” vesayete dönüştürülmesi değilse nedir?
Hak ettikleri hizmeti alması engellenen vatandaşlarla nasıl helalleşebilirsiniz?
* * *
Ak Parti tüzüğünde bulunan şu cümleler unutulmuş olmalı:
“AK Parti içte ve dışta güçlü duruşun adaletle mümkün olacağına inanır… “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”ilkesini, siyasetinin merkezi olarak görür. Milletin tüm fertleri, hiç bir ayrım gözetilmeksizin ülkemizin birinci sınıf vatandaşlarıdır.”
Erdoğan ve AKP, başlangıçta, devleti Batılı değerler çerçevesinde modernleştirmeyi vaat ediyordu. Bu konuda iktidarlarının ilk on yılında belli adımlar da atılmıştı.
Ancak, tıpkı Özal gibi, Erdoğan da çok pragmatist bir siyasetçi. Onun için de seçim kazanmak söz konusu olunca batılı veya İslami değerlerden uzaklaşmak sorun olmuyor.
Rakipleri hazır olmadan baskın seçimler yapmak, seçim propagandalarında devletin bütün güç ve kaynaklarını kullanmak, seçim öncesi gerekli zamları seçimden sonra yağdırmak, önceki sözlerinin tam tersini uygulamaktan çekinmemek… O kadar kanıksandı ki, bunlar hiç eleştirilmiyor bile.
* * *
Siyasetçi kitabına uydurup yasaları uygulamayabilir, hatta gücü yetiyorsa Anayasaya bile uymayabilir. Yargıyı, medyayı, STK’ları, sermayeyi kontrol altına alabilir. Bunlarla seçimler kazanabilir.
Ama Erdoğan’ın “bizimle yol arkadaşlığı yapan ablamızdı” dediği merhum Alev Alatlı’nın, Külliye’de söylediği, şu sözünü hatırlarından çıkarmasınlar:
"Aslolan helalleşmek olmalıdır. Helalleşmek mahkemede dava kazanmaktan (ve seçim kazanmaktan… RS) daha üstün olmalıdır. Çünkü her yasal olan hak helal değildir ve olamaz."
Biz helal olmadığı gibi yasal olmadığını bildiğimiz iş ve eylemler hakkında da suskunuz. Yasal kılıfına uydurularak elde edilen ve de helal olmayan “başarılar” her şeyi örtebilir sanılmasın. “Milletim beni affetsin” demek bir helalleşme sayılmasın.
Asrın felaketini yaşayan ve sırf partizanlık sebebiyle, hak ettikleri hizmet ve yardımdan, mahrum edilenHataylılardan helallik almak mümkün mü?