Yetmişli yıllarda komünizm modasıyla boğuşurken komünistler için “Kızıl” takısını ekleyerek “Kızıl komünist” derdik. Komünizmin dünya görüşünden çok komünistlerin uyguladıkları vahşet, zulüm ve döktükleri kan kendilerine bu takının eklenmesinin sebebi olmuştu.
Dünyaya eşitlik üzerinden adalet getireceklerini dillerinden düşürmezler, ama kendilerinden olmayanı yaftalamaktan da geri durmazlardı. Bu tavır sadece bir düşünce tavrı değil siyasi kin içeren bir tavırdı. Bu sebeple 'kızıl komünist' söylemi tutmuştu. Sözüm ona milliyetçiliği çağdışı görürler ama etnik milliyetçiliği hak görerek bölücülükten dem vururlardı. Bir yandan “Bağımsız Türkiye” derken bir yandan da Sovyet Rusya’ya bağımlılığın reklamını yapmaktan çekinmezlerdi. (Bu arada bazı sosyalistlerin bu çerçevede değerlendirilemeyeceğini, bunların uzantılarının daha sonra “ulusalcı” olarak karşımızı çıktıklarını biliyoruz. Nitelememiz onlar için değildir.)
Yine o yıllarda bir başka grup daha vardı ki, bu grup aynı komünistler gibi adil düzenden bahsederler, ama kendilerinden olmayanı yaftalamaktan da geri durmazlardı. Aynı komünistler gibi milliyetçiliğe düşman kesilirler, aynı komünistler gibi milletten değil halklardan bahsederlerdi. Aralarında mazruf açısından pek bir fark göremediğimiz için zarfın rengini değiştirerek kendilerine “yeşil komünist” demeyi uygun gördük. Aynen karpuz gibi dışı yeşil içi kızıl: “yeşil komünist”.
Ancak karpuz meyvesine haksızlık etmişiz, zira karpuzun içini açılıp tüketildiğinde yaz günü insana serinlik verirdi. Ya bizim yeşil komünistler? Yıllar sonra içleri açıldı ve bir baktık ki, bırakın ferahlık vermeyi içlerindeki kini, düşmanlığı, ötekileştirmeyi, haksızlığı, zulmü karşımıza çıkarıverdiler.
İmdi düşünüyoruz da evet bunlar komünistler gibi söylediklerinin tersini icra ederlermiş ama bu karpuz hakkında tam anlamı ile doğru teşhis koyulmamış. Zira komünistler kapitalizmin ve sömürünün karşısında durarak sınıfsız bir toplum meydana getireceklerini söylüyorlar, sermayeyi burjuva sınıfının elinden alıp işçilere vereceklerini iddia ediyorlardı. Nihayetinde komünist parti üyelerinden yeni bir sınıf oluşturdular ama kapitalizme eklenmediler. Başka bir zulüm düzeni kurdular.
Bizim yeşil komünist dediklerimiz ise “adil düzen” söyleminde gömlek değiştirerek, bir anda kapitalizmin kuyruğuna takılıverdiler. O kadar ki, kapitalizmin sömürü düzeninin bile ilerisinde bir sömürü düzeni oluşturdular.
Nihayetinde kapitalizm evrildi ve sosyal devlet ilkesini kabul etti, sendikal hakları kabul etti, refahı yaymayı denedi. Hatta ilk kapitalizm döneminde dahi işçilerin mücadele edecekleri bir zemin vardı.
Bizdeki yeni kapitalistler ise işçilerin ve memurların o hak mücadelesi zeminini bile parselledi. İşin vehametini anlamak için bazı sorular soralım.
Haksızlık karşısında ses çıkaranları ne kadar görüyoruz? Taşeron işçiler ve geri alınan kazanılmış haklar için meydanları dolduran sendikaları ne kadar görüyoruz? Otuz yıldır maaşından sağlık sigortası kesilen, buna rağmen her hastaneye gidişinde üzerine ayrıca ödeme yazılıp eczanede ilaç almak için o ödemeyi yapmak zorunda kalan memurun isyan ettiğini ne kadar görüyoruz? Burada sosyal devlet var mı?
Toplumumuzun adalete inancının kalmadığını baro başkanları, emekli Anayasa Mahkemesi başkanları haykırıyor. Ya adalet?
Bu şartlar altında yeşil komünist nitelemesini kaldırıyoruz. Çünkü bu karpuz çatlamış ve içinden vahşi mi vahşi kapitalizm çıkmıştır. Hatta o kadar ki, ilk kapitalizmin eksik ayakları vardı. İnsanlar kutsal değerler ile kapitalizme isyan edebilirler*, kendi mücadeleleri ile makbul değerler oluşturabilirlerdi. Ancak şimdi, insanların elinden bu imkan dahi alınmıştır. Çünkü topluma karpuzun yeşil kısmı yani dini değerler gösterilip kapitalizm yedirilmekte ve sindirilmektedir. Bu kapitalizm kendisine rakip olacak hak arayışını bile manda derisine geçirmiştir.
Din adına söylem üreten, din istismarı yapan, dini sahiplenen ama dinin özü ile ilgili olmayan hatta dinin yasak ettiği her haltı dini söylem kullanarak işleyen, dini giysiler ve dini sözcükler kullanarak kendilerinin refahını ve üstünlüğünü sağlayan yeni bir sınıf oluşturulmuştur. Hatta bunlar zamanla bütün zenginlikleri kendilerine nakledip üst tabakanın tamamını kendilerinden oluşturma derdindedirler.
İmdi bu şartlar altında artık kendilerine “yeşil komünist” değil “yeşil kapitalist” demeyi daha uygun görüyoruz.(*)
Bu şartlar altında yeni bir aydınlanma felsefesine ihtiyacımız olduğu açıktır. Bu aydınlanma milleti bilinçlendirmeyi hedef edinmeli ısrarcı, inatçı, cesur, sabırlı ve hoşgörülü olmalıdır. İşte o zaman sahte ümmetçilerin ülkemizi getirdiği ekonomik krizin asıl sebebinin yandaşları zengin etmeye dayalı vahşi bir yeşil kapitalizm olduğunu belki bir nebze anlatabiliriz.
*Bu yeni kapitalizm o kadar insafsız ve istismarcıdır ki, örneğin; Latin Amerika’da kutsal değerlere sığınılarak ortaya çıkan bir “Haçlı Marksizmi”nin örneğini bu coğrafya da göremeyiz. Bu konuyu başka bir makalemizde işleyeceğiz.