Yaş kemale ermiş olanlar hatırlar, zihinlerde kalıcı ve etkileyici bir reklam repliği vardı: "Her genç kızın rüyası, Zetina dikiş makinesi"... Bunu mektep medrese alemine taşırsak, "her lise diploması sahibinin rüyası, bir üniversite kapısı..."
Her ne kadar şimdilerde her köşe başında simit sarayı ya da kebapçı dükkanı gibi üniversite varsa da, benim öğrencilik yıllarımda durum böyle değildi ve iyi ki de öyle değildi; sayı olarak da seviye olarak da... Cumhuriyet'in en eski üç ayrı üniversitesinde, bir kısmı 12 Eylül öncesi olmak üzere 10 yıllık bir "öğrencilik tecrübem" oldu... Bu satırlara bahse konu vaka, bu üniversitelerden ikincisine "intikal" ederken duhul işlemlerine ait gerçek bir hayat hikayesi...
Şekil "b"deki fakülteye kayıt için, kulakları çınlasın Sarı Sebahattin ile Angara'dan yollara düşüp "payitaht"a vardık; ve İstanbul Edebiyat Fakültesi nam okulu bulduk, kayıt işlemlerinin yapıldığı öğrenci işleri bürosuna vasıl olduk... Kayıt için bütün belgelerim hazır olduğu halde Şengen vizesini aratmayan bir sürü "engelden" sonra nihayet işlemlerimi yapmışlardı, o anda kendimi bir Çanakkale cephesinden çıkmış kadar yorgun hissetmiştim... Sanırım öyle davranmasının sebebi, o andaki şekil şemalimin hali idi... Bir fikir vermek için yardımcı olayım: "Şekil a"daki resim, kayıt sırasındaki halimle mukayese edince birinci sınıf bir balo kıyafeti ve görüntüsü niteliğindedir... Yolda bir polis arama taraması olsa, malum tutumlar nedeniyle doğrudan "seni şöyle alalım" durumları...
Ama asıl "enteresanlık" bundan sonra olmuştu. Kayıt olduğum kürsünün kontenjanı 50 kişi idi ve bölümün de en yüksek puanla öğrenci alan kürsüsü idi, o anda kaçıncı sırada kazandığımı merak ederek işlemi yapan bayan memura sıramı öğrenebilir miyim diye sordum. O hiç ses çıkarmadan, sanki ben yokmuşum gibi eline cetveli aldı ve herhalde "tipime bakıp", benim sınavda bir iş kazası olduğumu düşünmüş olmalı ki cetveli 50 kişilik listenin sonuna koydu; benim bankodan listeyi okuma şansım yoktu. İsmimi bulmak için yukarı doğru kaydırmaya başladı, lakin cetveli listenin herhangi bir sırasında durdurup şu sırada kazanmışsın diye bir kelam etmiyordu. Sürgün edilen bir memura sormuşlar: "yeni adres nere hemşerim?" Cevap: "Hakkari, ondan ötesi yok gari..." Cetvel nihayet en üst sıraya gelince durdu bari... "Meğer" kürsüyü birinci olarak kazanmışım... Bunun üzerine ikinci ve sonuncu sıradaki arkadaşların puanını sordum, bu kez memurların klasik "küçük dağları ben yarattım" havasına girmeden cevap verdi, ikinci sıradaki, şimdi prof. olan arkadaşa 8 tam puan, son sıradaki arkadaşa ise 38 tam puan fark atmışım.
Önyargı kötü, peşin hüküm ise daha kötüdür. İşin iyi tarafı ise, kayıt öncesi Ağrı dağından Çukurova'ya bakan havalarını, mezun oluncaya kadar, öğrenci işlerine işim düştüğü zaman bir daha takınmadan yardımcı olmuştu.
Ben de o bayan memura bundan sonraki hayatı için esenlik ve afiyetler diliyorum.