Yüzen gezen beyinler...

Zeynel KOZANOĞLU

Yüzen gezen beyinler...

Kararsız seçmenler için söylenen bir söz var, yüzen gezen oylar... Zaman zaman “Cumhuriyetin temel unsurlarına bağlılık konusunda da yüzen gezen beyinler mi var acaba?” diye beni kuşkuya düşüren örnekler öne geliyor.

İnanıyorum ki, bunlardan bir kısmı lafın nereye gideceğini hesap edemeden dile getirilmiş olaylardır. Böylelerinde kasıt aramayacak olsak da, akıllarını niye doğru kullanmazlar, diye yine de hayıflanırız, üzüntü duyarız.

Kimi okumuş yazmışlarımız, Türkiye’nin koca koca bloklara bölündüğünü henüz algılayamadılar. Türkiye’de hangi koltuklarda hangi kafaların yer tuttuğunu görebilmekten uzaklar. İzmir gibi bir şehirde “Fareler ve insanlar” adlı dünya eserinde edebe aykırı pasajlar bulabilecek kafalar bulunduğuna kim inanır?

Ve özürleri kabahatlerinden büyük. “Biz kitabı yasaklamadık, toplatmadık” diyorlar. Bir öğrenci velisi başvurmuş, kitabı inceletmişler. Ve rapor düzenleyip bakanlığa sunmuşlar. Şimdi bu savlarında samimi iseler benim de bir başvurum var.

Elime bir şiir geçti... Bu şiirde ben ırkçılık kokusu sezdim. “benim ırkım asla çökertilemeyecek” anlamında sözler içeriyor. Bütün okul kitaplarının da başına bu şiiri koymuşlar. Şair asıl niyetini gizlemek için bayrağa sesleniyor gibi bir dil kullanmış.

Hadi, inceletin durumu ve tutun raporunuzu.

Lafı dağıttım gibi oldu ama, gerçek şu... Bizim göz bebeğimiz olan kurumlarımız var. O kurumlar olmazsa biz de olmayız. Bu kurumlara yönelik laf ederken, yazı yazarken, örnek verirken özenli olmak zorundayız.

TV’de başarılı bir çocuk şaklabalık ederek insanları güldürüyor. Milyonlarca konu varken, diline milli bayramları dolamışsa hadi bunda kasıt aramayalım. Ama aynı zamanda diyelim ki, din alanından da akla yatmayan bir uygulamayı alaya almaya cesareti olabilir mi? Fincancı katırlarını ürkütmemek için örnek vermiyorum.

“Pire için yorgan yakmak” diye biçimlenmiş bir söylem var. Diyelim ki, bir öğretmen fareden korkmaktadır. Bu olay anlatılmaya çalışılırken bütün öğretmenlerin fareden korktuğu anlamı çıkarılabilecek bir dil kullanmaktan kaçınılmalıdır, derim.

Televizyonda biri konuşuyor. Eski subaymış, şimdilerde gazeteciymiş. İsmail Hakkı Karadayı’nın evine gönderilmesi karşısında neredeyse ağladı ağlayacak... Hani seksen doksan yaşında adamların cezaevlerinde inletilmesinden zevk alan yarasalar ülkeyi bastı. Ve kendisi söylüyor. Askeri okulda öğretmen olan bayan subay, askerlikle filan da asla ilgisi yok iken “Balyoz” dan 14 yıl hapse çarptırılmış.

Böylece bize fazla laf kalmıyor. Ne demiş şair. “Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler” miş. Allah vicdan versin, insaf versin. Başka bir şey denilemez.