Her şeye uzaktan bakarak değerlendirme yapmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Salgın süreci herkeste ekonomik, psikolojik ve ilişkiler alanında hasarlar bıraktı. Daha önemlisi yaşadığımız sistemi, zamanı, mekânı, ilişki ağlarımızı ve önceliklerimizi sorgulamaya başladık.
Küresel kapitalizm komünizmin sırtını yere getirdikten sonra rakipsiz kaldı ve obezleşti. Çin ve Hindistan başta olmak üzere zehirli ideolojisini ülkelere zerk etmeye başladı. Francis Fukuyama gibi modern çağ düşünürlerine “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabını yazdırdı. Küresel kapitalizm ve Liberalizm onlara göre ulaşılacak son noktaydı ve insanlık bu noktaya varmıştı.
Tüm kavram ve uygulamaları teker teker açarak yürümeye başlayalım.
Salgın haberinin bir gün öncesini aklınıza getirin. Fiyakalı plazalarda çalışabilmek için özel lise ve üniversitelere her yıl on binlerce lira paralar ödeniyordu. Klimalı servis araçları bizi sabahın köründe evimize yakın bir yerden alıp plazamıza ulaştırıyor, akşam posamız çıkınca aynı araca binip eve yakın bir yerde iniyorduk. Bu rutin bize aynı zamanda “güvenlik duygusu” veriyordu. Haftanın beş ya da altı günü yinelenen bu süreç bize “her şeyin yolunda gittiğini” hissettiriyordu.
Salgınla birlikte ortaya çıkan yasaklar bize plazaların aslında bir halta yaramadığını öğretti. Klima hastalığı yaymaya yarıyor, servis araçları mikrobun yayılmasına yardımcı oluyordu. Evde kalarak çalışanlar görevlerini yerine getirdiler. Elbette sahada yapılması gereken işler var. Bu noktada sizi bir hesap yapmaya davet ediyorum.
Bir plazanın maliyetini, orada çalışan her bir kadın ve erkeğin sırf orada “prezentabl” görünmek için harcadığı giyim, ayakkabı, kozmetik, kuaför ve diğer ihtiyaçlarını ülke başına on binlerce kişi üzerinden hesaplayın. Servis araç maliyetleri yeme içme ve yan hizmetleri de ekleyin…
Hesaplayamadınız değil mi? Rakamlar akıl ötesi.
Mekân dediğimiz şey çok da şart değilmiş. Esnek çalışma düzeniyle birlikte “plazaların zarif kadın ve erkek çalışanları” evlerinden işlerine devam ettiler. Digitürk, internet vs. için telefon açtığımda saat kaç olursa olsun onları karşımda buldum. Eminim ki üzerlerinde şık kıyafetler, takma kirpikler, havalı saçlar ve baş döndürücü pahalı parfümleri yoktu. Pijamalarıyla, pofuduk terlikleriyle müşterilerinin sorunlarını çözmeye çalışıyorlardı.
Zaman deyince…
Zaman dediğiniz şey tarım toplumları döneminde icat edilmiş, güneşin doğuşu ve batışını belirlemeye yaramıştır. Saat denen daha ayrıntılı alet Sanayi Devrimi ile değer kazanır. İşe gelip gitme ritüeli için kullanılır. Sanayi Devrimi İngiltere’de başladığı için saat hakkında sıfır noktası İngiltere’deki Greenwich kabul edilir.
Salgınla birlikte eve tıkıldığımız ilk günleri hatırlayın. Hangi saatte, hangi günde olduğumuzun çoğumuz farkında bile değildik. Özellikle 65 yaş üstü, benim gibi tansiyon ve diyabet sorunu olanlar.
Tüketim alışkanlıklarımız..
Bu yazıyı yazmama vesile olan değerli dostum Gökhan Tuna “Abi markete gidince bırak makarnayı pirinci kabartma tozu dahi bulamadım.” dedi telefonda. Marketlerde ilk günlerde yaşanan felaket dün gibi aklımda. İnsanlar kavga ettiler.
Sadece insanlar kavga etmediler. Aynı ittifaklarda bulunan ülkeler birbirlerinin maske ve solunum cihazı kargolarına el koydular.
Bu arada ortalıkta insan olmadığı için denizler yunus doldu. 21 yıl sonra bir caretta Mersin kıyısına yumurta bırakmaya geldi.
Bazı şeyleri öngörmek için bilge falan olmaya gerek yok.
İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı için hazırladığım raporda yaklaşık bir ay önce Amerika ve Avrupa’da toplumsal hareketlerin başlayacağını söylemiştim. George Floyd olayıyla başladı. Oysa Irkçılık Floyd’dan önce de çok can almıştı. Floyd isyanın bahanesi oldu.
İddialı öngörüm; Amerika ve Avrupa’da direniş liderleri, figürler ortaya çıkacaklar. Ve bu direniş bir yanıyla, bir nedenle ülkemize de sıçrayabilecek.
Burada değerli hocamız sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Narlı’yı anmak gerekiyor. Kendisi “21. Yüzyılda hiçbir şey öngörülemez halde” diyor. Yarınımız halen belli değil.
Gökhan kardeşimin köşe yazısı talebini dostu olarak yerine getirmiş oldum ama o benden bu konuyla bir de kitap yazmamı istiyor.
Neden olmasın?