Erkan abim deyince çok da aramızda yaş farkı olduğunu sanmayın sakın. Çok çok olsa bir iki yaş vardır. Zaten birini ağabey yerine koymanız için sizden yaşca büyük olması gerekmiyor işte. Onun kişiliğine, yaptıklarına saygı duymanız yeter...
Erkan'ın eşi Suzan da dünya tatlısı... Pollyanna gibi... İyimser, iyi kalpli... esprili... çok güzel ikramlar hazırlar... karı-koca birilerine yedirmek-içirmek ve yardım edebilmek için hep çırpınırlar...
Karıştı mı? En iyisi baştan anlatayım...
Erkan Barlas bundan yirmi yıl öncesinden, yani taa bankacılık günlerimden arkadaşım. İzmir'in Mimarkemalettin caddesinde konfeksiyon mağazası vardı. Önceleri çalıştığım banka şubemizde müşterimizdi. Ben de ondan sık sık alışveriş yapardım. Derken ailece tanıştık. Onların da Mordoğan'da yazlık evleri var ve ne şanslıyız ki bize yakınlar. Şimdi emeklilik yaşıyor...
Bu arada hayvansever ve doğaseverler. Çok da iyi bateri çalar. Zamanında İzmir'in iyi orkestralarındanmış... epey yerde çalmışlar. Hâlâ talep olursa çalıyor...
Geçen hafta ikinci mesleği babası gibi bateristlik olan yakışıklı oğulları Berkay ile tatlı-güzel gelinleri Seda'nın düğünü oldu. Biz de gittik. Her şey çok güzeldi... Bir ömür boyu mutlu olsunlar...
Kışları bir araya pek gelemesek de yazları birlikteyiz. Erkan'ın elinden her iş geliyor. Tam bir zihni sinir. Haa Zihni Sinir mi? Hani eski Gırgır dergisinde acayip icatlar yapan ve her soruna mutlaka abuk subuk da olsa çözümler bulan bir karikatür tiplemesi vardı. Pek de severdim, sürekli okurdum... Aynı onun gibi... yanıp sönen elektrik lambaları, sinek kovucular, makine tamiratları... ne ararsan var... Mahalledeki çocukların bisiklet tamirci amcası. Bisikleti bozulan, lastiği patlayan soluğu onlarda alıyor. Erkan çocuklara hiç kıyamıyor. Sofradan bile kalkıyor onlar için. Yalnız konukları olduğunda yardım isterlerse öfkeleniyor. “Misafir görürseniz seslenmeyin bana” diyor. Ama dinleyen kim? Çocuk işte “Erkan amcaaaa” deyince gene dayanamıyor... Karşılıksız... beklentisiz yardıma koşuyor...
Dün onlara kahveye gittim. İzmir'den yakın dostları Hülya-Bülent Kabaran çifti de oradaydı. Sözümüz sohbetimiz uydu. Keyifle bir sohbet... bir sohbet... derken eve dönme vaktim geldi. Üç tekerlekli elektrikli motorum şirineme bindim, evime yollandım. Evime 200 m. kala “pat” motor durmaz mı? Kaldım mı yolun ortasında!.. Elektrik gelmiyor... kilitlendi... Çabaladım...I-ııh... inat eşek gibi tekerini diretti... gitmiyor... Baktım benim çapım değil çözüm bulmak. Eşim Hikmet İzmir'de... Hemen Zihni sinir Erkan abimi aradım. Allah razı olsun hızır gibi yetişti... Öyle mi?.. Böyle mi?.. Sağına baktı... soluna baktı... yere yatıp altına baktı... Güneş altında ter içinde o uğraştıkça ben üzüldüm... suçluluk duydum...
Hikmeti'i aradım telefonla. Konuştular. Hikmet bazı şeyler tarif etti. Derken kilitlenmesine çözüm buldu ve boşa atmış gibi ittire ittire eve getirdik. Bahçeye soktuk. E burası gölge. Önce buz gibi artezyen suyunda elini yüzünü yıkadı... soluklandı... Ben de ona bir soğuk maden suyu açtım, getirdim. İçti... Kendine geldi... Yeniden baktı... “Hah buldum. Kablo çıkmış” dedi. Yerine taktı... Kontağı çevirdik... çalıştı... O çalıştı dünyalar benim oldu. Sevindim. Çünkü motor benim elim ayağım, özgürlüğüm... Her işime onunla gidiyorum... Denize de...
Allah razı olsun diye dualar ettim Erkan'a... Terini elinin tersi ile silerken
“Burada artık pek çok hanım bu motordan aldı. Senin sayende motor hakkında bilgi sahibi oldum. Yarın onların yardıma ihtiyacı olursa zorluk çekmem...” dedi.
Yorgunluğu, sıcakta kan-ter içinde kalışı hiç aklına gelmemişti. Aklına tek gelen zorda kalan başkalarına yardım edebileceği sevinci idi...
İşte insanlık... işte dostluk... İyi ki varsın Erkan abim...
Hülya Sezgin / hulyasezgin@hotmail.com
Not:Bu arada ikisi de fotoğraf çekmeye bayılıyorlar. Ancak hep birbirlerini çekiyorlar. Bir türlü birlikte resimlerini bulamadım. Bir araya gelince ilk işim onları yanyana çekmek olacak...