Zombi şirketler, finansal açıdan sıkıntıya düştüğü için kredi ve/veya kamu desteği ile ayakta kalmaya çalışan işletmeleri ifade ediyor. Bu tip şirketler sadece kendileri için risk üretseler, serbest ticaretin olağan sonuçlarından biri olarak normal karşılanabilir. Ancak durum böyle değildir.
Zombi şirketler, faaliyet gösterdikleri sektöre, ülke ekonomisine ve daha önemlisi iş ortağı durumundaki işletmelere de risk transfer ediyorlar.
IMF tarafından 16 Haziran’da "Yürüyen Ölülerin Yükselişi: Dünyadaki Zombi Şirketler" başlıklı bir makale yayımlandı. Makalede zombi şirketler açısından ülkeler değerlendirildi. IMF, borcunu ödeyecek kadar geliri olmayan ama destekle ayakta kalan zombi şirketleri analiz etti.
Türkiye, 2023 raporuna göre dünyada en yüksek zombi şirket oranına (% 13) sahip ülke olarak gösterildi. Türkiye’nin halka açık şirketlerinde ise oran % 8 olup, dünyada 21. sırada yer aldı. IMF raporuna göre düşük kâr veya zarar etmelerine rağmen yüksek kredi veya destek alabildiği için ayakta duran şirketler, aynı zamanda sağlıklı işleyen şirketler için de ciddi tehdit oluşturuyorlar. Bu durumun ekonomideki genel üretkenliği, yatırım ve istihdamı azaltabileceği vurgulanıyor. IMF raporu, şirketlerin zombi duruma düşmesinde sermaye eksikliğinin ve dövizli kredilerin önemli rol oynadığına dikkat çekiyor. İşte ülkemizin bu konuda başı çekmesinin ana nedenleri de böylece öne çıkmış oluyor. Peki bunu IMF raporundan mı görmemiz gerekiyordu ?
En az 15 yıldır bu köşeden dövizli kredilerin, hatta dövize endeksli kiraların sürdürülebilir olmadığını yazıyorum. İşletme sermayesinin sağlıklı nakit akışına yetecek seviyede tutulmasını ve amaç dışında kullanılmamasını sık sık tekrarlıyorum. Geliri TL olanın borcu veya gideri dolar, euro olursa bu dengenin asla kurulamayacağını da belirtiyorum.
Raporun ışık tuttuğu bir başka nokta; bankaların zombi şirketlere verdikleri kredileri sınırlamamaları durumunda, onların payına isabet edecek riskin de her zamankinden fazla olacağıdır. Dışardan destekle ve özellikle düşük faiz ortamında yaşam sürdüren bu tip şirketlerin kriz dönemlerinde ayakta kalması mümkün değildir. Hatta geçmişte kriz olmayan normal düzende bile kötü sonla tanışan onlarca şirket izledik. Ana para borcunu ödeyemeyen, varlıklarını satarak bile düze çıkamayan tanınmış perakende işletmeleri de çok gördük.
Bu coğrafyada “elin taşı ile elin kuşunu vurma” stratejisi çok sevilmektedir. İlk örneği inşaat sektöründen tanıyoruz. Kendi yetersiz öz sermayesine rağmen, arsa sahiplerinin desteği ile ‘kat karşılığı inşaat’a başlayıp; hafriyatı, kaba inşaatı üstlenene, asansör ve mutfak dolapları imalatçılarına daire vererek hesabı kapatmayı planlayan, beceremeyince de işi yarım bırakıp kaybolan müteahhitler kentsel dönüşüme çok büyük darbe vurdular. İkinci örneği perakende sektöründen vereyim. Tedarikçiden 120 gün vadeli alınan ürünü peşin satarak sonsuza kadar mutlu olacağını zanneden ama “evdeki hesap çarşıya uymayınca” batan şirketlerimiz de bu modelin kurbanlarıdır.
Şirket ismi vermemi isteyenler bağışlasınlar. Ancak halka açık şirketlerin kâr ve zarar tablolarından bu şirketleri öğrenmek çok kolaydır. Faaliyetlerinden elde ettikleri kârı finansal giderleriyle kaybeden şirketlerdir bunlar…
Yıllardır en çok nakit akışı üzerine yazılar yazmamın nedeni budur. İyi yönetilemeyen nakit akışı yüzünden bu gün de pamuk ipliğine bağlı olarak risk yaşayan yüzlerce şirket vardır. Kredisiz yaşamaları mümkün olmayan bu işletmelerin faiz oranlarındaki artışla beraber krediye ulaşmadaki zorlukları nefessiz kalmalarına sebep olacak; teşviklerin azalması veya sona ermesi ihtimali ise final sahnesini oluşturacaktır.
Sonuç olarak; zombi şirketlere, “kendi düşen ağlamaz” veya “kendi etti, kendi buldu” kolaycılığıyla bakılamaz. Zira IMF’nin duyurduğu bu birinciliğimiz ekonominin tümü için zararlıdır. Hakeden şirketlere kanalize edilmesi gereken kredilerin bu şekilde yama niyetine kullanılması hem bankaların riskini artırıyor hem de diğer şirketlerin verimliliğini olumsuz etkiliyor.
İşin kötüsü ; zombi şirketleri bu güne kadar ayakta tutan düşük faiz politikalarının artık devam edemeyeceği belli olmuştur. Her ne kadar sıkı para politikası tam olarak uygulanamasa da; verilen görüntü, uzun zamandır düşük seyreden faiz oranlarında tırmanışın sürecek olmasıdır. Dolayısıyla finansmana ulaşılsa bile maliyeti yüksek olacağından sıkıntı bağıra bağıra gelmektedir.
Kaldı ki; rasyonel bakışa geçmemize rağmen (öyle diyorlar) zombi şirketleri yaşatmaya çalışmak çelişki oluşturur. Batılı ekonomistlerin ise zaten “ülke ekonomisini zayıflattıkları için bunlardan kurtulmanın çaresi olarak yüksek faizi önerdiklerini” duyuyoruz. Bu şekilde verimsiz zombi şirketlerin ortadan kalkmasıyla oluşan boşluğu sağlıklı şirketlerin dolduracağı ve böylece önemli bir istihdam sorunu yaşanmayacağı belirtilmektedir.
Son yıllarda artan bize özel yeni bir tehlike daha var. Zora giren bazı zombi şirketlerin ‘halka arz’ı can simidi gibi görmeleridir. Son zamanlarda negatif reel faiz sebebiyle küçük yatırımcıların akın akın borsaya yöneldiklerini izliyoruz. Bu ‘döviz yerine borsa tercihi’ hükümetin de istediği bir şeydir.
Şirketler açısından da krediye erişimin zorlaşması halka arzı cazip hale getiriyor. Böylece hem ucuz hem kolay ulaşılabilir finansmana kavuşmak mümkün olabiliyor. Ortaya çıkan görüntü, borsada 1-2 hafta içinde şirket değerlerinin inanılmaz seviyelere çıktığıdır. Oysa her çıkışın bir inişi vardır ve masadan kazançlı kalkmak herkes için geçerli değildir. Finansal tablolara bakmadan şans oyunu gibi macera arayan küçük yatırımcının kaybetme ihtimali fazlayken, bilinçli büyük yatırımcının ve piyasayı manüpile edenin kazanma ihtimali daha fazladır.
Neticede zombi şirketlerin kendi iflaslarından çok tedarikçileri başta olmak üzere iş ortaklarına, sağlıklı rakiplerine, küçük yatırımcılara aktardıkları riskler ile mensubu oldukları sektöre ve hatta ekonominin bütününe az ya da çok zarar vermeleri kaçınılmazdır.