Sınıfta kalmayalım!
Eğitim sistemimizin sancılarından; birisi disiplin cezası, birisi kargaşa, diğer birisi sınıfta kalmak, bırakmak.
Öncelikle şunu belirterek başlamak istiyorum. Düşüncelerim ve eğitimdeki yaklaşımlarımda; hiç bir zaman birilerine yaranmak, başka birilerini kırmak, siyasi iktidarlar ile erkleri kişiselleştirmek söz konusu değildir ve olamaz.
Eğitim ile ilgili düşüncelerim; yaşanmış tecrübelerime eklenen eğitim bilimlerinin temel felsefesindeki bilimcilerin görüşleri, yıllardır izlediğim öğrencilerim, birlikte çalıştığım yüzlerce öğretmen, yönetici, bürokrat, veli ve eğitim personeli, çalıştığım projeler, uygulamalar, okuduğum dünya modelleri ile bizzat gezip gördüğüm ülkelerin eğitimdeki atılım modelleri.
Sayın Bakanımızın eğitim alanındaki fikirlerine ve çalışmalarına saygısızlık yapamam. Çoklu zekanın kuramcılarından olduğu gibi, saygı duyduğum ve tanıştığım bir hocamız. Şu anda MEB’de üst düzey yöneticilerimizin bir çoğu ile çalışmış veya tanışmışlığım vardır. Projelerde, değişimde, yeniliklerde, yeni modellerde ve eğitim alanındaki farklılık yaratan çalışmalarda ben ve benim gibi bir çok eğitimcinin olduğunu başta sayın Bakanım ve ekibinden bir çok kişi bilmektedir. Bunları niye mi yazıyorum?
Her yıl ortalama 1.5 milyon bireyin eğitim hayatına başladığını, 1.3 milyon öğrencinin liseden mezun olduğunu, 18 milyona yakın örgün eğitimden yararlananın olduğu ülkemizde 26 milyona yakın öğrenci aktif olarak okullara devam etmektedir. Komplekslerimizden arınıp,kendi varlığımızı beynimize yazarsak ulaşamayacağımız hedefler yok iken, hala "sınıfta bırakalım mı? Sınıfta mı kalacağız!" diyerek, gençliği germek, ergenleri ezmek, çocukları üzmek, velileri kaygılandırmak,dershanelerin iştahını kabartarak; klasik eğitim sistemlerini geri getirmek veya kafaları karıştırmak yerine çok keyifli, geleceğimizi olumlu etkileyecek ve 18 milyon örgün eğitim öğrencisi ile 36 milyon ebeveyni huzurlu edecek bir kaç lakırdı yapayım dedim. Hani belki birinin veya birilerinin gözüne görünür, yüzüne “lodos” havası estirir.
- Öğrenciyi 4'üncü sınıftan itibaren; veli, rehber, yönetici ve öğretmen komisyonlu yönlendirme programına alsak, ortaokula akademik başarı katılımı ile göndersek, ortaokuldaki kurul çocuğun yeteneklerini 4 yıllık gözlemleri ile değerlendirerek, ortaöğretime (lise) yönlendirse. Genel ve mesleki liselere devam edecek olan genç kardeşimiz, ailesi ve okuldaki paydaşlar çocuğun yeteneklerini farkederek, kabullense. Ergenlikten dolayı kendisini 9 ve 10'uncu sınıfta keşfedebileceği gibi, 7 ve 8'inci sınıfta akademik başarısı yüksek görülerek genel liseye giden gencin mesleki yeteneği ortaya çıkınca mesleki eğitime dönüşümleri sağlandığında,tüm bireyler haklarına razı olarak okullarına devam edeceklerdir. Bu arada devam zorunluluğunu yasalaştıracak yönetmelikler ile çocuğun okulda bulunmasını saplayarak, hem nitelikli genç yetiştirecek, hem de kocaman bir yılın manevi ve maddi kayıplarını farkedeceğiz. İlber Ortaylı hocamızın söylediği "Yahu kaldırın artık şu YKS, YGS bilmem ne denen saçmalıkları. Öğrenci lise puanına göre bir üniversiteye yerleştirilsin. Bir çok ülkede bu böyledir. Eğer dediğim gibi olur ise lise öğrencileri ilk 3 yıl okulu boşlayıp, son yıl üniversite kazanmak yerine 1'inci sınıftan itibaren derslerine, notlarına özen gösterecektir. Daha eğitimli ve başarılı bir nesil yetişecektir." ifadeleri, yukarıda yazdıklarımı çok net desteklemektedir.
Yönlendirme bilimsel bir tekniktir. Yönlendirme süreçlerine girecek olan çocuklar; Yöneticilerin, öğretmenlerin, velinin hakaretlerinden kurtulacak, sınıftan atılmayacak, hakaret işitmeyecek (bunlar tartışılır), evine biraz da olsa mutlu gidecek, okuluna çok mutlu gelmese de en azından gelmiş olacak. Örgün eğitimin açığı olur mu? Ergenler ve gençler birlikte büyümelidirler. Aksi takdirde, hayata atıldıklarında ciddi sorunlar ile karşılaşırız.
Lütfen, bu ülkenin çocuklarına; ahlaklı olmayı, değerlerimizi, kırmızı ışıkta durmayı,yaşlı, hasta,gazi, engelliye saygıyı, hayvanlara, doğaya sevgiyi, çocuklara ve kadınlara karşı nezaketli olmayı, çevreyi kirletmemeyi, hak yememeyi, adalet duygusunu okullarda uygulamalı eğitim ile öğretelim. Öğretebilmek için; tüm yazdıklarımı gönülden uygulayacak gerçek eğitimcilerin yetişmesini yeniden gözden geçirmeliyiz.
"Sınıfta bırakmayın, dövmeyin, sövmeyin, okuldan atmayın, aşağılamayın, bizi dinleyin ki; büyüdüğümüzde bizde sevgimiz ve değerlerimizle bu ülkeyi yeniden ayağa kaldıracağımıza söz verelim" diyorlar sevgili gençler.
Fotoğrafı iyi okumak gerekli. Oradaki öğrencilerim büyüdüler. Protokole hep onların oturmasını istedim. Hatta protokole gerek kalmamalı. Sevgiyle, güvenle ve aşağılanmadan büyüsünler.
Yurt dışına gittiğimde, Helsinki-Talinn (Estonya) arasında dört saatlik sefer yapan yolcu gemisinde kendi ihtiyaçlarını ören, kişi başı milli geliri 48 bin dolar genç kızların fotoğrafını çektiğim de, ülkemin gençliğinin yeteneklerini anlamını bilmediğimiz demokrasi ile nasıl yok ettiğimizi anladım. Talinn caddelerinde,-35 derecede misafirlere "hoş geldin" kahvesi ikram eden kızlarımızı. Manastır'daki, Atatürk evindeki protokol defterini yazarken, öğrencilerimi yanıma almamdaki amaç; geleceğimizi nezakete kavuşturabilmek.Gavur dediklerimizin hiç de kafamızdaki kötü insanlar olmadığını, kahveyi ikram eden kızımızın da, gemide örgü ören kızlarımızın da üniversite okuduğunu,çok saygılı olduklarını ve üretime katıldıklarını görmenizi isterim. Bunun adı "EĞİTİM SİSTEMİ"nin evrenselliği ve uzun süreli oluşudur.
Daha ne bekliyoruz...
Mutlu hafta sonları diliyorum güzel Türkiye’mizin, sevgili insanları...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.