Siz de mutasyona uğrayacak mısınız?
Rahat bir milletiz vesselâm.
Hiç bir şeyi dert etmez, kafamızdaki kendi ürettiğimiz planları uygularız
Yasaklara karşı hep bir B planımız vardır, hiç kuşkusuz.
Hatırlayın yıllar önce de AİDS durumları vardı.
O yıllarda Rusya'dan bavul ticareti yapmak için önce Karadeniz'e daha sonra İstanbul Lâleli'ye cillop gibi, sanki aynı tornadan çıkmış, boylu poslu, incecik, kar beyaz tenli Rus güzelleri arzı endam ederek gelmişlerdi.
Sonuç da hepsi ev ve çocuk sahibi olmuşlardı.
Rus isimli ancak soyadları bizden, babadan olan mesela örneğin şöyle; Tatyana Türk'ün gücü gibi maviş maviş bakan sarışın bebeler nüfusa kaydolmuştu.
Bu elbette bavulu bırakarak Türkiye'ye yerleşenler içindi.
Dışarı çıkış yaparak tekrar ülkemize geri gelenler en eski mesleği icra ettiler.
Olay da bundan sonra koptu ülkemizde.
AİDS salgını aldı başını gitti.
Bununla ilgili araştırmacı yazar mesleğinin duayen ismi Uğur Dündar'ın yaptığı bir programı izlemiştim.
Muhabir Rus güzelle yakalanan adamcağıza soruyordu "Kardeşim hiç korkmuyor musun sen? AİDS diye bir hastalık var, ölürsün" deyince genç kardeşimin verdiği yanıt sanki bizi anlatıyor gibiydi o yıllarda.
Bir ağzına tutulan mikrofona, bir muhabire, bir de cillop gibi kendinden uzun deve dikeni gibi Rus güzele bakarak hafızalara kazınan şu atasözünü söyledi: "Abi bee atın ölümü arpadan olsun"
Bizi hiç bir şeyin, hiç bir mikrobun, virüsün korkutmayacağının ipucu gibiydi bu söz.
"Atın ölümü arpadan olsun".
Ondan sonra sırasıyla Sars, Mers, Ebola, Kuş gribi, Domuz Gribi dünyayı sarsan virütik rahatsızlıklarda insanımızın rahatlığı, cahil cesareti hayret verici idi.
"Bu dış güçlerin oyunu, kanmayın, bize bir şey olmaz, bizim ağzımız dualı" diyerek gezen bir çok yaşlı amcalarımızın röportajlarını izledik haberlerde.
Tüm dünyayı etkileyen bu vakalarda Türk insanının bize bir şey olmaz mantığı günümüze kadar geldi. Aksine tedbir almak, korunmak sosyal mesafe bırakmak yerine "Allahım beni koru" diyerek ateşin üstüne benzinle koştular.
Çernobil faciasında hatırlarsınız Sanayi ve Ticaret Bakanı rahmetli Cahit Aral televizyonlardan Rize çayının Çernobil'den etkilenmediğini göstermek, halkın çay içmesini sağlamak amacı ile bol taneli demli çayı herkesin gözü önünde hööörp höörp içmedi mi?
Eeee içti vallahi, gözlerimizle gördük.
Nükleer felaketin zararının 10 sene sonra da topraktan çıkabileceği, tüm tarım ürünlerinde üst seviyede radyasyon olduğunu biliyordu üstelik.
Merhum Bakan, eski ürün paket çaylardan mı demletmiş içmişti, millete çay içirmek, radyasyonlu ellerinde patlayan çayları kendi milletine içirmek için?
Onu bilemem.
Öldü gitti sayın Bakan.
Yaşasaydı sorardım.
Acaba o zamanlarda kimse sormadı mı?
Daha sonra kanser vakalarının Karadeniz'de pik yaptığı her ailede bir sakat doğum olduğu görüldü.
Şimdi günümüze gelirsek bu koronavirüs devlet adamları dahil kimseyi korkutmuş görünmüyor.
O kadar rahatlar ki sormayın gitsin.
Sayın Sağlık Bakanı'nın virüsten etkilenen halkımızın rakamsal sayısını verirken, istatistik bilgisi olan koca kartonları elinde sağa sola sallayarak, (tüm seyircilerin görebilmesi açısından) boks ringindeki raund sayısını gösteren o güzel kız misali gülümsemesi, soruları alırken de aynı o gülümsüyor yüzüyle bu işi ne kadar ciddiye aldıkları konusunun açık bir ifadesi gibiydi.
İlk önce verdiği rakamlar sanırım dünya ölçeğinde azdı, o rahatlık vardı.
Belki de bu yüzden önlem aldık baştan, bize bir şey olmaz tebessümüydü bu.
Süreç giderek uzadıkça sınırlarımızdan çekirge sürüsü gibi virüslü insanlar geçtikçe, uyardıkları halde umrecilerin uçakta ateş düşürücü içirilip, kapıdan ateş ölçerle kontrolden geçirilerek ülkeye sokulup, virüs taşıyan insanlar yangından mal kaçırır gibi memleketlerine gönderilince, Sayın Bakanın da yapacak bir şeyi kalmadı.
Durum "Atın ölümü arpadan olsun" atasözünden; "Allah'tan umut kesilmez! Belki bu virüsü kapmamışlardır" sözüne terfi etti.
Öleceksek her şekilde ölürüz virüs ne ki?
Muhalefet "Gecikiyoruz! Önlem almak konusunda, en kısa zamanda dışarı çıkma yasağı uygulayın" dese de, halka sesleniş programları patronları kurtarma programına dönüştü.
Hem ev de oturun dışarı çıkmayın, hem faizi düşük kredi çekerek ev sahibi olun, hem madenlerde kıç kıça çalışın, patronlara da "Dönüşümlü işçileri azaltarak çalıştırabilirsiniz, evde oturanlar da ücretsiz izinli sayılsın ama işten çıkarmayın" dendi, hem de "Evde kal Türkiye" dendi.
N'oldu şimdi anlamadık ülkece.
Hisargıcıklıoğlu'nun o gülümsemesi de fırsata çevrilebilir bir virüs gülümsemeseydi sanki, bana öyle geldi belki de, taktım ya.
Tersane işçilerinin otobüslere dip dibe bindirilmesine koronavirüs konusunda bir beis görülmedi.
"Çalışsınlar da hangi şartta olursa olsun çalışsınlar, bu yaşlıları vuruyor" anlayışı ve rahatlığıydı gözü doymaz patronların.
Hele işçilerin öğlen yemeğini görünce bunların insan olabileceği konusunda da tereddüte düşmedim değil.
Koca bir bütün ekmek arası ıspanak yemeği, yeni üretilen ıspanak kebabı desek daha doğru olur patron ağzıyla
"Demir eksikliği yaşamasınlar, demir gibi sağlam olsunlar" diye miydi acaba?
Bence ıspanakta demir yüksek oranda varsa, ekmeksiz betonun içine boca edebilirlerdi.
Deprem öldürmez önlem almazsak ölürsek, demir yerine bir iki bağ ıspanak iyi giderdi, üstüne bir de sarımsaklı yoğurt koyduk mu, ohhh miss!
Ne diyorum ben yaa.
Mevzu bu kadar ciddiyken ıspanaktan olay nerelere kadar gitti. (Evde oturmaktan psikoloji kalmadı)
Şimdi diyorum, bu koronavirüs diyorum, insan aklından daha mı akıllı ki; Yaşlı, bakıma muhtaç, emekli, kronik hastalıkları olan 65 yaş üstünü vuruyor da, neslin devamını sağlayan, sağlıklı gençleri, çocukları kapsama dışında tutuyor.
Bu nasıl oluyor?
Böyle bir virüs olabilir mi?
İzlediğim belgeselde Hitler'in "ARİ" ırk yaratma çalışması ve çabası, güzel, yakışıklı, sağlıklı genç kızları ve erkekleri haradaki atlar gibi bir araya getirerek Alman ırkı yaratması kafatasçı bir yaklaşımdı.
Şimdi yeni dünya düzeni sağlıklı, kendisine yük olmayacak nesiller mi istiyor nedir?
Emekli olduktan sonra işe yaramayan insanlar olarak gördüğü, maaş ve sağlık hizmeti sunduğu yaşlıları bu biyolojik virüsle kolayca ortadan kaldırma çalışması mıdır yoksa bu koronavirüs?
Hayret edilecek bir durum.
Bir Hollywood yapımı film de "Salgın" aynı olaylar bire bir yaşanıyordu.
Bu kadar geç gelen, hatta tamamen gelmeyen sokağa çıkma yasağı, ekonominin insan hayatından daha önemli olduğunu mu söylüyor bize?
İtalya'da bizim gibi sıcak kanlı insanlar ve yaşlıları çoğunlukta.
Onlar gibi önlem konusunda rehavete kapılırsak vay halimize, vay başımıza gelenler.
Bizde ki bu rahatlığı da anlamakta zorlanıyorum ayrıca.
Gerek Bakanların yüz ifadelerine bakanca, gerek Ulusa Sesleniş'te.
O ifade hiç değişmiyor...
"Ölen ölür kalan sağlar bizimdir" mi diyorlar?
"Alnımıza ne yazıldıysa onu yaşarız" mı diyorlar?
"Benden sonrası fırtına" mı diyorlar?
Radikal kararlar neden almıyorlar, neden geciktiriyorlar?
Enfekte sayısı giderek çoğalıyor.
İnsanları eve çekmek korkutarak yönetenler için zor olmasa gerek.
Ama "Sosyal Devlet" olarak maaşlarını ödeyerek tabii.
Gördüğüm kadarıyla bu virüs hayvandan insana geçerek insan bedenini tanıma aşamasında henüz.
Bizimle yaşamayı öğrenemezse o da bizim bedeninizde ölecek.
Birlikte öleceğiz.
Mutasyona uğrayarak bizlere zarar vermemeleri için değişime uğramaları gerekiyor.
Diğer virüsler gibi, örneğin dudaktaki "Herpes" geçmeyen, ancak bizimle uyumlu yaşayan virüsler gibi.
Dua ediyorum bu koronavirüs'de mutasyona uğrayarak bizimle yaşamayı öğrenir bizi öldürmeden.
Çok geç olmadan selametimiz açısından.
Yoksa hep birlikte öleceğiz.
Kimsenin kârına yararına olmayacak bu gidişat.
Peki siz ne zaman mutasyona uğrayacaksınız?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.